Roubini: Yapay zekâ insan aptallığına çare değil

3Eyv...swVc
11 Feb 2024
46












YZ’nin göz kamaştırıcılığı karşısında kör olan Davos katılımcıları, bu mega tehditlerin çoğuna odaklanmadı. Bu sürpriz olmadı. Benim deneyimlerime göre WEF’in havası, dünyanın gerçekte nereye doğru gittiğinin bir karşı göstergesidir. Politika yapıcılar ve iş dünyası liderleri kitaplarını tanıtmak ve basmakalıp sözler söylemek için oradalar. Genellikle küresel ve makroekonomik gelişmelere arka pencereden bakan geleneksel aklı temsil ediyorlar.

Küresel mali kriz kapıda

Bu nedenle, WEF’in 2006 yılındaki toplantısında küresel bir mali krizin yaklaşmakta olduğu uyarısında bulunduğumda, bir felaket tellalı olarak dışlandım. Ve 2007 yılında pek çok Euro Bölgesi ülkesinin yakında kamu borcu sorunlarıyla karşı karşıya kalacağını öngördüğümde, İtalya Maliye Bakanı tarafından sözlü olarak azarlandım. 2016 yılında herkes bana Çin borsasındaki çöküşün küresel mali krizin tekrarlanmasına neden olacak sert bir inişe işaret edip etmediğini sorduğunda, haklı olarak Çin’in inişli çıkışlı, ama kontrollü bir iniş yapacağını savundum.

Yapay zekâ söz konusu olduğunda, bu teknolojinin önümüzdeki on yıllarda dünyayı gerçekten değiştirmesi için çok büyük bir şans var. Ancak Davos’un GenAI’ye odaklanması, geleceğin AI teknolojileri ve endüstrilerinin bu modellerin çok ötesine geçeceği düşünüldüğünde şimdiden yersiz görünüyor. Örneğin, robotik ve otomasyon alanında devam eden devrimi düşünün; bu devrim yakında bizim gibi öğrenebilen ve çoklu görev yapabilen insan benzeri özelliklere sahip robotların geliştirilmesine yol açacak. Ya da yapay zekânın biyoteknoloji, tıp ve nihayetinde insan sağlığı ve yaşam süreleri için neler yapacağını düşünün.

Diğer teknolojiler daha fazla umut vaat ediyor

Aynı uzun vadeli bakış açısı iklim tartışmalarına da uygulanmalı. Sorunun, önemli bir fark yaratmak için çok yavaş büyüyen yenilenebilir enerji ya da karbon yakalama, tutma ve yeşil hidrojen gibi pahalı teknolojilerle çözülmeyeceği giderek daha muhtemel hale geliyor. Bunun yerine, önümüzdeki 15 yıl içinde ticari bir reaktörün inşa edilebilmesi koşuluyla, bir füzyon enerjisi devrimi görebiliriz. Bu bol miktarda ucuz, temiz enerji kaynağı, ucuz tuzdan arındırma ve tarım teknolojisiyle birleştiğinde, bu yüzyılın sonuna kadar gezegende yaşayacak olan on milyar insanı beslememizi sağlayacaktır.
Benzer şekilde, finansal hizmetlerdeki devrim de merkezi olmayan blok zincirleri veya kripto para birimleri etrafında şekillenmeyecektir. Bunun yerine, halihazırda ödeme sistemlerini, borç verme ve kredi tahsisini, sigortacılık ve varlık yönetimini iyileştiren yapay zekâ destekli merkezi fintech türünü içerecektir. Malzeme bilimi yeni bileşenlerde, katmanlı imalat, nanoteknolojilerde ve sentetik biyolojide bir devrime yol açacaktır. Uzay araştırmaları ve uzaydan yararlanma, gezegeni kurtarmamıza ve gezegen dışı yaşam biçimleri yaratmanın yollarını bulmamıza yardımcı olacaktır.
Bunlar ve diğer pek çok teknoloji dünyayı daha iyi hale getirebilir, ancak yalnızca olumsuz yan etkilerini yönetebilirsek ve yalnızca karşı karşıya olduğumuz tüm mega tehditleri çözmek için kullanılırlarsa…
Yapay zekânın bir gün insan aptallığının üstesinden geleceği umuluyor. Ancak önce biz kendimizi yok edersek bu şansı asla elde edemeyecek.”

Her yıl Ocak ayında, dünyanın önde gelen işinsanları, ekonomistler, akademisyenler Davos’ta bir araya gelir ve o yılın öncelikli konularını, sorunlarını, küresel sermayeyi meşgul eden meseleleri ele alır. Bu yıl da öyle oldu. 120 ülkeden 2800’den fazla katılımcı 4 gün boyunca çeşitli forumlara katıldı. Ama Davos’a damgasını vuran konu yapay zekaydı. Sayısız yorum yapıldı, bunlardan biri de Deutsche Bank Ceo’sunun şu sözleriydi: “Bugün yapay zekaya yatırım yapmayan, bunun farkındalığını içselleştirmeyen 10 yıl sonra burada olmayacak” dedi.
Düşündürücü bir açıklama ama gelişmeleri takip edenler için şaşırtıcı değil.

Bu noktaya nasıl geldik?

Küresel ısınma, savaşlar, doğal afetler ve pandemi süreci yüzünden farkına varmasak da dünya Endüstri 4.0 sürecinde hızlı ve devrimsel bir dönüşüm süreci yaşanıyor. Bu devrimsel dönüşümü sağlayan ve sonraki süreçlerde sağlayacak olan ise yapay zeka teknolojisi.

Bugün devletlerin ve şirketlerin vazgeçemeyeceği bir teknoloji haline gelen yapay zeka iktidar, insan ve teknoloji üçgeninde önemli felsefi soruları da beraberinde getiriyor. Yapay zeka insanlığı yok edecek mi? Yapay zeka teknolojisi insanların hayatını kolaylaştıracak bir araç mı olacak? Bu tür fütüristik sorular sadece akademik makalelerde değil küresel elitin toplandığı Davos Ekonomik Forumu gibi dünya elitlerinin de tartıştığı bir olgu haline geldi.
2024 Ocak Davos toplantısının en önemli başlıklarından birisinin de yapay zeka teknolojisi olduğunu düşünürsek büyük bir dijitalleşme devriminin ayak seslerini duyduğumuzu söylemek yanlış olmaz.[i]

Yapay zekaya dair yanıtlanması gereken iki önemli soru

Ancak burada yanıtlanması gereken iki çok önemli soru var:
Yapay zeka teknolojisinin geleceği hangi aktörlere (devletler, şirketler, bireyler) ve hangi aktörler adına faydalı olacak?
Yapay zeka kullanımının etik sınırlarına riayet edilebilecek mi?

Günümüzde yapay zeka teknolojisinin insanlığın geleceği üstündeki etkisini tartışırken, bunun neo-liberalizmin yapısı, işleyiş tarzıyla ve küresel siyasetle beraber okunması gerekiyor.
Neo-liberal sistem içinde birey, devlet ve piyasa ilişkisi anlaşılmadan yapay zekâ olgusunun hayatlarımıza ne katacağını veya neleri eksilteceğini anlamak oldukça zor. Bu çerçevede neo-liberalizmin hayatlarımız üzerindeki etkisini anladıktan sonra yapay zekanın insanlık üzerindeki olası siyasal etkileri üzerine daha sistematik düşünebiliriz.

Neo-liberalizm: Liberalizm bireyinin ölümü ve bir algoritma olarak yeniden doğuşu

Klasik liberalizm piyasanın “öznenin” özgürlüğü, refahı ve mutluluğu için olmazsa olmaz bir olgu olduğunu belirtmekteydi. Bu çerçevede piyasanın uyulması gereken kendine has kuralları ve kodları olduğunu ve bu dinamiklere tüm devletlerin uyması gerektiğini anlatırdı. Liberal teorinin en temel noktası ise ekonomik ve politik alanı birbirinden ayırmasıydı. Ekonomik alan ekonomik bağlamda bireysel çıkarların arandığı bir yer olarak imgelenirken, siyasal alan ise bireysel hakların ve kamusal iyiliğin gözetildiği bir alan olarak düşünülmekteydi.[ii]
Ancak neo-liberalizm klasik liberalizmden farklı olarak siyasal alan ekonomik alan ayrımını ortadan kaldırdı, serbest piyasayı insanlık gelişiminin yegâne aracı olarak imgeledi. Bu bağlamda da piyasanın normları siyasal alan ve ekonomik alanı birbirine bağlayacak şekilde tasarlandı.
Neo-liberalizmin bu perspektifinin sebebi ise liberalizmden farklı olarak piyasanın doğal olmayan ve kırılgan bir yapısının olduğunu bilmesiydi. Bu yüzden neo-liberalizm liberalizmden farklı olarak siyasete ve gerektiği zaman ekonomiye müdahale eden güçlü müteşebbis bir devlet kurgular. Devletin amacı bir yandan ekonomik rekabeti korumakken diğer yandan ise bu vizyonu sağlayabilmek için ise sosyal güvenlik politikalarının budandığı, sendikal haklar gibi işçilerin sosyal hakların azaltıldığı bir sistemi öngörür. En önemlisi ise sosyal demokratik bir anlayıştan farklı olarak riskleri piyasa üzerinden kaldırmaya çalışarak verimliği arttırmayı ve risklerin sorumluluklarını özneler ile devlet arasında bölüştürmeye çalışır. [iii]
Yani neo-liberalizmin piyasa anlayışı olarak, piyasanın kendisinin politik ve sosyal alanı belirlediği, özneleştiği ve buna karşı bireylerin de bu süreçte nesneleştiği bir sistemden bahsediyoruz.

Bugün internetin ve otomasyonun gelişimi ve bununla bağlantılı olarak e-ticaretin güçlenmesi ise bugüne kadar belirttiğimiz süreçleri daha da derinleştirdi. Ancak Endüstri 4.0 süreci ve bu sürecin dinamosu olan büyük uluslararası şirketler ama daha önemlisi Amazon, Google gibi “tekno-derebeylikler” siyasal, sosyal ve ekonomik hayatı radikal bir dönüşümün içine sokarken özneyi de ürün satılacak bir algoritmaya dönüştürdü. Özne, şirketler ve devletler için, Wachowski kardeşlerin yazıp yönettiği Matrix filminde gösterilen, bilgisayar ekranından akan rakamlardan başka bir şey değil.

Yapay zeka, kâr maksimizasyonu ve elitler

Dünyanın Endüstri 4.0 ile geldiği bugünkü noktada yapay zeka teknolojisi gün geçtikçe vazgeçilmez bir araç haline geldi. Verimliliği maksimum derecede arttıran ve hataları minimize eden bu teknolojiyi devletler ve şirketler kullanmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Apple, Microsoft, Nvidia, Google gibi şirketler bu teknolojiye milyarlarca dolar para yatırıyor.[iv] Çin, İsrail gibi ülkeler savunma sanayi ve iç güvenlikte yapay zeka teknolojisinin geliştirilmesi ve kullanımı için ciddi yatırımlar yapıyorlar.[v]
Daha önemlisi, Chat GPt gibi programlarla yapay zeka sıradan insanın gündelik hayatına girdi. Hatta bazı şirketler bu programı kullanma deneyimi olmayanları istihdam etmiyor.
Bu çerçevede 2024 Davos toplantısında belirtildiği üzere yapay zekayı kullanmayan şirketlerin ticari rekabette yarışmaları mümkün gözükmüyor.[vi] Bu süreç yapay zekanın gündelik hayatımızın vazgeçilmez bir unsuru olacağını bizlere gösteriyor. Bu süreçte her ne kadar yapay zekanın birçok mesleği işlevsiz hale getireceği projeksiyonu yapılsa da buna karşı çıkanlar ise yapay zekanın birçok mesleği de yaratacağını dile getiriyorlar.
Peki, yapay zeka teknolojisinden en çok kimler yararlanacak? Bu sürecin küresel politikadan soyutlanma lüksü olacak mı?
Uluslararası insani yardım kuruluşu Oxfam tarafından 2023 yılında yayımlanan raporda, son iki yılda dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin, kalan yüzde 99’luk kesimin toplamından neredeyse iki kat fazla servet kazandığını belirtiliyor. Bu yüzde birlik kesimin sadece ekonomiyi değil dünya siyasetini de etkilediği su götürmez bir gerçek.
Yapay zeka teknolojisine ciddi yatırımlar yatırım yapabilecek bu kesimin küresel refahtan daha fazla pay alırken bu teknolojiye yeterince yatırım yapamayan şirketlerin batacağı ve yine bu tür devletlerin ise küresel sermaye gruplarına daha bağımlı hale geleceği de bir gerçek.
Bu sürecin genetikten robotlara kadar birçok konuda yatırım yapan büyük uluslararası şirketler ve “tekno-derebeylikleri” çok daha güçlendireceği ve bilgiyi daha da tekelleştireceklerini de öngörmek mümkün.
Başka bir deyişle yapay zeka kâr maksimizasyonu için olmazsa olmaz bir koşul haline geldi.

Küresel elitlerin “bilgi” çatışması

Ancak burada belirtilmesi gereken nokta, küresel elitin de homojen olmadığı, bugünkü uluslararası krizler ve savaşlarda görüldüğü üzere kendi içerisinde çatıştığı gerçeği. Bu çerçevede bu gruplar arasındaki çatışma yapay zeka teknolojisi sayesinde bilgiyi daha da tekelleştiriyor.
III. Dünya Savaşı’na gebe uluslararası sistemin bu gerginliğinde Epstein Skandalı’nda da görüldüğü üzere bilginin tekelleştiği ve gerektiği zaman da politik bir silah olarak kullanıldığı bir dönemi yaşıyoruz ve yaşayacağız.
Sadece küresel elitler açısından değil devletlerin de yapay zeka teknolojisinden elde edilecek bilgileri kendi halklarına karşı saklayacakları ve hatta onları manipüle edebilecekleri gerçeğini unutmamak gerekiyor. Daron Acemoğlu’nun da işaret ettiği üzere halkın teknolojiye ve bilgiye erişiminin adil olarak sağlanmadığı bir noktada tekno-otoriter rejimlerin altında yaşayacağımız gerçeğini unutmamız gerekiyor.[vii]

Yapay zekanın etik kullanımı mümkün mü?

Bu ise yapay zekanın etik olarak kullanılma sorununu beraberinde getiriyor. Her ne kadar küresel elit yapay zeka kullanımının etik kodları üzerine anlaşmaya çalışsa da, buna ne kadar uyacakları muamma.




Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to avatar_35

2 Comments