Harf İnkılabına Dair

VzfR...6dCM
9 Jan 2024
59

İnsanın sahip olduğu yetilerin toplamı sonucunda ulaştığı yeteneklerden birisi de sesleri çeşitli bağlamlarla bir araya getirerek kendisi için anlamlı olabilecek sözcükler türetmesidir. Türetilen bu sözcüklerin salt anlamda insana ait olduğu düşünülemez. Çünkü; bir akıl, dinamik olarak anlam oluşturup bir şeyi meydana getirebilmesi için varlığı olan eşyadan hareket etmeye muhtaçtır. Anlamlandırılabilinen verilerin zaman ve mekan dahilindeki durumlarından hareketle bir anlam kümesi oluşturan akıl, oluşturmuş olduğu anlamı aynı zamanda başka bir akıl için malzeme durumuna getirir. Oluşturulan bütün bu anlamlar, aynı zamanda dilin malzemesini oluşturmaktadır. Hâliyle ortaya çıkan veriler, eşyanın anlamı olarak ifade edilir. Kümülatif olan bu anlamlar sonucunda oluşan yeni hâl, aynı zamanda kendinden sonra oluşturulacak sözcüklerin de kökenini oluşturmuş olmaktadır. İnsan aklının müdahil olduğu her durum, kendisinden önceki müdahil olunan bir duruma işaret etmektedir. İlk anlamlandırmanın zaman ve mekanının nasıllığı ile ilgili bir verinin olmaması, durumun bu şekilde meydana gelmediğini olumsuzlamaz. Bu sonuca vardıracak en önemli delil, bizzat aklın kendisidir. Akıl, bize dilin oluşmasının ana malzemesi olan sözcüklerin kökenine dair bu verileri kabul ettirmektedir. Sözcüklerle işleyen akıl, kendisini anlamlı bir bütün kılan dille temel mantık ilkelerinden hareket ederek sonsuza kadar anlam üretmeye devam etmekte ve edecektir. Bu dilin hangi sözcüklerden oluştuğunun değeri olmamakla birlikte önemli olanın aklın işlerliğinin devam etmesidir. İşlevini yitiren aklın ortaya koyduğu şey, anlam olmaktan ziyade içgüdü olarak ifade edilir. Hayvan ile insan arasındaki ayrımın en önemli noktası burada yatmaktadır. Zaman, mekan ve durumların değişmesiyle canlı olan sözcükler değiştiği gibi, akıl da bunlara bağımlı olarak değişmekte ve gelişmektedir. Gelişmiş bir akılın hangi sözcüğün anlamı ile düşündüğü önemlidir, bu sözcüğün nasıllığı yani sembolize edilmiş hâli önemli değildir. Sözcüğün sembolleşmesini insanoğlu harf olarak açıklar.

Sembollerin değişmesi, aklın eşyayı anlamlandırmasında birtakım zorluklar meydana getirmektedir. Bu zorluklar anlamdan ziyade tanımlamakla ilgilidir. Tanımlamayı bilmeyen bir akıl için bütün semboller aynı anlamı ifade eder. Anlamı hakikatte anlaşılmayan anlamların anlamlı kabul edilmesi, semboller üzerinden değil değer ve kültür üzerinden tartışılır. Çünkü sahip olunan değer ve kültür, anlamlandırmanın araçlarından biri olan semboller üzerinden de bir anlam aktarımı yapmaktadır. Okuma-yazmayı bilmeyen bir akıl, meşhur olmuş bir sembolü bilinçli olmadan da anlamlandırabilir. Örneğin; yaşadığımız coğrafyanın değerlerinden biri olan mimaride kullanılan الله-Allah lafzını, Arapça okuma-yazması olmamasına rağmen görüp anlamlandırması, bu bağlamda değerlendirilebilir. Ancak, gerçekte bu anlamlandırma bilinçle yapılmış bir kavrama olmayıp kültürlenme sonucu oluşmuş bir kavrayıştır. Okuma yazma bilmeyen bir akıl için bütün harfler aynı anlamı oluştursa da değer ve kültür aktarımı, kullanılan sembolleri akıl için içgüdüsel olarak koruma ve kutsama yolunu seçtirmektedir. Eğer sahip olunan kültür ve değerler; zaman ve mekanda azınlık veya genel-geçerli değil ise, kullanılan semboller gelişmiş bir aklın ihtiyacını karşılamaktan aciz kalmaktadır. Çünkü; anlam üretiminde akıl değil, içgüdüler egemendir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra güç dengelerinin değiştiği dünyada, aynı zamanda kültür ve değerlerde de büyük farklılıklar meydana gelmiştir. Bu farklılıkların en başında ise; egemen olanın, dilinin de egemen olması sonucunu doğurmasıdır. Ulus devlet anlayışının yükselişte olduğu bir dönemde, devletler örgütlenmelerinde dili temel birleştirici unsur olarak kullanmışlardır. Dilin ifade biçimi de bu bağlamda önemli bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadili, düşünsel bir anlamın üretilmesi için yegane araçtır. Bilim, bilginin üretildiği ve öğretildiği evrensel yöntemleri sunar. Bu yöntemler toplumun konuştuğu anadil ile yapılması ise bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Aksi durumda, üretilen anlamları içgüdüsel olarak kabul etmekten öteye gidilmez. Ulusların varlıklarını anadilinin kullanımı üzerine temellendirmeleri, bir zorunluluktur. Bir ulusun en temel unsuru anadil olduğundan o ulusun varlığı, dilin devamıyla doğru orantılı olarak kabul edilmelidir. Türkiye’de yapılan harf inkılabı da bu temel dinamikler bağlamında ele alınmalıdır. Bir dili ifade eden sembollerin değişimi, hâliyle bir ulusa ait kültür ve değerlerin dönüşümünü de zorunlu kılmaktadır.

Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to xinus

6 Comments