RÜYA
Son üç ay içinde bu dördüncü işiydi Mustafa’nın. Her gittiği işte mutlaka biriyle tartışır, ceketini alır çıkardı. İstediği tam olarak neydi aslında kendi de bilmiyordu. Biraz asi ve dik başlıydı. Ailesinde sadece dedesinin sözlerini dinler daha çok onunla vakit geçirmeyi severdi. Dedesi çalışkan, sabırlı, köyün bütün gençlerinin yol göstericisiydi. Hayat tecrübesi fazla olduğundan ve kendini her an geliştirmeyi sevdiğinden bildiklerini gençlere öğretmekten keyif alırdı. Mustafa bu durumdan çok hoşlanmazdı ama yine de dedesini paylaşmak zorunda kalıyordu. Dedesi SEKA Kâğıt Fabrikası’ndan emekli olmuştu. Hatta dedesinin babası da fabrikanın ilk kurulduğu yıllardan itibaren orada çalışmıştı. Buralardan Mustafa’ya o kadar çok hikaye kalmıştı ki… Çocukluğundan bu yana fabrikayı, makinaları ve yaşanmışlıkları büyük bir hevesle tekrar tekrar dinlerdi dedesinden.
Bu işi de dedesi sayesinde bulmuştu. Dinlediği hikayelerin etkisiyle pek bir hevesle gelmişti ilk iş gününe. Mustafa için şaşırtıcı bir durumdu. Erkenden kalkmış, hazırlanmış, heyecanla mesai saatini beklemişti. Diğer taraftan da merak ediyordu. Bu güne kadar dinlediği her şeyi bizzat yaşayacaktı artık. Gerçekten o kadar yüksek miydi tavanları ya da o kadar büyük müydü makinalar? Artık köyün gençlerine kendisi anlatacaktı yeni iş yerini hatta hava bile atacaktı onlara. Gençler de arkasından ‘Bakalım kaç gün dayanabilecek?’ diye gülüşeceklerdi. Ama onun umurunda değildi, bir an önce iş yerine varmayı istiyordu.
Otobüsten indi ve fabrika kapandıktan sonra geriye kalan geniş sit alanında uzun bir yürüyüşten sonra müzeye ulaştı. Artık kapıdaydı. Şöyle bir silkelendikten sonra adımını attı ve iş arkadaşlarından biri karşıladı Mustafa’yı. Kısa bir tanışma sohbetinden sonra güvenlik görevlisi olarak çalışacağı müzeyi gezmeye başladılar.
1936 senesinde Mehmet Ali Kağıtçı müdürlüğünde üretime başlayan SEKA Kağıt Fabrikaları, 1998 senesinde özelleştirme kapsamına alınıp 2004’te faaliyetleri durduruldu ve iki yıl sonra belediyeye devredildi. 2016 yılında bugünkü SEKA Kağıt Müzesi olarak dönüşümünü tamamladı. Arkadaşı kısa ve etkili bir özet geçmişti. Ama o zaten en ince ayrıntısına, hatta içindeki o kağıt kokusuna kadar biliyordu bunları. Eskiden birçok işçinin, çalışanın hatıralarını barındıran fabrika, müze sayesinde onları taptaze tutacaktı. Zamanı dondurup isteyenin hizmetine sunacak, kağıt kokusunu merak edenlerin ciğerlerine dolduracaktı.
Mustafa müzeyi gezerken dinlediği hikâyeleri hayalinde canlandırmaya çalışıyor, görevli personele sorular soruyordu. Hiçbir noktaya gözünü değdirmeden geçmiyordu. Sanki kaybettiği bir anısını arıyordu.
Çocukluğundan bu yana bir kağıt nasıl meydana gelir hep bunu canlandırırdı kafasında. Hamuru nasıl yapılırdı? Onda ki dönüşüm nasıl olurdu? Hamur hazırlama salonuna ve matbaa salonuna girdiğinde çok heyecanlandı. Bir an makinaların çalıştığını hayal etti. Yeni iş arkadaşı Mustafa’ nın bu heyecanına pek anlam veremedi. Deli mi ne, zaten akıllısı da buraya gelmez diye geçirdi içinden.
Müze tanıtım gezisinin sonunda Mustafa kendisi için gösterilen çalışma alanına gelmişti. Ancak ilk anki heyecan yerini biraz kafa karışıklığına bırakmıştı. Düşünmeye başladı. Eksik bir şeyler vardı ama neydi? Yoksa sıkılmış mıydı? Ne çabuk diye geçirdi içinden. Gece mesaisi başlamıştı artık Mustafa için. Karanlık yeni çökmeye başlamışken müze içinde amaçsızca yürüyordu. Bu kadar merakla başladığı işten ilk gününde bunalmaya başlamıştı. Mustafa yine aynı Mustafa’ydı işte…
Yorulunca masasına geldi. Ayaklarını uzatıp duvara doğru yaslandı. Dedesinin anlattıklarını hatırlamaya çalışıyordu. Zihni iyice dağılmış ve hafiflemişti. Ne kadar zaman geçtiğini fark edemedi. Büyük bir gürültüyle gözlerini açarak yerinden fırladı. Kendini eskimiş sandalyede otururken buldu, etrafına şaşkınlıkla bakınıyordu. Sabah olduğunu anladı. Zaman ne çabuk geçmişti. Gürültülere kulak kesildi. Bunlar dedesinin anlattığı makine sesleriydi. Etrafında birçok tulum giymiş işçi oradan oraya telaşla koşturuyordu. Ne hissedeceğini, ne yapacağını bilemedi. Orada gezinmeye başladı. Büyük gürültüyle çalışan matbaa makinaları, yüksek sesle konuşan ustalar, baş döndürücü bir koku vardı. Yeni basılmış kağıt kokusu…
Matbaa makinelerinin arasında uzun boylu, iyi giyimli bir adam Mustafa’ya doğru yürümeye başladı ve seslendi:
“Merhaba, seni burada daha önce görmedim.”
Mustafa elini boğazına götürdü ve sesinin çıkmadığını fark etti. Terlemeye başladı. Büyük Kravatlı adam devam etti:
“Benim adım Mehmet Ali, sanırım işe yeni başladın delikanlı. Gel sana fabrikayı gezdireyim. Şanslısın ki bugün boş günümdeyim. Sana çalışacağın yeri göstereyim.”
“…”
“Demek konuşmayı sevmiyorsun. Ne hissettiğini çok iyi anlıyorum. Herhalde buralara yabancısın. Bu koku aşkıyla ben de Almaya ve Fransa’da dört sene kaldım. Selüloz ve Kağıt sanayisi üzerine araştırmalar yaptıktan sonra Fransa’da üniversiteden kağıt mühendisi olarak mezun oldum. Vatana döndüğümden beri burada kağıt üretimi için mücadele veriyorum. Neler çektim Allah bilir. Aşındırmadığım kapı kalmadı. Bizim insanımız bir şey öğrenmiş; ‘Biz onlar gibi yapamayız.’ Halt etmişler. Görüyorsun ya bal gibi yapıyoruz. Milletimiz kendi mevcudiyetinin ve kabiliyetinin farkında değil evlat. Şimdi bak buradayız işte. Sebat edince oluyor. Bu koku insanı bir kere yakaladı mı bırakmıyor. Sen de alışırsın yakında.”
“Yahu deminden beri soracağım, bu üstündeki kıyafet neyin nesi? Çok garip. Avrupa’da bile böylesini görmedim. Bekçi kıyafetine benziyor.”
Mustafa: “Ona benzer bir şey aslında.” diyerek konuşabildiğine hem şaşırdı hem rahatladı.
“Daha önce nerede çalışıyordun?”
“Burada çalışıyordum.”
“Nasıl yani?”
“Bakın nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama burası müze oldu ve oranın bekçisiyim.”
“Ne diyorsun sen evlat? Bu fabrikayı daha yeni kurduk. Cumhuriyetin ilk sanayi kuruluşudur burası.”
Mustafa ne yapacağını bilemedi. İçinde bulunduğu durumu kavramaya çalışıyordu. Rüya mı görüyordu, yoksa başkasının rüyasında mıydı anlamadı. Mehmet Ali Bey duydukları karşısında afalladı. Ne saçmalıyordu bu çocuk? Hemen başından savmaya baktı. Diğer işçilerle tanıştırdıktan sonra yürüdü gitti. –Mustafa kendini bir anda işçi tulumunun içinde buldu ve diğerlerine katılıp sanki yıllardır orada çalışıyormuş gibi çalışmasını kendi de yadırgamadı.-
Mehmet Ali Bey, içinden “Allah Allah! Deli mi ne? Yazık valla gencecik yaşta…” diye geçirirken bir de baktı ki akşam olmuş. O gün yeni kurulacak fabrikanın planları üzerinde çalıştıktan sonra geç vakitte evine döndü ve o kadar yorulmuştu ki kafasını yastığa koyar koymaz uyuyakaldı. O gece rüyasında Mustafa’ yı gördü. Günün ilk ışıklarıyla Mehmet Ali Bey yatağında sayıklıyordu. Birden sıçrayarak uyandı ve pencereye koştu. Evinden fabrikanın çehresi tamamen gözüküyordu. Şimdi bacalardan dumanlar tütüyor, işçiler mesailerine ağır ağır gidiyor ve yeni bir iş günü başlıyordu. Arkasında eşi seslendi:
“Hayırdır Bey, yatağından niye fırladın?”
“Çok garip bir rüya gördüm. Bizim fabrikayı müze yapmışlar. Makineler yerinde ama işçiler yoktu.”