Urfa
Şanlıurfa, halk arasındaki kısa adıyla Urfa veya eski çağlarda bilinen adıyla Edessa, Türkiye'nin Şanlıurfa ilinin merkezi olan şehirdir.
Yazları son derece sıcak ve kurak bir iklime sahip olan şehir, kışı serin ve nemli geçirir. 2 milyonu aşkın nüfusuyla Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en kalabalık şehri olan Şanlıurfa, aynı zamanda yaklaşık 20,4 ortanca yaş ile Türkiye'nin en dinamik nüfusa sahip ilidir.[1]
Şehrin yaklaşık 12 km kuzeydoğusunda, MÖ 10.000 yılına ait olduğu düşünülen ve dünyanın bilinen en eski tapınağı olan Göbeklitepe bulunmaktadır. Göbeklitepe'nin keşfi ile birlikte bu bölgenin, tarım devriminin gerçekleştiği ilk insan yerleşimleri ağının bir parçası olduğu ve köklü bir tarihi geçmişinin bulunduğu ispatlanmış oldu.[2]
Halk hikâyelerinde ve dini inançlarda İbrahim Peygamber ve Kral Nemrud hikâyelerine konu olmuş olan, Peygamberler şehri ve kutsal şehir gibi tanımlamalarla anılmış olan şehrin Nemrud tarafından kurulduğuna inanılmıştır. MÖ 1. binyıldan başlayarak Asurlular, Medler, Ahamenişler (Persler), Makedonyalılar, Büyük İskender'in varislerinden biri olan Selevkoslar, Osroene Krallığı ve ardından Roma ile Bizans İmparatorluklarının hakimiyeti altında kalan bu şehir, Hristiyanlık tarihi açısından önemli bir yere sahip olup, Süryani kültürünün merkezi konumundaydı. Urfa, 7. yüzyılda Müslüman Araplar tarafından fethedildikten sonra bu özelliğini yavaş yavaş kaybetse de, ciddi bir Süryani ve Ermeni nüfus, 20. yüzyılın başlarına kadar şehirde varlığını korumuştur. 1516'da Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'in Memlûk Devleti'ni Mercidâbık Muharebesi'nde yenmesiyle Osmanlı hakimiyeti altına giren şehir, 1919 yılında önce İngilizler ve ardından Fransızlar tarafından işgal edilene kadar kesintisiz 400 sene Osmanlı idaresinde kaldı. Şehir, 11 Nisan 1920'de işgalden kurtarıldı ve 20 Ekim 1921'de TBMM ve Fransız Hükûmeti arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile Türkiye'ye bırakıldı.
Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında il haline getirildi. Urfa ilinin adı, 22 Haziran 1984 tarih ve 18439 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 3020 sayılı kanunla Şanlıurfa olarak değiştirilmiştir.[3][4][5] 2016 yılında, Şanlıurfa halkının Türk Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı TBMM tarafından şehre İstiklal Madalyası verilmiştir.[6]
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı 2011 yılına ilişkin "Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları" dikkate alınarak Şanlıurfa, 12 Kasım 2012 tarihli ve 6360 sayılı kanun ile büyükşehir oldu.[7][8]
Etimoloji[değiştir | kaynağı değiştir]
Şehrin bilinen en eski adı Edessa olup İskender'in ölümünden sonra kurulan Helenistik krallıklardan Selevkoslar dönemine uzanmaktadır. Selevkoslardan itibaren Urfa, uzun bir zaman sürecinde Edessa ismi ile şöhret bulmuştur. Edessa ismi Yunan dilinde “suyu bol” anlamına gelmektedir. Urfa da içinden akan Karakoyun (Daysan) deresi ve kaynayan pınarlardan dolayı suyu bol bir şehirdi. Fakat Süryaniler, Yunanca olan bu ismi kullanmamış, Urhay’ı kullanmışlardır. Urfa kelimesinin de genellikle Süryanice Urhay’den (Orhai) geldiği ileri sürülmektedir. Bir başka görüş ise Yunanca Osrhoëne, Latince Orrpei’ye dayandığı yolundadır. Bu dillerdeki anlamı “kale” veya “pınar”dır. Osmanlı döneminde yazılı kaynaklar vasıtasıyla yaygınlaşan Ruha kullanımı şehrin Arapça adı olan Ruhâ'dan gelmiştir. 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı döneminde Ruha adı kullanılmış olup daha sonra muhtemelen halk dilinde Türkçe söylenişi kabul görerek Urfa’ya dönüşmüştür. 1984 yılında, Millî Mücadele dönemindeki önemine işaret etmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla şehre Şanlıurfa adı verilmiştir. Kurtuluş Savaşında gösterdiği başarının hatırasından dolayı 1984 yılında "Şanlı" unvanını almıştır.
Tarihçe[değiştir | kaynağı değiştir]
Tarih öncesi çağlar Neolitik ve Kalkolitik dönem[değiştir | kaynağı değiştir]
Göbekli TepeUrfa Adamı diğer adıyla Balıklıgöl heykeli. M.Ö 9000. Şanlıurfa Müzesi.
Son yıllarda Şanlıurfa'da birbiri ardına ortaya çıkartılan arkeolojik bulgularla insanlık tarihine ilişkin önemli bilgiler elde edilmiştir. 1993 yılında şehir merkezinin altında bugünkü Balıklıgöl'ün kuzeyinde yapılan bir keşif sonucu bulunan Urfa Adamı olarak adlandırılan insan şeklindeki tarih öncesi heykel ile Urfa şehir merkezinde insan yerleşiminin tarihinin MÖ. 9500'e Neolitik Döneme kadar uzandığı görülmüştür. 1997’de Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık olarak 22 km kuzeydoğusunda, Örencik köyü yakınlarında Göbeklitepe Höyüğü'nde yapılan kazılarda elde edilen bulgularda ise, insanlığın en eski tapınaklarından biri ortaya çıkarılmıştır. Yüksek boyda karşılıklı olarak yerleştirilmiş dikilitaşların üzerinde insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartılarak veya oyularak betimlenmiştir. Bu kompozisyonun bir öykü, bir anlatım veya bir mesaj ifade ettiği düşünülmektedir. Bir yerleşim yeri değil, kült merkezi olarak tanımlanmaktadır. Buradaki kült yapıların tarım ve hayvancılığa yakın olan son avcı grupları tarafından inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Göbekli Tepe, çevredeki oldukça gelişmiş ve derinlik kazanmış bir inanç sistemine sahip olan avcı-toplayıcı gruplar açısından önemli bir kült merkezidir. Bu durumda bölgenin en erken kullanımının Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın A evresine (MÖ 9.600-7.300), yani günümüzden en azından 11.600 yıl öncesine dayandığı ileri sürülmektedir. Göbekli Tepe'nin bir kült merkezi olarak kullanımının MÖ 8 bin dolaylarına kadar devam ettiği ve bu tarihlerden sonra terk edildiği, başka veya benzer amaçlarla kullanılmadığı anlaşılmaktadır.[9][10]
Antik çağ ve Harran[değiştir | kaynağı değiştir]
Harran Antik Kentiİbrahim peygamber Harran'dan ayrılırken, Francesco Bassano
Bu gün Şanlıurfa’nın bir ilçesi olan ve şehrin 45 km. kadar güneydoğusunda yer alan Harran şehrinin adına ilk defa M.Ö. 2. binyılın başlarına ait çivi yazılı tabletlerde rastlanır. Bu tabletler arasında, Harran'daki Sin Mabedi’nde bir antlaşma imza edildiğine dair bir belge bulunmaktadır. Mezopotamya pagan inanışının en önemli merkezlerinden biriydi ve burada ay tanrısı Sin ile güneş tanrısı Şamaş’ın mabedleri bulunuyordu. 2. binyılın ortalarında Hititler’le Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmaya Harran’daki ay tanrısı Sin ve güneş tanrısı Şamaş şahit tutulmuştur. Bundan sonra Bâbil, Hitit, Asur tabletlerinde Harran’dan sık sık bahsedildiği görülmektedir. Asur tabletlerine göre bölge M.Ö.2000'lerde Hurriler ile Mitannilerin yerleştiği bir yerdi. Süryânîlerin atası olan Ârâmîlerin bölgeye yerleşmesi M.Ö 11.yüzyıldan sonra da Mezopotamya'dan kuzeye doğru göç ederek Fırat'ın iki yakası boyunca uzanan topraklarda Bit-Adini Devleti'ni kurdukları döneme denk gelmektedir. Harran, M.Ö.857'de Asur İmparatorluğuna bağlandı. MÖ 609'de Medler ve Keldânîler'in işbirliğiyle Asur İmparatorluğunun başşehri Ninova'nın ele geçirmelerinden sonra son Asur kralı II. Asur-Uballit, Harran Kalesi'ne sığındı ve Asur İmparatorluğu üç yıl daha burada devam etti. MÖ 612'de Asur İmparatorluğu tamamen ortadan kaldırıldı ve Harran'a sırasıyla Medler ve Keldânîler hakim oldu.
MÖ 722 yılında Asur Kralı II. Sargon'un, İsrail devletini istila ederek Yahudileri Mezopotamya'ya ve Harran'a sürmesiyle bölge ilk kez bir Yahudi topluluğu ile tanışmış oldu. Babil kralı Keldânîler'in hükümdarı Nebukadnezar'ın MÖ 586 yılında Kudüs'ü ele geçirerek şehir ile birlikte Süleyman Mabedini de yıkıp Yahuda Krallığı’nı ortadan kaldırarak Yahudileri bölgeden sürmesi neticesinde tüm Mezopotamya'da önemli bir Yahudi nüfus ortaya çıkmıştı. Tarihe Babil Sürgünü olarak geçen bu hadisenin bir sonucu olarak Mezopotamya kentlerinde Yahudi kolonileri kurulmuştu. MÖ 539'da Perslerin, Keldânîlerin hakimiyetine son vererek Babil İmparatorluğunu ortadan kaldırması neticesinde Harran Perslerin eline geçti. Pers Kralı I. Darius Yahudilerin sürgününe son vererek ülkelerine gitmelerine müsade etse de Yahudilerin bir kısmı Mezopotamya ve Harran'da kalmaya devam ettiler. Bu dönemde Harran'da da güçlü bir Yahudi kolonisi vardı. Şehirdeki Yahudi nüfusun varlığı, Kitâb-ı Mukaddes'de şehrin adının geçmesiyle kendini göstermiştir. Yahudi Kutsal Kitabı Tanah'ta Hārān biçiminde geçen şehir İbrani anlatıları ve mitolojisine göre tufandan sonra yeryüzünde tesis edilen ilk şehir olup Nuh peygamberin torunlarından Kaynan tarafından kurulmuştu. Yahudi Kutsal Kitabı Tanah'ta İbrahim peygamber ve atasının yaşadığı mekan olarak geçen Harran, Yahudilik için kutsiyeti olan bir mekandır. Harran, İbrahim peygamberin yanı sıra Lut peygamber, Şuayb peygamber ve Elyesa peygamber ile de ilişkilendirilen mekanlardandır. İbrahim peygamberin ateşe atılması hadisesi ise Yahudi Kutsal Kitabı Tanah'ta yer almamakla birlikte Kitab-ı Mukaddes dışı Yahudi literatüründe ayrıntılı şekilde anlatılmaktadır.
Harran ve civardaki bölgeler, Büyük İskender'in MÖ 331'de Pers İmparatorluğuna son vermesinden sonra Yunan hâkimiyeti altına girmiş ve sonraki dönemlerde Harran, önemli bir Yunan kolonisi haline gelmiştir. Öyle ki Abbasîler döneminde yaşayan ünlü İslâm hukukçusu Ebû Yûsuf, Harran’dan bahsederken buranın halkının Süryânîce konuşan yerli halk ve Rumlar'dan oluştuğunu söyler.
Helenistik dönem ve Roma döneminde Edessa[değiştir | kaynağı değiştir]
Edessa Kralı V. Abgar.Orfeus Mozaiği.[11]Edessa Kalesi
Harran'ın 45 km kuzeyinde bu günkü Urfa şehir merkezini oluşturan alanda, tarihi verilere göre Büyük İskender'in ölümünden sonra kurulan Helenistik krallıklardan Selevkos İmparatorluğu döneminde Edessa şehri kurulmuştur. Dönemin Yunanca ve Latince kaynaklarda şehrin adı Edessa olarak geçerken şehrin yerli halkının da dili olan Süryanice kaynaklarda Urhay olarak geçmektedir. Selevkoslar'ın MÖ 132 yılında İranlıların baskısına dayanamayarak yıkılması üzerine Urfa'da bu tarihten itibaren Osroene ismi ile bir bağımsız bir krallık kuruldu.[12] Osroene Krallığı, Urfa’da kurulan ilk bağımsız krallıktır ve MS 244 yılına kadar hüküm sürmüştür. Başkenti Edessa yani Urfa olan Osroene krallarının çoğu Abgar ismi ile çağrıldığından bu devlete Abgarlar devleti denildiği gibi Abgarlar dönemi de denilmiştir.
Tarihi kayıtlarda ve Abgar efsanesinde, Kral V. Abgar Ukkama’nın ilk Hristiyan kral olduğu ve Edessa'da hüküm sürdüğü, İsa Peygamber'in tebliğinden hemen sonra bu dini kabul ettiği ve kendi halkına da benimsettiği belirtilir.[13] Cüzzam hastalığına yakalanan ve bu nedenle oldukça acı çeken V. Abgar’ın, İsa Peygamber'in gönderdiği mucizevi mendil sayesinde iyileştiği rivayet edilmektedir. 2016 yılında Şanlıurfa’nın Balıklıgöl yerleşkesi civarında yürütülen "Kale Eteği Projesi" kapsamındaki kazı çalışmalarında Abgar Krallığı dönemine ait olduğu tahmin edilen Süryanice yazıtlar ve ince işlemelerin yer aldığı bir taban mozaiği bulunmuştur. Osroene Krallığı devrine ait Şanlıurfa'daki tarihi eserlerin en kıymetlisi Kale'deki çifte sütundur. Halk tarafından bu sütunlara mancınık denilmektedir. Bu sütunlar Osroene krallarından Eftuha tarafından eşi Şalmet adına dikilmiştir. Kentte, Yunan-Roma üslubunda bezenmiş 30 civarında renkli taban mozaiği, kent içinde ve civarında bulunmuş Süryânice kitabeler ve kaya mezarları Osroene Krallığı dönemine aittir. Bu mozaiklerin büyük bir kısmı yurt dışına kaçırılmış, bir kısmı da bazı müzelerde sergilenmektedir. Bu mozaiklerden en önemlisi, Antik Yunan’da müzik ve şiirle özdeşleştirilen Orpheus'un lir çaldığı ve onun etrafına toplanan çeşitli hayvanların müziği dinlerken tasvir edildiği MS 194 tarihli, 1.64-1.52 m. boyutlarındaki mozaiktir. Mozaik 1980’li yıllarda ABD’ye götürülmüştür. Ancak daha sonra ABD’de Dallas Sanat Müzesi’nde tespit edilince 2015 yılında Urfa'ya iade edilmiştir. Osroene Krallığı döneminde Urfa'da ilmi, edebi bilhassa felsefi çalışmalara önem verilmiştir. Süryaniler ilk edebi ve felsefi çalışmaları MS 2. yüzyılda yapmışlardır. Süryani yazısının doğduğu kent Urfa’dır. 2. yüzyıldan itibaren Hristiyanlık tesiri altında gelişen "Süryani Edebiyatı" doğmuştur. İncil, Yunanca'dan Süryânice'ye ilk defa bu dönemde Urfa’da çevrilmiştir. Urfa'nın başlıca Hristiyan merkezlerinden biri haline gelmesine karşılık Harran, pagan kültürünün bölgedeki en önemli merkezi olmaya devam etti. Yerleşim merkezleri olan Harran'a nisbetle komşularının Harrânîler adını verdiği topluluk ay tanrısı Sin liderliğindeki yıldız ve gezegen kültüne dayalı paganist dinî yapılarını devam ettirmekteydiler.
166 yılında gerçekleşen bir barış antlaşmasıyla Osroene Kralı VIII. Ma’nu, Roma İmparatorluğunun himayesine altına girdi. Bu dönemde Roma İmparatoru Caracalla 213 yılında Mezopotamya Seferi'nden dönerken Urfa Kralı X. Abgar Severus ve oğullarını zincire vurarak Roma'ya götürdü ve orada öldürttü. Başsız kalan Osroene Krallığı 214 yılının Ocak ayında İmparator Caracalla tarafından bir Roma kolonisi haline getirildi. Ancak İmparator Caracalla 8 Nisan 217 tarihinde Harran'daki Sin Tapınağı'nı ziyaretten dönerken yol kenarında çişini yaptığı sırada bir suikast sonucu Julius Martialis isimli bir imparatorluk muhafız subayı tarafından öldürüldü. Osroene Krallığı kesin bir şekilde tarihe karışarak Osroene adıyla bir Roma eyaleti kuruldu. Son Osroene Kralı XI. Abgar Ferhad, 244 yılında Roma’ya dönmüş ve orada ölmüştür. Kendisinin ve karısı Hodda'nın mezarları halen Roma’da olup tarihçiler tarafından ziyaret edilir.
Bizans dönemi[değiştir | kaynağı değiştir]
Edessa Akademisinin kurucusu Mor Efrem
395'te Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı diye ikiye ayrılınca Urfa, Doğu Roma yani Bizans toprakları içinde kaldı. 4. yüzyılda İran'da hüküm süren Sasaniler, Nusaybin’i Bizans'ın elinden alarak kendi ülkesine katınca şehirden kaçanlar arasında yer alan Mor Efrem, Urfa’ya gelerek Süryani Hristiyan geleneğinin eğitim merkezi haline gelecek olan Edessa Akademisinin kurmuştur. Bu dönemde Urfa Akademisi, Süryânî ruhban adaylarını eğiten başlıca okul haline geldi. Bu öğrenciler, ciddi inceleme yapmak için, elverişli bir ortama Urfa’da kavuştular. Hristiyanlığın en eski cemaati olan Süryânîler önce Urfa’daki akademiye gelirler, burada eğitimlerini tamamladıktan sonra Antakya’daki daha ünlü akademiye giderlerdi. Mor Efrem, kurmuş olduğu bu okulda, dil bilgisi, hitabet ve şiir gibi filoloji bilimlerine, astronomi, jeoloji ve bunun yanında mantık, felsefe, tabiat bilimleri, matematik ve coğrafya gibi ilimlere de yer vermiştir. Mor Efrem, 3 milyona yakın şiir cümlesi ile Edessa okulunun ve Süryani edebiyatının en önde gelen isimlerinden biri olmuştur. Bu okulda Latince kitaplar, çevirmen Diyatron tarafından Süryaniceye çevrildikleri gibi İncil kitabı da Latinceden Süryaniceye çevrilmiştir. Yunan filozoflarından, Platon, Aristoteles ve Platinus gibi bilginlerin eserleri de Yunancadan Süryaniceye çevrilmiştir.
5. yüzyılda Süryânî kökenli bir ilahiyatçı olan Konstantinopolis patriği Nestorius, farklı bir bakış açısı ortaya koymuş ve görüşleri Hristiyan dünyasında tartışma konusu olmuştu. 431 yılında toplanan Efes Konsili'nde, Nestorious'un görüşleri reddedilerek dinden çıkmaya sebep sayıldı ve Nestorius Konstantinopolis patrikliğinden azledildi. İmparator II. Theodosius'un emriyle Mısır çölündeki bir manastıra sürüldü. Fakat Nestorius'un öğretisi, o devirde entelektüel odağı Antakya ve Urfa’da olan Süryânî aleminde destek gördü. Urfa, kısa sürede Efes kararlarını kabul etmeyenlerin toplandığı bir yer haline geldi. Urfa piskoposu İbas 448 yılında Nestorculuk yaptığı iddiasıyla mahkemeye çıkarıldı. 451 yılında Roma İmparatoru Markianos tarafından toplanan Khalkedon (Kadıköy) Konsili ile beraber Nestorcuların üzerindeki baskılar daha da artmaya başladı ve 457 yılında bu baskılar sonucunda Urfa Akademisinin başkanlığını yürüten Mor Narsay akademiden ayrılmak zorunda kaldı. Zamanın en önemli entelektüel merkezlerinden biri olan Urfa Okulunun 489 yılında, Bizans İmparatoru Zenon tarafından kapatılmasının ardından hocalarının İran'a iltica edip, Bizans-Sasani sınırının hemen öte yanında bulunan Nusaybin’e taşınması, Nusaybin'in, Süryânî dünyasının ve Orta Doğu'nun başlıca skolastik merkezi olarak öne çıkmasıyla neticelendi. Nasturiler, Urfa ve Bizans topraklarında kendilerine yaşama alanı bulamazlarken sınırın diğer tarafındaki İran’ın tüm vilayetlerinde Nestorcu-Hristiyan cemaatler oluştu.
451 yılında Kalkedon Konsili ile sapkın bir mezhep olarak ilan edilen Monofizitizmi benimseyenler de Bizans İmparatorluğu sınırları içinde ciddi baskılara ve katliamlara maruz kalmaktaydılar. Ancak Bizans İmparatorluğunun doğu sınırlarının Sâsânî akınları sebebiyle tehlikeye düşmesi, Antakya Süryânî kilisesinin yeniden diriltilmesi fikrini doğurdu. Monofizit hareketin esas misyoneri Edessa Piskoposu Yakub Bar-Addai 542 yılından 578’deki ölümüne kadar süren misyon faaliyetleriyle Monofizitizmi bölgede yaymış olup bu katkılarından dolayı Hristiyanlığın Monofizit mezhebine mensup olan Süryânîler'e Ya‘kūbî denmiştir.
İslamiyet sonrası dönem[değiştir | kaynağı değiştir]
Mevlid-i Halil CamiiBalıklıgölün eski bir çizimi.
Edessa, Halife Ömer zamanında 639 yılında İyaz bin Ganem komutasındaki Müslüman Araplar tarafından fethedildi. Emevîler devrinde Harran ve Samsat ile birlikte bir vilâyet haline getirildi. Şehre İslam fethinden sonra Müslüman Araplar tarafından Ruha adı da verilmiştir. Böylece şehir, İslam fethinden sonra Müslümanlar tarafından artık Ruha adıyla bilinmiştir. Şehir 750'de bir müddet Abbâsîler’le Emevî taraftarları arasındaki mücadelelere sahne oldu. İlk Abbasi halifesi Seffah, Fırat kıyısında cereyan eden savaşta Emevîleri yendi ve Harran'a girdi. Bu tarihten sonra Urfa bölgesi Abbâsî egemenliğine girdi. Abbâsî Halifesi Harun Reşid bir ara Urfa’ya geldi ve şehirde bir süre kaldı.
Harranlı bilim insanı Battanî
Abbasi döneminde İslam dünyasında zirve noktasına ulaşan bilim alanındaki çalışmalara paralele olarak bu dönemde yaşayan ve Harranlı olan astronom, astrolog ve matematikçi Battanî'nin bilim dünyasına çok önemli katkıları olmuştur. Sinüsün ve kısmi olarak da tanjantın hesaplamadaki kullanımlarını açıklayarak böylece modern trigonometrinin temelini atması ve güneş yılını da 365 gün, 5 saat, 46 dakika ve 24 saniye olarak ölçmüş olması gibi katkılarından dolayı ölümünden asırlar sonra batı dünyasında kendisine duyulan saygı neticesinde Ay'daki bir bölgeye ismi verilmiştir.
Bizanslılar 942'de bölgeye gelip Urfa halkından İsa peygamberin kutsal tasvirini istediler. Abbâsî Halifesi Müttakî-Lillâh’ın onayı ile, 200 müslüman esirin serbest bırakılması ve şehrin bir daha taciz edilmemesi şartıyla kutsal ikona Rumlar’a verildi. Ancak bu anlaşma Seyfüddevle el-Hamdânî’nin 949'da Urfa halkıyla birlikte Misis’e saldırması yüzünden bozuldu. Bunun üzerine Bizans ordusu 959'da şehre gelerek şehri yağma ve tahrip etti. 10. yüzyılın sonu ve 11. yüzyılın başında Abbâsî merkezi otoritesinin zayıfladığı dönemde bazı valilikler kendi yarı bağımsızlıklarını ilan ediyorlar ve sadece halifeye dini bakımdan hürmet gösteriyorlardı. 905 tarihinden itibaren Arap bir hanedan olan Hamdaniler bölgeye hâkim olmuşlardı. 11. yüzyıl başlarına gelindiğinde ise Urfa, Numeyr oğullarından Utayr adında birinin hâkimiyetindeydi. Yine 11. yüzyılın başlarında ortaya çıkan bir Kürt hanedan olan ve Abbâsî halifesi tarafından Nasrüddevle unvanı verilen Mervânîlerin Emiri Ahmed, 1025 yılında Urfa'yı emirliğinin topraklarına katmıştır. Fakat şehir Bizans kumandanlarından Georgios Maniakes'e bırakılınca, Maniakes 1030-1031 kışında Urfa'ya hâkim oldu. Mervânîler’in onu şehirden uzaklaştırmak için yaptığı teşebbüsler başarısızlıkla sonuçlandı ve Maniakes şehri elinde tuttu. 1037 yapılan anlaşmayla şehir Bizans imparatoruna teslim edildi.
Bizans İmparatorluğu ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu arasında gerçekleşen Malazgirt Savaşı'ndan sonra Bizans'ın elinde kalan Urfa’nın idarecisi Paul yeni Bizans imparatoruna itaat arzetmek üzere başkente gitti. Bu sıralarda Bizans’a tâbi olan Philaretos Brachamios adlı bir Ermeni prensi, hakimiyet sahasını Maraş’tan Malatya’ya kadar genişleterek bağımsızlığını ilân etti. 1081 yılında Vasil adlı bir kumandanını da Urfa’ya sevketti ve altı aylık bir kuşatmadan sonra şehri Bizanslılar’ın elinden aldı. Philaretos, Halep Emîri Şerefüddevle Müslim ile iyi ilişkiler kurdu. Meyhâne olarak kullanılan Urfa Camii’ni müslümanlara teslim etti. Bu arada hâkimiyet mücadelelerinin sürdüğü Urfa’nın halkı Sultan Melikşah’a haber gönderip şehri teslim etmek istediğini bildiriyorlardı. Bunun üzerine Sultan Melikşah, Emîr Bozan’ı Urfa’nın fethiyle görevlendirdi ve şehir üç ay süren şiddetli bir kuşatmanın ardından 1087 yılının Mart ayında fethedildi. Sultan Melikşah, Emîr Bozan’ı Urfa ve Harran’a vali tayin etti. Emîr Bozan’ın 1094 yılında ölümünden sonra Selçuklu emirlerinden Tutuş'un hâkimiyetine geçti. Tutuş kendisine bağlı kalması şartıyla şehri Ermeni asıllı Toros’un idaresine bırakmıştı. Toros’un şehri Emîr Bozan’dan devraldığı da rivayet edilir.
Haçlı Kontluğu, Eyyubi ve Memluk dönemleri[değiştir | kaynağı değiştir]
Baudouin'un Urfa'ya girişi
Urfa'nın Ermeni hakimi Toros'un, Haçlı kontlarından Baudouin de Boulogne’u düşmanlarına karşı birlikte savaşmak için Urfa’ya davet etmesi üzerine şehre gelen Baudouin Urfa’ya gelişinden kısa bir süre sonra Toros'un öldürülmesi üzerine 10 Mart 1098’de şehre hâkim olup Urfa Haçlı Kontluğu’nu kurdu. Süryani ve Ermeni çoğunluğa Katolikliği dayattı. Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan 1106 yılında Urfa Haçlı Kontluğu üzerine yürüyüp Urfa’yı kuşattı. Ancak şehrin sağlam surlarını aşmak mümkün olmadı. Urfa'da yaklaşık elli yıl süren haçlı hakimiyetinden sonra Franklar’ın Bizans’la aralarının açıldığı, Urfa ve Antakya’daki Haçlı hükümdarların birbirinden nefret etmelerinin oluşturduğu uygun bir ortamda Musul ve Halep’te hüküm süren İmâdeddin Zengî, Haçlı Kontu II. Joscelin’in şehirden ayrılmasını fırsat bilerek Urfa’ya geldi. Surların önünde yaptığı teslim olma teklifi Süryânî ve Ermeni ruhanî liderleri tarafından reddedilince surlar mancınıklarla dövüldü ve dört hafta kadar süren kuşatmanın ardından Türkler 24 Aralık 1144 günü şehre girdi. Urfa valiliğine Ali Küçük getirildi ve emrine bir garnizonla yedi kumandan verildi. Bu zafer Haçlılara karşı Müslümanların ilk büyük başarısı olarak kabul edilir fakat aynı zamanda II. Haçlı Seferi’nin de başlıca sebebi olmuştur. Urfa, Haçlılardan geri alındıktan sonra, İmâdeddin Zengi bir kısım Ermeni'yi şehirden çıkarmış, Süryanilere haklar tanımış ve Müslümanlara her zaman yakınlık göstermiş olan Yahudilerden 300 aileyi Urfa’ya yerleştirmiştir. Bu gün Urfa merkezindeki Hasan Padişah Camiinin yerinde eskiden bir sinagog yer almaktaydı.
1182'de Selâhaddîn Eyyûbî’nin idaresine giren şehir uzun süre Eyyûbîlerin hakimiyeti altında kaldı. 1251 yılında Moğollar şehri ve çevresini yağmaladı ve ardından şehir Hülâgû Han'a teslim oldu. Şehir, Moğollar 1260 yılında Ayncâlût Savaşı’nda Mısır ve Suriye'de hüküm süren Memlûkler tarafından yenilgiye uğratılınca Memlûklerin hakimiyetine girdi.
Modern dönem, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti[değiştir | kaynağı değiştir]
Yavuz Sultan Selim
1516'da Yavuz Sultan Selim'in Memlükleri Mercidâbık savaşında yenmesiyle Osmanlı sınırları içine katılmıştır. Osmanlı idaresine girdikten sonra bir sancak olarak Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır. 1578-1588 yıllarına ait kayıtlar Urfa sancağını Rakka beylerbeyiliği içinde gösterir. Bu değişiklikte Rakka ve Urfa yöresinde başlayan ayaklanmaya Urfa sancak beyi Sührab’ın katılmasının da etkisi olmalıdır. Sancak beyliği kaldırılan Urfa, Rakka beylerbeyine has kaydedilmiştir. 16. yüzyılın son yıllarına rastlayan Celâlî isyanları sırasında Karayazıcı Abdülhalim’in eline geçen şehir 1600’de tekrar kontrol altına alındı. Ancak bölgedeki güvensizliğin devamı halkın topraklarını terkedip buradan göç etmesine yol açtı. Ardından gelen yüzyıllar ise şehir tarihi açısından uzun bir durgunluk dönemidir. Sultan IV. Murad’ın Bağdat seferine giderken buraya uğradığı ve bir süre kaldığı bilinmektedir. Evliya Çelebi’nin seyehatnamesinde bildirdiğine göre 17. yüzyılda Urfa üç tuğlu paşalar tarafından idare edilmekte olup, dört mezhebe göre fetva veren bilgili kadılara sahipti. Son olarak 1839’da Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa’nın idaresindeki Mısır ordusu tarafından ele geçirldi ancak kısa süren bu hakimiyetin ardından I. Dünya Savaşı'nın sonunda 1919 yılındaki İngiliz işgaline kadar Osmanlı idaresinde kaldı. 1866 yılında Halep Vilayetine bağlanan Urfa, 1919 yılında, önce İngilizlerin, daha sonra Fransızların işgaline uğradı. Şehir 11 Nisan 1920'de Urfalı milisler tarafından işgalden kurtarılmış; Cumhuriyet sonrasında 1924 yılında ise il olmuştur. Urfa ilinin adı, 22 Haziran 1984 tarih ve 18439 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 3020 sayılı kanunla Şanlıurfa olarak değiştirilmiştir.[3][4][5] 2016 yılında ise Şanlıurfa halkının Türk Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği kahramanlıktan dolayı TBMM tarafından bu kente İstiklal Madalyası verilmiştir.[6]