Psikanalizde Hayvan

Fpdv...JqWN
23 Jan 2024
29

Psikanaliz Aynasında Hayvan
 
İnsanın hayvanı nerede konumlandırdığı ve onunla nasıl ilişkilendiği düşünce tarihinin en sık sorularından biri olmuştur. Hayvan olmak nedir, insan olmak nedir? İnsan bir hayvan mıdır; bir hayvan olarak insan hiyerarşik ve tamamlayıcı bir düzlemde mi yer alır; insanlık hayvanlığın en yüksek mertebesi midir; o halde hayvan insan olmak için neyi kaybeder, neyi kazanır; hayvan ve insan kutuplu karşıtlar mıdır; hayvanın doğası, insanın uygarlığı mı vardır? Hayvanın bilinçdışı, temsil dünyası var mıdır; hayvan konuşur mu, konuşuyorsa dili var mıdır?

Felsefe gibi hakikati, özellikle var oluşumuz ve bunu sürdürme şeklimiz hakkındaki hakikati arayan psikanalizin de zaman zaman benzer soruları sorması bu yüzden şaşırtıcı değildir. Örneğin Freud, “Psikanalizin Bir Güçlüğü” makalesinde, insanlığın evrensel narsisizminin üç büyük incinmeye uğradığını yazdığında, insan türünün merkeziliği
yanılsamasını sorgular.1 Freud’a göre ilk incinme, Kopernik’in dünyanın hem güneşten küçük hem de onun etrafında döndüğünü keşfetmesinin ve dünyanın evrenin merkezi olarak görülemeyeceğini ilan etmesinin evrensel olarak tanınmasıyla oluşur, ki bu kozmolojik
incinmedir. İkinci sırada, kültürel evrim sürecinde, kendisini hayvansal yaratıkların efendisi ilan eden ve bu kendini beğenmişliği ile hayvan larla arasına gittikçe daha fazla mesafe koyan insanlığa, aslında insanın hayvandan farklı ya da üstün olmadığını ve hatta hayvanlarla bir akra
balık bağı taşıdığını kanıtlayan Darwin’in evrim teorisi sonucu oluşan insanlığın narsisizminin ikinci incinmesi, biyolojik incinmesi gelir. Ardından kendi otoanaliziyle rüyalarının kendisi hakkında, kendisin den daha çok şey bildiğini kabul eden Freud’un, ruhsallıkta cinselliğin
önemi ve ruhsal yasamın bilinçdısı niteliği savlarını öne sürmesiyle,“dışarıda küçük düşse bile ruhunda kendisini egemen” hisseden insan benliğinin aslında, kendi evinin bile efendisi olmadığını belirterek yarattığı psikolojik incinme gelir. Böylelikle psikanaliz, narsisistik
insanlığın tümgüçlü olma fantezisinde üçüncü büyük incinmeye yol açarak, insan öznesini kökten bir şekilde merkezsizleştirdiği ve hiyerar şik bölünme yanılsamasını ortadan kaldırdığı gibi, insan kibrini de görünür kılar.

Ancak yine de hayvan kuramcıları için psikanalizin hayvanları ele alışı halen tartışmalıdır. Freud her ne kadar insanı merkezsizleştirerek antroposantirizmden mesafe almış olsa da, bazı felsefeciler psikanalizin hayvanlara aile dramasında pasif ve durağan benzeşimler üzerinden
sembol rolünü verdiği, hayvanları kendilerinden başka bir şeyin yerine geçeni haline getiren bir yönelime sahip olduğu, insan ruhsallığının hakikatlerini açığa çıkarmak için metaforik araçlar olarak kullandığı ve bu sebeple hem antropomorfik ve hem de halen antroposantrik olduğu fikrini paylaşır.

Bu eleştirel kuramcılardan olan Deleuze ve Guattari, A Thousand Plateaus (Bin Yayla) isimli kitaplarında, insanlığın hayvanları ele alışını üç farklı şekilde tarif ederler. İlk olarak, ödipal hayvanlar, ‘benim kedim, köpeğim, benim bitim, benim filim ve hatta benim küçük
canavarım’ gibi ‘benim’ zamiriyle tarif edilebilen hayvanlardır ve çoğunlukla her biri, kendi küçük geçmişi olan, duygusal ve “bireyleştirilen” hayvanlardır. Arkalarında anne, baba ya da küçük erkek kardeş gibi insanlar saklanır. Bu niteleme, yukarıda açıklanan bağlamda,
hayvanları salt bir temsil olarak aldığı yönünde psikanalize bir eleştiri içerir. İkinci olarak, sınıflandırma hayvanları vardır; bu hayvanlar özellikleri veya nitelikleri nedeniyle arketipler ya da modeller olarak biçimlendirilen yaratıklardır, bu ele alış daha çok Jungyen teoriye
gönderme yapar. Bu iki hayvan türü ile ilgili kritik nokta, hayvanların antropomorfik olarak ele alınmış canlılar olarak, antroposantrik amaçlara hizmet ediyor olmalarıdır. Son olarak üçüncü hayvan türü ise, bir oluş, bir çeşitlilik, bir masal içeren, daha şeytani (demonic) olan grup
hayvanları ya da etki eden hayvanlardır. Kurt adamlar ya da vampirler gibi, bulaşıcıdırlar, yayılırlar ve birbirlerini birbirlerine dönüştürürler. Derek Ryan’a göre, hayvanların kendi maddi, duyuşsal niteliklerini hesaba katan ve antroposantrik ve antropomorfik bir düzenlemeyle
özümsenmelerini reddeden yol, bu üçüncüdür. İnsan hayvanla bir tanışıklık tesis ettiğinde, bu tanışıklık bir dolaşıklık ve yoğunluk yarattığında, hayvanı olduğu kadar insanı da etkilediğinde, karşılaştığımız, bu “etki eden hayvanlar”dır.

“Ancak çetrefilli bir biçimde, hayvan oluş hayvanlarla özdeşleşmek hakkında değildir, taklit etmeye dair de değildir, bir hayvan gibi davranmak da değildir. En önemlisi, oluş hayal dünyasında ortaya çıkmaz, (...) hayal ya da fantezi de değildir.”

Deleuze ve Guattari’ye göre, hayvan, dürtülerin temsilcisi ya daebeveynlerin temsili değildir, bir hayvan oluşun hakikati onun kendi içinde bir duygulanım olması, bizzat dürtü olması ve hiç bir şeyi temsil etmemesidir.

Gerçekten de psikanalitik yazında çoğunlukla vaka öykülerinde kendilerine geniş bir yer bulan hayvanlar, Freud için aile dramasının oyuncularından birini -sıklıkla da babayı- temsil eden yer değiştirmenin örnekleri olurlar. Kurt Adam babasına duyduğu eşcinsel arzuyu, kurtlara yansıtır; Sıçan Adam ensest arzularını ve kastrasyon kaygılarını fareye aktarır.11 En bilinen bir başka yer değiştirme tarifi ise beş yaşındaki Küçük Hans’ın analizinde, at fobisini açıklamak için yapılır. Oğlan çocuğu babasıyla olan çatışmasını, deyim yerindeyse atın arkasına saklamıştır.

Öte yandan, hem hakikatin niteliği hem de ona erişmenin yolları konusunda çoğu zaman farklılaşan felsefe ve psikanalizin, hayvan konusunda da anlaşmazlığa düşmesi oldukça anlaşılırdır. Bu kapsamlı tartışmaya çok da girmeden, felsefeden farklı bir biçimde, psikanalizin günlük bir klinik çalışmanın ürünü olduğu, “önce uygulanıp sonra felsefesinin yapıldığını” belirtmek yeterlidir.

Bu anlamda, canlı ya da cansız bir nesnenin yerine, bir diğerinin geçmesi için kullanılan ve insan zihninin işleyişinin evrensel bir kapa- sitesine gönderme yapan sembol (simge) ve simgeleştirme kavramının, psikanalitik perspektifle kazandığı, kişiye özel olacak şekilde, “duygusal anlam veya içerik tarafından belirlenen ve birleştirilen, potansiyel olarak sonsuz bir referanslar sınıfına atıfta bulunan karmaşık bir temsil (representation)” kavramıyla ve temsil etkinliğiyle ilişkilenmesi önemlidir.14 Temsil çalışması, dürtünün ruhsallıkta ifadesi, ruhsallık içi bir deneyimin simgeleştirilmesi gibi süreçlere atıfta bulunur ve psikanaliz temsil etkinliğinin bilinçdışı, duygusal ve gelişimsel yönlerine odaklanır. Freud, örneğin daha Düşlerin Yorumu’nda, düşlerde bilinçdışı gizli düş düşüncelerinin rüyanın görünür içeriğine dönüşümü sırasında, yoğunlaştırma ve yer değiştirme mekanizmalarıyla birlikte düş işleminin bir başka öğesi olan temsil edilebilirliği tanımlarken, simgeleştirme süreçlerine ve temsil etkinliğine dikkatini yöneltmiştir.

Hayvanlar da, insan ruhsallığında duygu, çatışma, deneyim yaratan süreçlerin temsili olarak yerlerini alırlar. Bu açıdan bakıldığında, Deleuze ve Guattari ile andığımız hayvan kuramcılarının, hayvanların salt bir temsil olarak değerlendirildiğine dair psikanalize yönelik eleştirilerinde bir bakıma haklı oldukları söylenebilir. Diğer yandan ise,
psikanalitik yazında hayvanın belirtilen temsili konumuna odaklanılması da anlaşılabilirdir, çünkü psikanalizin insan ruhsallığına, bilinçdışı süreçlere ve hatta dürtüye bakarken tespit ettiği işleyişte, hayvanların sıklıkla “temsil” niteliğiyle yer aldığı düşünülebilir

Ayrıca, psikanalitik tedavinin, kişiye özgü ruhsal hakikatin bir ötekiyle, simgeleşme süreçleri içinden geçerek, dil yoluyla ilişkilenerek arandığı ve hatta inşa edildiği bir çalışma olduğu düşünüldüğünde, bir seans odasında analiste konuşurken sahneye giren hayvanların, bu
ilişkilenme içinde nasıl bir temsil niteliği taşıdığını anlamaya çalışmak da bu bağlamda kaçınılmaz olmaktadır. Bununla birlikte felsefeden psikanalize katabileceğimiz, hayvanların salt temsil olmaklığını aşan, başka türlü bakış açıları var mıdır diye
düşünebilir miyiz? 

Bu sayıda da sıkça atıfta bulunulan Freud’un köpekleri ile olan ilişkisi, çoğunlukla bir özdeşleşme ya da bir çocuk ikamesi bağlamında ele alınır. Fakat Freud’un tüm köpeklerinden önce bir başka hayvanla tanışolduğunu, Lou Andrea Salome’un 2 Şubat 1913’te kaleme aldığı günlü-
ğünden öğreniriz. Günlüğe göre, Freud’un ofisi zemin katta olduğundan,günlerden bir gün açık bir pencereden içeri, bir kedi girer ve divana uzanır.16 Kedilere, köpeklere ya da genel olarak hayvanlara -henüz- pek aldırmayan Freud’un içinde, başlangıçta kediye karşı karışık duygular
uyanır. Özellikle de kedi, kendini rahatlattığı divandan aşağı inip, antika eşyalarını incelemeye başladığında. Freud, önce kediyi kovalamak ister, yalnız kedinin çok değerli hazinelerinin ortasında pervasızca hareket edip, onlara zarar vermesine yol açmaktan korkar. Ve daha ne
yapacağını düşünürken, mırıldanarak arkeolojik merakını ve hazzını belli eden, kıvrak zerafetiyle en ufak bir hasara yol açmadan ilerleyen bu küçük hayvan, Freud’un kalbini eritir ve Freud ona bir kase süt sunar. O andan itibaren kedi, antikaları incelemek ve hakkı olan süt
kasesini talep etmek için her gün divandaki yerini alır.

Bununla beraber, Freud’un artan sevgisi ve hayranlığına rağmen kedi Freud’a birazcık bile ilgi göstermez, yeşil çekik gözlerini başka herhangi bir nesneye çevirirmiş gibi soğuk bir bakışla karşılık verir. Sadece bir an için, kedinin bencil narsisistik mırıldanmasından daha
fazlasını istediğinde ise Profesör Freud’un ayağını rahat koltuğundan indirmesi ve ayak parmağının hünerli baştan çıkarıcılığıyla kedinin dikkatini çekmesi gerekir.

Bu eşitsiz ilişki uzun süre değişmeden sürdükten sonra, Freud, bir gün kediyi divanda ateşler içinde ve zorlukla nefes alıyorken bulur. En özenli şekilde tedavi edilmesine rağmen kedi zatürreye yenik düşer. Salome’a göre, ‘narsisistik kedi’, Freud’un zihninde, gerçek egoizmin barışçıl ve
oyunbaz cazibesinin simgesel bir resmi dışında, geride kendinden hiçbir şey bırakmadan kaybolur. Ya da kim bilir belki sadece bir yıl sonra yayımlanan “Narsisizm Üzerine” makalesinde, psikanalitik kuramın baş köşesinde, kendisine mırıldanarak bir yer bulur.

“Tıpkı kediler ve büyük yırtıcı hayvanlar gibi, bizimle ilgilenmiyor görünen bazı hayvanların çekiciliğine benzer bir şekilde, bir çocuğun
çekiciliği de büyük ölçüde narsisizminde, kendinden hoşnutluğunda ve erişilmezliğinde yatar.”

Dolayısıyla Freud için bu kedinin, ‘benim’ zamiriyle tarif edilip edilmediği de, ödipal bir anlam taşıyıp taşımadığı da bilinmez. Freud’u bir tanışıklık ilişkisi içinde dönüştürdü mü, o da bilinmez. Fakat eğer varsayımımız doğruysa, psikanalitik kurama bulaşıp, bir etki yarattığı elbette söylenebilir.
Biz de bu sayıda, tarih öncesi duvar resimlerinden çocuk öykülerine, eşeysiz bakteriden sabırlı keneye, kahraman karafatmadan imkânsız ahtapot’a, kurbanlık koçtan arenadaki boğaya, sürülen sokak köpeklerinden şair ev köpeğine oldukça geniş bir yelpazede hayvanları, içinde
birlikte yaşadığımız ortak yuvamız olan gezegenimizin durumuyla birlikte, psikanalizin içinden ele almaya çalıştık. Bu hayvanların “psikanalizin hayvanları” olarak ne kadar “etki yaratacağını” bilmek henüz mümkün değil. Ancak yine de bir etki yaratmak dileğiyle...
 

Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to Psd.moonSu

0 Comments