Dewey ve Eğitim Felsefesi

VzfR...6dCM
18 Jan 2024
63

Dewey’e göre genel olarak felsefe, sosyal yaşamdaki zorluklardan ve
çatışmalardan neşet eden bazı problemlere cevap bulma arayışıdır. Bu problemler esas
olarak zihin ve madde, beden ve ruh, birey ve toplum, teori ve pratik veyahut bilme ve
yapma ile ilgilidir. Bu problemleri formüle eden felsefi sistemler, insanların mevcut
tecrübelerinin niteliği ölçüsünde içinde oldukları veya yönettiklerini düşündükleri
gerçeklik hakkındaki fikirlerini açık bir şekilde ortaya koyarlar. Böylelikle felsefe hem
temanın hem de yöntemin belirli bir bütünselliğini, genelliğini ve nihailiğini içerecek
şekilde tanımlanır. Bu bağlamda felsefe, bir yandan tema bakımından insana ve yaşama
dair meseleleri anlama çabası iken, diğer yandan o tecrübeye yani pratiğe dair bütünlüklü
bir bakış açısına ulaşma gayretini de içerir. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak,
Dewey’in düşüncesinde felsefe sadece belirli meseleleri anlama çabasını içermez, aynı
zaman da o pratiğe dair bütüncül bir bakış açısı da sunar. Yani felsefenin pratiğe bakan
bir yönü muhakkak bulunmaktadır. O felsefenin bu yönünü, onun hikmet sevgisi
(philosophy-love of wisdom) olarak tanımlanmasını örnek göstererek açıklar. Dolayısıyla
ona göre felsefenin, yaşamın pratik yönüyle olan bu doğrudan ve yakın ilişkisi, onu
bilimden açıkça ayırır. Zira bilim, insana ve dünyaya dair belirli gerçeklikler hakkında
bilgi verir ve raporlama yapar. Fakat o, insanın nasıl davranması gerektiğini belirtmez,
bunu yaparsa o zaman bilim, felsefenin içinde erir ve onunla birleşmiş olur.
Demek ki Dewey’in düşüncesinde bilimden farklı olarak felsefe, insanın
kendisini ve dünyayı anlama çabasının yanında, insanın pratikte nasıl davranması
gerektiğine dair bir bakışı da içermelidir. İşte tam bu noktada felsefe ile eğitim ilişkisi
belirgin bir şekilde açığa çıkar. Ona göre esasında eğitim, felsefi tartışmalardan yola çıkarak insana iyice nüfuz edip onu anlamak için uygun bir zemin sunar. Bu bağlamda
felsefe sadece soyut entelektüel bir uğraş alanı olarak kalmaz, o daima eğitim pratiğine
de yansır. Hatta ona göre eğitim pratiğine yansımayan bir felsefe, yüzeysel bir felsefedir.
O bu konuda şöyle der:
“Eğer eğitimi, doğaya ve diğer insanlara karşı, entellektüel ve
duygusal temel eğilimleri oluşturma süreci olarak kabul edersek, felsefe
de ‘eğitimin genel bir kuramı’ olarak tanımlanabilir… Eğitim, felsefi
ayrımların somutlaştığı ve test edildiği bir laboratuvardır.”
Pasajdan da anlaşıldığı üzere Dewey, felsefeyi genel bir eğitim teorisi olarak,
eğitimi ise felsefi ayrımların somutlaştığı ve test edildiği bir laboratuvar olarak görür. Bu
bağlamda eğitim felsefesini de hazır yapım fikirlerin pratiğe şırınga edilmesi olarak değil,
bilakis çağdaş sosyal yaşamın zorluklarına karşı baş etmede doğru zihinsel ve ahlaki
alışkanlıkların oluşturulması probleminin açık bir formülasyonu olarak görür. Dewey’in felsefesi ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde onun tüm felsefesini
tecrübe (experience) kavramı üzerine bina ettiği görülecektir. Başka bir ifadeyle onun
tüm felsefesini bir örümcek ağı gibi tasavvur edersek, bu ağın merkezinde tecrübe
kavramı yer almakta ve onun diğer bütün felsefi anlayışlarının bu kavramla muhakkak
bir ilişkisi bulunmaktadır. Bu bağlamda o ahlaktan sanata kadar birçok konuyu hep
tecrübe kavramı ile irtibatlandırmıştır. Kimi filozoflara göre onun tecrübe analizi,
felsefeye yapılmış en büyük katkılardan biridir, kimilerine göre ise onun ele aldığı şekliyle bu kavram muğlaktır. Araştırmamızın ikinci bölümünde onun tecrübe anlayışı
çeşitli boyutlarıyla ele alınacaktır. Fakat burada onun tecrübe kavramına dair felsefi
mirasa getirdiği eleştiriler üzerinden onun tecrübe anlayışının temellerini ortaya koymak
gerekir.
Dewey’e göre, tecrübe felsefesinin tarihi eski Yunan filozoflarından Platon ve
Aristoteles’e kadar uzanır. Bu çağdaki filozofların çoğu, birçok mesele hakkında farklı
düşünüyorken tecrübenin sadece pratik sorunlarla alakalı olduğu görüşünde hemfikirdir.
Bir yandan tecrübenin amacının maddi çıkarlar ve organının da beden olduğunu kabul
ediyorlar, diğer yandan ise bilgiyi pratikten bağımsız olarak var olan, kaynağı ve organı
da saf zihin olan bir şey olarak düşünüyorlardı. Bu bağlamda rasyonel bilgi tamlığı ve
sağlamlılığı temsil ederken, tecrübe eksikliği ve değişkenliği temsil ediyordu. Bu anlayışa
göre tecrübe, en iyi şekilde pratiğe dayalı el becerilerinde kendini gösterir. Bu becerileri
edinmek için sürekli olarak duyu organları yoluyla nesnelerle temas kurulur. Bu
temasların sonuçları korunur ve birleştirilir. Çok sayıda deneme yapılarak ulaşılan bu
sonuçlar, deneme ve yanılma yöntemine (method of trial and error) işaret eder. Bu
yöntemde rastlantısal bir durum söz konusudur. Tecrübede aklın ve bilimin eksik olarak
kabul edilmesi ve bu nedenle de en az güvenilir sayılması, ondaki bu rastlantısal
karakterden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla tecrübe rastlantısal ve değişken olduğu için
ona güvenilmez. Rasyonel bilgi ise tekliği ve daimiliği temsil ettiği için daha üstündür.
Dewey’e göre pratik olana karşı entelektüel olanın üstünlüğü tavrı, dönemin eğitim
felsefesini ve uygulamasını oldukça etkilemiştir ve bu etki Orta Çağ boyunca
sürdürülerek daha da güçlenmiştir.
Orta Çağ’da daha da güçlenen bu tecrübe felsefesi, Rönesans döneminde bir
kırılmaya uğradı ve bu dönem ileride yaşanacak radikal değişimlere zemin hazırladı.
Rönesansı takip eden XVII. yüzyıl ise deneysel bilimlerin şekillenmeye başladığı bir yüzyıl oldu. Tecrübe ve bilgi teorileri bağlamındaki değişim, XVIII. yüzyılda da artarak
devam etti. Dewey’e göre, bu yüzyıllarda ortaya çıkan ve kendilerini empirist olarak
tanımlayan modern filozofların zihninde eleştirel bir amaç vardı. Bacon, Locke,
Condillac ve Helvetius gibi empiristlerin temel amacı, benimsemedikleri ve kabul
etmedikleri inançları ve kurumları yıkmaktı. Bu amacı gerçekleştirmenin en uygun yolu
da tecrübeye sarılmaktı. Bu bağlamda bir tecrübe felsefesi olarak emprisizm, geleneğe
ve otoriteye dayanan fikirlerin ve inançların sorgulanmasında güçlü bir silah olarak
kullanıldı. Bu felsefi akım, fikirlerin ve inançların oluşturulması konusunda gerçek
objelerle doğrudan temasa önem vermede oldukça haklıydı. Bunun eğitim uygulamasına
etkisi ise şöyle oldu: Eğitimde kitabî bilgiye dayanan yaklaşımın yerine duyu organlarının
doğrudan bilgisine önem veren bir teori ortaya çıktı. Bu olumlu bir gelişme olmakla
birlikte, bu teorinin bir gereği olarak eğitimde duyu organlarının aşırı kullanımı, onda
düşüncenin rolünü azalttı. Söz konusu bu teoriye göre, duyu organlarının kullanımında
düşüncenin yeri yoktu ve düşünce sadece duyumların birleştirilmesi ve ayrıştırılması idi.
Oysa Dewey’e göre, duyumları temel alan bir eğitim sisteminde tanımlamalara, kurallara,
sınıflamalara ve sembollere dayalı rasyonel bir bilgi sorunu gündeme gelir. İşte bu
bağlamda o, duyumsal emprisizmin eğitimsel bilgi felsefesi açısından en az üç kusuru
olduğunu söyler.
Bu kusurları özetleyecek olursak; 1.Ona göre duyumsal emprisizmin tarihi, esas
itibariyle geleneksel fikirlere ve inançlara karşı eleştirel ve yıkıcıdır. Oysa eğitim,
yıkıcılıktan ziyade yapıcılığa ihtiyaç duyar. 2. Bireyin nesnelerle doğrudan temas kurarak
bilgiye ulaşması olumludur. Ne var ki uzağımızdaki nesnelerin bilgisine ulaşmada,
hesaplama ve matematiksel işlemlerde, soyutlama yoluyla anlamın kavranmasında
düşünceye ihtiyaç vardır. Duyu organlarıyla elde edilen bilginin aşırı vurgulanması,
zihinsel gelişime zarar verir. 3. Bununla birlikte bu akımın temelindeki zihin gelişimi
psikolojisi de büyük oranda yanlıştır. Çünkü bu akıma göre etkinliklerde insan zihni pasif
bir alıcıdır. Oysaki insan duyu organlarından gelen uyarıcılara maruz kaldıktan sonra,
verdiği tepki ile etkinliklerin seyrini değiştirir. Bu onun zihnin etkinliklerde aktif yüzyıl oldu. Tecrübe ve bilgi teorileri bağlamındaki değişim, XVIII. yüzyılda da artarak
devam etti. Dewey’e göre, bu yüzyıllarda ortaya çıkan ve kendilerini empirist olarak
tanımlayan modern filozofların zihninde eleştirel bir amaç vardı. Bacon, Locke,
Condillac ve Helvetius gibi empiristlerin temel amacı, benimsemedikleri ve kabul
etmedikleri inançları ve kurumları yıkmaktı. Bu amacı gerçekleştirmenin en uygun yolu
da tecrübeye sarılmaktı. Bu bağlamda bir tecrübe felsefesi olarak emprisizm, geleneğe
ve otoriteye dayanan fikirlerin ve inançların sorgulanmasında güçlü bir silah olarak
kullanıldı. Bu felsefi akım, fikirlerin ve inançların oluşturulması konusunda gerçek
objelerle doğrudan temasa önem vermede oldukça haklıydı. Bunun eğitim uygulamasına
etkisi ise şöyle oldu: Eğitimde kitabî bilgiye dayanan yaklaşımın yerine duyu organlarının
doğrudan bilgisine önem veren bir teori ortaya çıktı. Bu olumlu bir gelişme olmakla
birlikte, bu teorinin bir gereği olarak eğitimde duyu organlarının aşırı kullanımı, onda
düşüncenin rolünü azalttı. Söz konusu bu teoriye göre, duyu organlarının kullanımında
düşüncenin yeri yoktu ve düşünce sadece duyumların birleştirilmesi ve ayrıştırılması idi.
Oysa Dewey’e göre, duyumları temel alan bir eğitim sisteminde tanımlamalara, kurallara,
sınıflamalara ve sembollere dayalı rasyonel bir bilgi sorunu gündeme gelir. İşte bu
bağlamda o, duyumsal emprisizmin eğitimsel bilgi felsefesi açısından en az üç kusuru
olduğunu söyler.
Bu kusurları özetleyecek olursak; 1.Ona göre duyumsal emprisizmin tarihi, esas
itibariyle geleneksel fikirlere ve inançlara karşı eleştirel ve yıkıcıdır. Oysa eğitim,
yıkıcılıktan ziyade yapıcılığa ihtiyaç duyar. 2. Bireyin nesnelerle doğrudan temas kurarak
bilgiye ulaşması olumludur. Ne var ki uzağımızdaki nesnelerin bilgisine ulaşmada,
hesaplama ve matematiksel işlemlerde, soyutlama yoluyla anlamın kavranmasında
düşünceye ihtiyaç vardır. Duyu organlarıyla elde edilen bilginin aşırı vurgulanması,
zihinsel gelişime zarar verir. 3. Bununla birlikte bu akımın temelindeki zihin gelişimi
psikolojisi de büyük oranda yanlıştır. Çünkü bu akıma göre etkinliklerde insan zihni pasif
bir alıcıdır. Oysaki insan duyu organlarından gelen uyarıcılara maruz kaldıktan sonra,
verdiği tepki ile etkinliklerin seyrini değiştirir. Bu onun zihnin etkinliklerde aktif olduğunu gösterir. Sonuç olarak modern emprisizm tarafından oluşturulan tecrübe
felsefesi, eski Yunan felsefesine göre daha çok kabul görse de tatmin edici bir eğitim
felsefesi yaratamamıştır.
Yukarıda görüldüğü üzere Dewey, emprisizmin kusurlarını açık bir şekilde
ortaya koyar. Bununla kalmayıp tarihsel rasyonalizmin tecrübeye dair fikirlerini de
eleştirir. Bu bağlamda geçmişte, rasyonalizmin aklı, bir doğrulama ve savunma aracı
olarak sıklıkla kullandığını ve bu durumun da birçok yanlışa yol açtığını belirtir. Örneğin,
çağdaş bir psikoloji okulunun, ussallaştırma kavramını, yaptığımız ama hoşa gitmeyen
durumları ve olayları rasyonalize etmede kullanmasının, rasyonalistler tarafından aklın
nasıl bir savunma aracına yol açtığının açık bir örneği olarak görür. Bunun yanı sıra
rasyonalizmin akıl konusundaki bu tutumunun dikkatsizliğe, kendini beğenmişliğe,
sorumsuzluğa ve katılığa, kısacası mutlakçılığa yol açtığını düşünür. Hatta bu rotanın
entelektüel sorumsuzluk ve ihmalle sonuçlandığını söyler. Çünkü rasyonalistlere göre,
aklın kavramları kendi içinde yeterlidir ve de tecrübenin üzerindedir. Bunların tecrübeyle
pekiştirilmesine gerek yoktur ve bundan muaftırlar. Dewey’e göre rasyonalistlerin bu
varsayımı, insanları somut gözlemler, deneyler ve tecrübeler konusunda dikkatsiz ve
ihmalkâr yapmıştır.
Tecrübe felsefesine dair bir yandan emprisizmin kusurları diğer yandan
rasyonalizmin katılığı, filozofları bu konuda orta bir yol bulmaya itmiştir. Bu iki felsefi
akım arasındaki orta yolu bulmada Kant’ın çabaları kayda değerdir. Zira o, Ula’nın
tabiriyle, “deneyimi, fiziki dünyada varolanlar ile us ürünü ilkelerin birleşimi olarak
tanımlayarak orta bir yol çizmiştir.” Bu bağlamda Kant, tecrübe hakkında, empiristler
ile rasyonalistlerin kimi görüşlerini birleştiren eleştirel bir felsefe ortaya koymuştur. Bu
felsefede apriori ve aposterioeri önermeler önemli bir yer tutar. Kant, kendisine kadar
gelen önermeleri göz önünde bulundurarak iki tür sınıflama yapar. Önermelerin
kaynağını dikkate alarak yaptığı ilk sınıflamaya göre bir önerme apriori veya aposteriori olur. Apriori bir önermenin doğruluğu için deneye gerek yoktur, o doğruluğunu kendi
içinde barındırır. Aposteriori bir önermenin doğruluğu ise ancak deneyle bilinebilir.
Dewey, Kant’ın aklın tecrübeden bağımsız olarak “savurganca hak iddia
etmesini sınırlamak için yaptığı girişimi” övgüye değer bulur fakat yine de onun tecrübeyi
küçümsediğini ve salt kavramların değerini tuhaf bir şekilde abarttığını belirtir. O, Kant’a
yönelik eleştirilerini sürdürerek onun apriori önermelerin tecrübeyle
kanıtlanamayacağını söyleyerek, akla ilişkin mutlaklığın ruhunu beslediğini iddia eder.
Sonuç olarak Dewey hem emprisizmi ve rasyonalizmi hem de bu iki akım arasında orta
bir yol bulmaya çalışan Kant’ı eleştirerek, tecrübede aklın yerini farklı bir şekilde
konumlandıran yeni bir felsefi yapılanmaya gitmek gerektiğini belirtir.

Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to xinus

5 Comments