Total Futbol ve Johan Cruyff
25 Nisan 1957'de henüz 10 yaşındaki, bir çocuğun Ajax altyapı tesislerinden içeri adımını atmasının dünya futbolunu değiştireceğini kimse tahmin edemezdi. Sokakta keşfedilen ve seçmelerden muaf tutulup doğrudan kulübe davet edilen çocuğun ismi Johan Cruyff'tu.
2 yıl sonra daha 12 yaşındayken babasını kaybetmesi Johan için hayatının dönüm noktası olacak, yoksul bir aileden gelen bu çocuk futbol sevdalısı olan babasının anısını yaşatmanın en iyi yolunun futbol kariyerine sıkı sıkıya sarılmak olduğuna karar verecekti.
Genç takımlardaki futboluyla beğeni kazanan Cruyff 17 yaşında 15 Kasım 1964'te Eredivisie'deki ilk maçına çıktı. Ajax'ın tarihinin en kötü derecesini aldığı o sezon pek çokları bu genci fark etmedi Cruyff'un yeşil sahalara damgasını vurması için sonraki yılı beklemek gerekecekti.
Cruyff, ilk 11'deki yerini sağlamlaştırdığı 1965 - 66 sezonunda muhteşem bir çıkış yaptı ve hem 33 golle gol kralı oldu, hem de Ajax'ın 6 yıl aradan sonra yeniden şampiyonluğa uzanmasında büyük pay sahibi oldu. Bu şampiyonluk arka arkaya gelecek 3 şampiyonluğun ilk adımıydı.
1968 ve 1969'da üst üste iki kez en iyi Hollandalı futbolcu seçilen "Sarı Fare", Hollanda Milli Takımı'nın da değişmezleri arasında yerini aldı ve Total Futbol olarak bilinen ekolün en önemli isimlerinden biri oldu.
O yıllar Ajax'ın Avrupa arenasında da giderek daha fazla sahne aldığı yıllardı. 1968 - 69 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası'nda final oynayan kulüp 71, 72 ve 73'te tam üç kez üst üste bu kupayı kazanacaktı. Cruyff'la beraber Ajax da Avrupa futbolunun zirvesine tırmanmıştı.
Ajax'ta geçen bu harika kariyerden sonra Cruyff bazı takım arkadaşlarıyla ve kulüp yönetimiyle sorunlar yaşadı. Başkan Jaap van Praag onu mümkün olan en yüksek bedelle satmak istiyordu. Onun istediğini verebilecek tek bir kulüp vardı: Real Madrid.
Real Madrid o yıllarda İspanya futbolunu domine ediyordu, sadece 60'lı yıllara tam 7 şampiyonluk sığdırmışlardı. Ulusal çaptaki bu başarıya rağmen, Avrupa kupalarında kulüp istenilen seviyeye gelememişti. Dünya futboluna adını yazdıran Cruyff onlara bu başarıyı getirebilirdi.
Ama onun tercihi eski hocası Rinus Michels'in takımı Barcelona oldu. "Franco'yla anılan bir kulüpte asla oynamak istemedim. Barcelona, Real Madrid seviyesinde değildi ama ben bir Katalan kulübünde oynamayı istedim. Barcelona bir kulüpten daha fazlasıydı." diye açıklayacaktı.
Real Madrid gerçekten de Franco ile anılıyordu. Bütün diktatörler gibi futbolu kitlelere ulaşmanın etkil yollarından biri olarak görmüş, iktidarı boyunca başkent ekibini kanatları altına almıştı. Ona göre Real Madrid İspanya'nın üniter yapısının ve merkeziyetçiliğinin simgesiydi.
Örneğin 1943'te Barcelona kupa yarı finalinde ilk maçı 3-0 kazanmıştı. Rövanşta Barcelona soyunma odasına Kont Mayalde girip "Bazılarınız vatansever olmamasına rağmen futbol oynuyorsa bunu rejimin cömertliğine borçlu" diyerek tehdit etti. Baskı altında geçen maç 11-1 sona erdi.
1947’de Real Madrid'in stadı kamu kaynaklarıyla 100 bin kişilik bir dev bir futbol mabedine dönüştürüldü. Buna rağmen Barcelona 52 ve 53'te üst üste şampiyonluk kazanmıştı. 1953’te dünya yıldızı Arjantinli Alfredo Di Stefano’yu transfer etmek isteyince yine Franco devreye girdi.
Barcelona'nın Di Stefano'nun bonservisini elinde tutan Millionarios'la yaşadığı anlaşmazlık üzerine İspanya Kraliyet Futbol Federasyonu, Barcelona’ya Di Stefano’yu transfer etme izni vermedi ve o da Real Madrid’in yolunu tuttu ve kulübe başarılarla dolu yıllar yaşattı.
Cruyff İspanya'ya transfer olduğunda Real Madrid'in hakimiyeti devam ediyordu. Cruyff'un Barcelona'ya gelişi de sancılı olmuş, Hollanda Futbol Federasyonu, transfere başlangıçta onay vermemiş, bu yüzden Cruyff 73/74 sezonunun 8. haftasına kadar forma giyememişti. Sarı Fare, Granada karşısında ilk maçına çıktığında takımı 14. sıradaydı. Cruyff'la beraber atağa kalkan Katalanlar iyi bir çıkış yakalamış, 14 haftada 11 galibiyet 3 beraberlik alarak ligin zirvesine yükselmişti, 22 haftada rakip kötü bir sezon geçiren 7 sıradaki Real Madrid'di. Barcelona'nın harika bir oyunla tarihi zafer kazanması, Franco rejimi boyunca baskı altında yaşayan Katalanlar için galibiyetten çok daha öte anlam taşıyordu. Binlerce Katalan sokaklara dökülüp şarkılar söyledi, dans etti. Onlara göre Franco faşizmi o gün o stadda sona ermişti.
Rivayete göre o gün tribünde olan Franco da alınan skor yüzünden rahatsızlanmış ve bir daha kendine gelememişti. Zaten sağlık problemleri yaşayan yaşlı diktatör 1,5 sene daha yaşadı ve 43 yıl önce bugün 20 Kasım 1975'te öldü.