SURİYE FİLİSTİN BÖLGESİNİN COĞRAFYASI
Tarihsel olarak Suriye Filistin bölgesi Akdeniz’in doğusunda kalan topraklardır. Avrupalılar bu topraklara Levant demektedirler. Bölge, Mısır’ın kuzeyinden başlayarak bugünkü İsrail, Filistin, Lübnan, Suriye ve Türkiye’deki Toros Dağları’nın güneyidir. Kuzey güney doğrultusunda yaklaşık 600 km uzunluğa, doğu batı yönünde de yaklaşık 100 km genişliğe sahiptir.Doğusu çöllerle kaplı olan Levant’ın batısı yani Akdeniz kıyısı doğal limanlara sahiptir. Bölge tarih boyunca Mezopotamya, Mısır, Ege ve Anadolu kültürlerinin buluşma noktası olmuştur. Antik Mısır, Anadolu ve Mezopotamya ve Akdeniz arasında kalan bu bölge aynı bugün olduğu gibi kuzey güney istikametinde göç hareketlerine sahne olmuştur. İlk yerleşmelerden beri bu özelliği bu bölgeyi hem kültürel bir kaynaşma potası, hem de bir ticaret üssü haline getirmiştir. Bölgenin en güneyinde bulunan Karmel Dağları ve kuzey doğu güney batı istikametinde Anti Lübnan Dağları ve kuzey güney istikametinde uzanan Lübnan Dağları Mezopotamya ile bir sınır görevi görmektedir. Bu sebeple doğu-batı yönünde geçişler tarih boyunca Türkiye’nin güneydoğusundan ve Suriye’nin kuzeyinden gerçekleşmiştir. Bu dağlarda Mezopotamya ve Mısır için hayati öneme sahip kerestelik sedir ağacı bulunmaktadır. Anti Lübnan ve Lübnan Dağları arasında bereketli Bekaa vadisi bulunmaktadır. Oldukça verimli olan bu ve diğer ovalar, daha neolitik dönemden beri yerleşime sahne olmuştur. Akdeniz’e dik uzanan Anti Lübnan Dağları çok geniş doğal limanların oluşmasına sebep olmuştur. Litani Irmağı ve Şeria Irmağı bölgeye tarih boyunca hayat vermiştir. 2 İLK YERLEŞMELER: Suriye-Filistin bölgesinde ilk insan izleri daha Paleolitik dönemden itibaren görülmektedir. İlk yerleşim yerleri mağaralardır. Arkeolojik kazılar Filistin’de MÖ 18.000-11.000 tarihleri arasında görülen Kebara Kültürü ve MÖ 15.000’lerden itibaren Teberiye Gölü’nün doğu yakasında kalıcı yerleşim merkezlerini ortaya koymuştur. Paleolitik dönemin bir özelliği olarak bölgenin ilk sakinlerinin avcı toplayıcılık yaparak beslendiklerini söyleyebiliriz. MÖ 11000’lerde Akdeniz’in doğusunda Natuf kültürü ortaya çıkmıştır. Natuf kültürünün en belirgin özelliği insanların avcı toplayıcılıktan ziraat faaliyetlerine geçişini temsil etmesidir. Ziraatın yanında insanların beslenmesinde yabani hayvanlar hala önemli bir yer tutmaktadır. Petra yakınlarında ve Nahal öreninde yapılan kazılarda bulunan yaban keçisi ve ceylan kemikleri bu bilgiyi doğrulamaktadır. Teberiye gölü etrafındaki yerleşmelerde bulunan öğütme taşları bu insanların beslenmesinde tahıla da ver verdiğini göstermektedir. Bu tahılları yenebilecek duruma getirmek için önce kavurarak kabukları çıkarılmış, sonra bu taneler suda pişirilerek lapa haline getirilmiş, daha sonra kurutularak öğütülmüştür. Öğütülen tahıl su ile karıştırılarak hamur haline getirilmiş ve tüketilmiştir. Proto-Neolitik (çanak çömleksiz neolitik) dönemde ziraat artık bölgede bulunan yerleşimlerin bildiği bir alandır. Arpa, emmer buğdayı ve baklagiller ilk tarımı yapılan ürünlerdir. MÖ sekizinci binde bugünkü Ürdün Vadisi’nde Ölü Deniz yakınlarında bulunan Eriha (Jerikho) ilk kent yerleşmesi olarak karşımıza çıkar. On metreye yaklaşan surlarla tahkim edilmiş Eriha, sonraki dönemlerde de yoğun olarak yerleşim görmüştür. Kentin etrafının surlarla ve hendeklerle çevrilmesi burada bir siyasi organizasyonun olduğu izlenimini akla getirmektedir. MÖ 7000’lere geldiğimizde Levant bölgesinde alanları on hektara yaklaşan en az beş yerleşme daha kurulmuştur. Bölge insanı yılda yaklaşık 150 mm yağan kış yağmurlarını biriktirip kavurucu yaz sıcaklarında kullanacak teknik becerilere sahiptir. Ürdün vadisinde Natuf Kültürü MÖ 6500’lere gelindiğinde yerini Beidha kültürüne bırakmıştır. Beidha denizden 1000 metre yüksekte bulunan antik bir yerleşmedir. Yaban keçisi ilk kez bu dönemde evcilleştirilmiştir. Bölge halkı avcı toplayıcılığın yanında buğday ve arpa gibi tarım ürünleri ekerek beslenmiştir. Gelişmiş bir köy niteliği kazanan Beidha, Anadolu’daki Çatalhöyük yerleşmesiyle çağdaştır.Tunç çağına geldiğimizde Levant bölgesi hem Mezopotamya, hem de Mısır ile kültürel etkileşime girmiştir. Biblos (Cübeyl), Mısır’a hem kereste, hem de zeytinyağı ihraç ederek bu kültürel etkileşimi hızlandırmıştır. Aynı şekilde Mezopotamya’da başlayan şehirleşme faaliyetleri için ağaç, oldukça gerekli ve önemli bir malzemeyi oluşturur. Sümer kent devletlerinin ihtiyaç duyduğu ağaç bu bölgeden getirilmiştir. Tunç çağında Levant’ın öne çıkan kentleri Mari (Tel Hariri), Ebla (Tel Mardik), Hama, Ugarit (Ras-Şamra) ve Biblos’tur (Cübeyl). 4 MÖ III. BİN VE II. BİNDE SİYASİ GELİŞMELER: MÖ III. Binde Levant’ta Amurru adı verilen Sami göçlerinin meydana getirdiği bir kaos görülür.5 Bu kaos doğuya yani Mezopotamya’ya kadar dalga dalga ilerlemiş ve Sümer kent devletlerinin yıkılmasına neden olmuştur. Bölgeye giren Sami grupları Biblos ve Ugarit gibi daha eski yerleşmeleri ele geçirerek buraları kendi anlayışlarına göre düzenlemiştir. Sidon, Tyros ve Beritos (bugünkü Beyrut) gibi kentler bizzat onlar tarafından kurulmuştur. Bu Sami grupları Batı Sami lehçesi yani Kenanca konuşurdu. Kenanca kuzeyde Ugaritçe ve güneyde Fenikece olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Kenanca İbranice ile akrabadır. Bölgede yoğun olarak kullanılmasından bu bölgeye Kenan Ülkesi denmiştir. Levant’ta bu dönemde siyasi olarak en önemli kent Ebla’dır. Ebla (Tel Mardik), Mezopotamya, Anadolu, Mısır ve Kıbrıs arasındaki ticareti yöneten önemli bir stratejik merkez konumundadır. Konumu itibarı ile kent güçlü bir krallık olarak karşımıza çıkar. Kral İbrium stratejik öneme sahip bu kenti, Assur kralları ile yaptığı ticari anlaşmalar ile daha da önemli hale getirmiştir. MÖ 2400-2250 yılları arasında Ebla’da 260 bin kişini yaşadığı tahmin edilmektedir. Mezopotamya’da kurulan Akkad İmparatorluğu’nun yayılma siyaseti Ebla’yı da içine almıştı. Sargon ve Naram-Sin Ebla’ya seferler düzenlemişler, Naram-Sin kenti ele geçirmeyi başarmıştı. Akkadlardan sonra kısa bir dönem daha canlılık gösteren Ebla, Babil Krallığı’nın etkisi altına girdi. Hititlerin bölgeye gelmesiyle siyasi hâkimiyetini kaybetti ancak kent var olmaya devam etti. Mari (bugünkü Tel Hariri), André Parrot tarafından kazılarda keşfedilmiş ve ilk evresi MÖ 2900’lü yıllara kadar götürülen Suriye’nin Irak sınırına yakın bölgesinde kurulan önemli bir ticaret kenti olarak karşımıza çıkar. Ticaret yolları üzerinde bulunan Mari, MÖ II. Binde bölgedeki en önemli krallıklardan biridir. Mari, kral Zimri-Lim zamanında yakın doğunun en önemli kentlerinden biri olmuştur. Giriş katında 260 odası bulunan Mari sarayı Babil kralı Hammurabi tarafından yıkılmıştır. Şans eseri sarayda bulunan 20.000 kadar çivi yazılı tablet üzerine saray yıkıldığı için zarar görmeden günümüze kadar ulaşmıştır. Mari ile çağdaş ve bu 4 kentin batısında bulunan bir diğer krallık, merkezi bugünkü Antakya yakınlarındaki eski adı Alalah (Tel Açana) olan Yamhad krallığı idi. Qatna, Halep ve Ugarit diğer önemli kentlerdir. Anadolu’nun kuzeyinde MÖ II. binde kurulan Hitit Krallığı’nın güçlenmesi Mezopotamya’nın kuzeyi ve Suriye bölgesinde kurulan krallıkların sonu olmuştur. Dönemin en güçlü krallığı olan Babil, Hitit saldırılarına dayanamamış MÖ 1595’te yıkılmıştır. Hitit kralı Murşili’den sonra Hitit başkenti Hattuşa’da (Çorum-Boğazköy) çıkan karışıklıklar ve isyanlar Hititlerin bölgeye olan ilgisini azaltmıştır. Bu siyasi boşluk Kassit, Hurri, Mitanni halkları ile doldurulmuş ve kısa süreliğine bölgede Hurri-Mitanni Krallığı kurulmuştur. Hurri halkı Mısır’a kadar ilerlemiş ve orada Avaris adında bir kent kurarak Hiksoslar hanedanını başlattılar. Halkların Hurri, yönetici zümrenin Mitanni olduğu Hurri-Mitanni devleti, Hitit İmparatorluğu’nun güçlenmesiyle Mısır ile müttefik olmuştur. Ancak tüm çabalarına rağmen Hitit tarihinin en güçlü kralı I. Şuppiluliuma Hurri-Mitanni devletine MÖ 1370’te son vermiştir. Bundan sonra Hititlerin mücadelesi Mısır ile olacaktır. Bir önceki ünitede de belirttiğimiz gibi bu mücadele Kadeş Antlaşması ile dostluğa dönecektir. Suriye Filistin bölgesindeki pek çok küçük krallık Hitit kralına bağımlı olarak varlıklarını devam ettirmiştir. MÖ 13. yüzyılın sonlarında (1200’lü yılların başı) Akdeniz ve Anadolu’dan gelen yeni bir göç dalgası bölgedeki birçok krallığı yıkacaktır. Yıkılanların en büyüğü şüphesiz Hitit İmparatorluğu’dur. Mısır’a kadar daha pek çok kent devleti yakılmış, yıkılmış ve yok edilmiştir. Ege göçleri denen bu hareket, Balkanlardaki İlliryalıların yer değiştirmesiyle patlak vermiş ve sadece Suriye Filistin bölgesinde krallıkların yıkılmasına yol açmamıştı. Anadolu’da yıkılan bir önemli kent de Antik Troas bölgesindeki Truva’dır (Hisarlık).6 Truva’nın efsanesi Homeros destanlarında yaşatılmıştır. Ege göçleri sonucu büyük devletlerin yıkılması Mezopotamya ve Suriye Filistin bölgesinde siyasi bir otorite boşluğu meydana getirdi. Şüphesiz ki bu boşluğu bölge ahalisi doldurmaya çalışmış ve güçlü kent devletleri olarak organize olmuşlardır. MÖ 1200’lerden başlamak üzere bu kentlerin tarihi Fenikeliler adıyla anılacaktır. Ege göçleriyle bölgeye gelen bir diğer halk olan Filistler (idari olarak bu halkın yaşadığı yere Filistin denecektir) muhtemelen Girit kökenlidir. 5 FENİKELİLER: Fenikeliler, kökenleri kesin olarak bilinmemekle beraber Sami ve Hint-Avrupalı Egeli halkların bir karışımı olduğu tahmin edilmektedir. Zira Fenikelilerin erken tarihine ait kaynaklar neredeyse yoktur. Geç dönem yazarlarının kendileri hakkında verdikleri bilgiler de genelde onların ticaretleri ve yaşamları ile ilgilidir. Fenike ismi Yunanlıların bu halka verdikleri bir isimdir. Yunanca phoinos kırmızı demektir. Yunanlıların neden bu halka kırmızı dediğinin iki açıklaması vardır. Bunlardan birincisi; Yunanistan ile ticaret yapan Fenikeli tüccarların güneşte yanmış esmer renkleri sebebiyle bu ismi vermiş olabilirler. İkincisi ve daha makul olanı Fenikeli tüccarların dikenli bir deniz salyangozu olan purpuradan elde ettikleri mor renkli boya sebebiyledir. Eskiçağ’da erguvan morundan koyu kırmızıya kadar olan renklere Yunanlılar phoinos derlerdi. Bu boyaya purpura boyası da denmiştir.7 Bu boyayı elde etmek oldukça zor ve masraflı bir iştir. 1,2 gr purpura boyası elde etmek için yaklaşık 10.000 purpura salyangozuna ihtiyaç vardı.8 Elde edilen boya kumaşların boyanmasında kullanılırdı. Bu renkteki kumaşın ticaretini Fenikeliler yaptığı için Romalılar bu halka Pön demişlerdir. Bu renge boyanmış kumaşlar o kadar ender bulunurdu ki bu renk ile boyanmış kumaşlardan yapılan elbiseleri ancak krallar giyebilirdi. Bu yüzden eskiçağda mor asillerin rengiydi. MÖ 12. yüzyılda ortaya çıkan otorite boşluğu Fenikelilerin yaşadığı kentleri bağımsız yapmıştır. Arvad, Trablus, Sidon (Sayda), Tiros (Sur), Biblos, Arados, Akka ve Beritos gibi liman kentleri, Alaşiya (Kıbrıs), Girit ve Mısır ile yapılan ticaretin merkezi olmuştur. Fenikeli tüccarlar Mısır’a sedir ağacı, egzotik koku, zeytinyağı ve mumya yapımında kullanılan reçine satmıştır. Bugün Lübnan bayrağında bulunan sedir çamı sembolü aslında o günlere bir göndermedir. Bu sağlam ağaçlar ile yaptıkları gemiler ile Akdeniz’in her tarafına, İspanya’ya, Cebelitarık boğazından İngiltere’ye kadar pek çok ülke ile ticaret yaptılar.9 Hatta bu ticaretlerini canlı ve sürekli tutmak için Akdeniz kıyılarında koloniler kurdular.10 Bu kolonilerin en ünlüleri MÖ 814’ten sonra kurulan Kartaca’dır. Kıbrıs’ta Salamis, Ege’de Rodos, Thera (Santorini), Malta’da Melite, Sicilya’da Syrakusai, kuzey Afrika’da Leptis, Hadrume(n)tum, Utica ve en büyükleri olan Kartaca. Akdeniz’in kuzeyinde İspanya’daki en önemli koloni Gades (Cadiz) ve Malaka’dır (Malaga). Fransa’daki Marsilya kenti de Fenikeliler tarafından kurulmuştur. Fenikeli gemiciler MÖ 7. yy'da Mısır Firavunları için Afrika kıtasının etrafını dolaşmıştır. Bu bağlamda Afrika kıtasını ilk dolaşan Portekizli 6 denizci Vasco de Gama değil, Fenikelilerdir. Vasco de Gama’nın seferi dünya tarihinin seyrini değiştirdiği için çok önemlidir. Fenikeliler diğer ülkelere tekstil ürünlerinin yanında madeni eşyalar, altın, gümüş, tunçtan yapılmış ürünler, fildişi biblolar ve heykeller, seramik ve cam vazolar ve cam ve fildişinden yapılma küçük süs eşyaları sattılar. Bugün hemen hemen her evde bulunan bu küçük süs eşyaları için kullandığımız biblo kelimesi antik Biblos’tan dağıtımı yapıldığı için bu ismi almıştır. Ayrıca bugün İngilizce kutsal kitap (İncil) için kullanılan Bible kelimesi de Yunanlıların Fenikelilerden aldığı bir yeniliktir. İlk kez Fenike kentlerinden Biblos’ta deri parçalar üzerine yazılanlar bir araya tutturularak kitap oluşturulmuştur. Alfabenin icadı da Fenikeliler tarafından yapılmıştır. Hiyeroglif yazının yazılmasının zor, çivi yazısında kullanılan hecelerin karmaşık olması sebebiyle Fenikeli tüccarlar işlerine daha çok yarayacak bir yazı icat ettiler. İlk harfinden dolayı buna alfabe dendi (Sami dilinde alef, Yunancadaki alfa=a). Alfabeyi icat etmesine karşılık ismini tarihe bırakmamış bir Fenikeli, Mısır hiyerogliflerinde isimler ve nesneler için kullanılan işaretlere bir sessiz harf tayin ederek büyük bir buluşa imza attı. Örneğin Sami dilinde su kelimesi için maym kullanılmaktaydı. Mısır hiyerogliflerindeki suya karşılık gelen dalgalı şekli alarak ( ) bunu ilk sese şekil olarak aldı ve buna “M” harfini atadı. B sesi için de Mısır hiyerogliflerinde ev için gösterilen ( ) işaretini Sami dilindeki bet (ev) için uyarladı. “B sesi için bir dikdörtgen atadı. Aslında bölgede MÖ 1500’lerde yüzlerce şekilden oluşan sese dayalı bir yazı kullanılmaktaydı. Yazı MÖ 1000’lere kadar gelişme gösterdi ve Ugarit kentinde 22 harften oluşan son şeklini aldı.11 Fenike alfabesinin en olumsuz özelliği “Y” gibi yarı sesliler dışında sesli harflerinin olmamasıdır. MÖ dokuzuncu yüzyılda Yunanlılar Fenikelilerden öğrendikleri alfabeye a (alfa), e (epsilon), ı (iota) ve o (omikron) gibi sesli harflerini eklediler. Yunanlıların bu düzenlemesi ile bugünkü modern alfabelerin temeli atıldı. Fenikeliler aynı bölgede yaşadıkları İsrail oğulları ile dini ve kültürel etkileşime girdiler. Örneğin Tiros kralı Hiram, Hz Süleyman’a tapınağını yaparken kereste ve altın göndermişti. Assur İmparatorluğu’nun tekrar güçlenmesiyle MÖ 9. yüzyılın ortalarında (MÖ 850’ler) Fenike kentleri bir müddet Assur kralına haraç vererek bağımsızlıklarını korudular. Fakat II Sargon’un ilhak politikasının sonucu olan yoğun saldırılara dayanamadılar ve bağımsızlıklarını kaybettiler. Assur İmparatorluğu başkent Ninive’nin (Kuyucak) 612’de düşmesiyle tarih sahnesinden silindi. Babil Kralı Nabukednezzar’ın Mısır ile girdiği 7 mücadelede Mısır ile ittifak kuran bölge kentleri, Nabukednezzar’a karşı koyamadılar ve Babil’in üstünlüğünü kabul ettiler. Babil İmparatorluğu’nun Pers Kralı II. Kyros tarafından ortadan kaldırılmasıyla (MÖ 538) bölge Pers satraplık bölgesi oldu. Perslerden sonra Büyük İskender bölgeyi fethetti. İskender’in ölümüyle generallerinden Seleukos ve Ptolemaios Suriye Filistin bölgesini aralarında böldüler. Güneyi Ptolemaios’a, kuzeyi Seleukos’a kaldı. MÖ 30’da Roma bölgenin idaresini devralacaktır. DEVLET İDARESİ: Fenike kentlerinin kralları, Mezopotamya’da ve Mısır’da olduğu gibi mimari eserlerde ve yazıtlarda saltanatlarını ya da başarılarını yazıya geçirmediler. Bu sebeple Fenikelilerin siyasal yaşamları ili ilgili elimizdeki bilgiler oldukça azdır. Fenikelilerin erken tarihlerini neredeyse hiç bilmiyoruz. Assur yıllıklarından ancak geç dönem işleyişi hakkında bilgi sahibi olabilmekteyiz. Fenike kentlerinin siyasal alanının yerleşim merkezi ve etrafındaki kırsal alandan oluştuğu düşünülmektedir. Kendilerinden kent devleti yapılanmasını alan Yunanlılarda siyasi alanın böyle tanımlanması bizde bu fikrin oluşmasına neden olmaktadır. Bu kent devletleri eğer bir isyancı çıkmamışsa babadan oğla geçen bir monarşiyle yönetilmekteydi. Kralın yanında tüccarlardan oluşan bir yaşlılar meclisi de görev yapmaktaydı.12 Kralların görevleri adaleti tesis etmekti. Toplumda saygın bir yere sahip olan rahipler kraliyet ailesinden veya tüccarlardan olurdu. Kral, kral unvanının yanında yüksek rahip unvanını da kullanırdı. Biblos kentinde MÖ 1000 ile 880 arasında tahtta olan krallar şunlardır: Ahiram, İttobaal, Abibaal, Yehimilk, Elbaal, Şipitbaal. Tiros kentinin bilinen kralları şunlardır: Hiram I, Baal-eser I, Abdastrato, Methustratos, Astharymos, Phelles, Ithobaal I, Baal-asor II, Mattan II, Pygmalion, İttobaal II, Hiram II, Mattan II, Elulaios, Baal I, İttobaal III, Baal II, Mattan III, Hiram III.13 DİN: Fenikelilerin dinleri ve tapınımları ile ilgili elimizdeki bilgiler sonraki dönemde kaleme alınanlardan ibarettir. Fenikeliler, komşuları olan İbraniler dışında kalan tüm eskiçağ dünyası gibi çok tanrılı bir inanışa sahipti. Her kentin başlıca tanrıları vardı. İsimleri farklı olmakla beraber Fenikelilerin kendilerine yükledikleri anlam benzerdi. Bu tanrılar için oldukça gösterişli tapınaklar yaparlardı. Herodotos bu tapınakların sütunlarının altından yapıldığı bilgisini vermektedir. 8 Biblos kenti için El (Elyon), Baalat ve Adonis başlıca tanrılardı. Kavram olarak “tanrı” yerine kullanılan El’e (veya Tevrat’ta geçen ismiyle Elyon) tüm tanrıların başı olarak tapılırdı. Baalat, bereketi simgeleyen, bitkilerin ve tanrıların anası olarak görülüyordu. Adonis, (Sami dilinde adon efendi demektir) Mısır’daki Osiris gibi ölüm ve yeniden dirilmenin tanrısıydı. Sidon kentinde Biblos’taki El’in yerini Baal almaktadır. Baalat’ın yerini Yunanlıların Astarte dedikleri bereket tanrıçası almaktadır. Bu tanrıçanın kökenleri Assurluların İştar’ına ve Mısır’ın İsis’ine dayandırılmaktadır. Üçüncü tanrı olarak Biblos’taki Adonis’in yerini Eshmun almaktadır. Ancak kaynakların verdiği bilgilere göre bu tanrı Sidon’da MÖ 7. yy’dan sonra ortaya çıkmıştır. Eshmun Yunanlıların Asklepios’unun işlevine sahiptir. Yani iyileştirici ve şifa verici tanrıdır. Tiros’ta öne çıkan tanrı Melqart’dır (Melkarth) Sidon’daki Baal ile aynı özelliklere sahiptir. Ayrıca Melqart, her yıl (Şubat-Mart) bir yeniden diriliş festivalinin odağı olarak Adonis ve Eshmun'un bazı özelliklerine sahiptir. Bu tanrının monarşiyi, deniz, avcılık ve kolonileşmeyi temsil ettiği düşünülüyordu. Melqart kentlerin ticari başarılarının da sembolüydü. Fenikeliler tanrıları için kentin önemli yerinde tapınaklar yaparlardı. İçlerine tanrılarını temsil eden heykeller (put) koyarlardı. Ayrıca bazı dağlar, nehirler, ağaçlık alanlar ve hatta kayalar gibi kutsal sayılan doğal yerlere de tapıyorlardı. Tanrılara kurban olarak hayvan ve bitki sunulurdu. Roma kaynaklarından öğrendiğimize göre savaş veya doğal afetler gibi felaketler olduğunda genellikle çocuk olmak üzere insan da kurban edilmekteydi.14 İBRANİLER (İSRAİLOĞULLARI): İbranilerin tarihlerini ancak kutsal kitaplardan takip edebilmekteyiz. Bu sebeple verilen bilgilerin bir kısmının tarihi olmaktan ziyade dini bilgiler olması kaçınılmazdır. Tevrat’ın15 verdiği bilgilere göre İbranilerin en erken tarihleri MÖ 2. bine kadar uzanmaktadır. İbranilerin (kendilerine Kur’an-ı Kerim’de İsrailoğulları diye hitap edilir) Hz İbrahim, Tevrat’a göre onun da atası Abram’dır. Hz İbrahim Sümer kenti Ur’dan bugünkü Filistin bölgesine geldiği bildirilmektedir. Hz İbrahim’den sonra İshak, İsmail ve Yakup bölgede tek tanrı inancına sahip kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır. Hz Yakup’un bir diğer ismi de İsrail’dir. Tevrat’a göre Tanrı Yehova ile güreş tuttuğu için kendisine bu isim verilmiştir.16 Kur’an-ı Kerim’de de Hz Yakup için İsrail ismi kullanılmıştır.17 Tevrat’a göre Hz Yakup, Hz İbrahim’in torunudur. Bu anlamda İsrail halkının ismen ilk atası Hz Yakup’tur. Hz Yakup’un on iki oğlu oldu, bu on iki oğul 9 aynı zamanda bugünkü İsrail halkının on iki kabilesinin de temelidir. Hz Yakup, tam olarak bilinmeyen sebeplerle Mısır’a göç etmiştir. (Kur’an’da anlatılan kıssaya göre Hz Yakup’un oğlu Hz Yusuf yaşanan kıtlık sebebiyle kardeşlerini ve babasını Mısır’a getirmiştir.) İsrailoğulları Mısır’da uzun süre kaldılar ancak II. Ramses, (muhtemelen bu Firavun II. Ramses olmalı, çünkü olay örgüsü onun iktidar yıllarına denk gelmektedir) İsrailoğullarını köle olarak kullanmaya başladığında Hz Musa onları tekrar Hz İbrahim’in yurduna geri götürdü. İsrailoğulları’nın Mısır’da ne kadar kaldığı belli değildir. Tevrat’taki olayların karmaşık anlatımı bu döneme bir tarih verilmesini imkânsız kılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de de bu döneme dair bilgiler sadece o dönemin özel olayları verilerek aktarıldığı için tarih çıkartmak nerdeyse imkânsızdır. Ancak Yahudi tarih anlatımı bu süreyi 430 yıl olarak vermektedir.18 Hz Musa, İsrailoğulları’nı Filistin topraklarına geri götürmek için Kızıl Deniz’den geçtikten sonra bir süre çölde göçebe bir hayat sürdü ve kırk yıl yerleşmek için bir yer arandı. Mısır’dan firavunu zulmünden kaçışı simgeleyen hamursuz bayramı bugün hala kutlanmaktadır. Bu süreçte Hz Musa, Tur Dağı’nda Allah ile konuştu ve kendisine On Emir vahyedildi. Musa kendisine inananları bugünkü Kudüs’e götüremeden öldü. Yerine Yeşu isimli bir önder geçti. Deniz kavimlerinin saldırılarından İsrailoğulları da etkilendiler. Bu dönemde İsrailoğulları henüz bir krallık değil, yaşlılar tarafından yönetilen bir kabile federasyonuydu. Bu federasyonu ayakta tutan ise içinde kutsal emanetlerin ve Hz Musa’nın On Emri’nin yazılı bulunduğu Ahit Sandığı’dır. Deniz kavimlerinin saldırılarıyla bölgeye Filistler (Filistinliler) yerleşmişti. Filistinler, kökenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte Ege adalarından Kenan diyarına yerleşmişlerdi. İsrailoğulları’nın aksine askeri olarak oldukça teçhizatlı ve iyi örgütlenmiş bir şekilde yaşamaktaydılar. İsrailoğulları’nın Hz Davut dönemine kadar mücadeleleri işte bu Filistinlilerle olacaktır.19 Filistinliler Kenan bölgesinin kıyı kesimlerine yerleşip burada şehirler kurdular. Fenikeliler gibi ticaret malları üretip satarak geçindiler. Onlar aynı Fenikeliler gibi politeist idi yani birçok tanrıya inanıyorlardı. Yaşanılan coğrafyanın ortaklığı Filistinlileri ve İsrailoğulları’nı kaçınılmaz olarak karşı karşıya getirdi. MÖ 1050’deki Ebenezer Savaşı’nı Filistinliler kazandılar. Tanrı Yahve için yapılan tapınağı tahrip edip içinde bulunan Ahit Sandığı’nı ele geçirdiler. Bundan sonraki mücadelenin asıl sebebi bu Ahit Sandığı olacaktır. 10 İsrailoğulları Filistinlilerle daha iyi bir mücadele gerçekleştirmek için bir krala ihtiyaç duymuşlardı. Bu kralın kim olması gerektiğini Samuel isimli bir kâhine danıştılar. Samuel, Saul isimli birini komutan olarak işaret etti. Saul, Moablıları, Edomluları ve Filistinlileri yenerek iyi bir komutan olduğunu ispat etti. Ancak kaynakların bildirdiğine göre onun akli dengesi yerinde değildi.20 Samuel, Beytüllahim kentinden Yesse isimli birinin oğlu olan David’i (Hz Davud) saraya getirdi ve kral Saul’un zırh taşıyıcısı yaptı. Hz Davut kralın kızı Mikal ile evlendi. Filistinlilerin İsrailoğullarına karşı sert tutumu artarak devam etti. Elah vadisinde iki ordu karşı karşıya geldiğinde Hz Davud, Golyat (Calut) ile girdiği mücadeleyi kazandı ve savaş İsrailoğullarınin lehine sonuçlandı. Hz Davud’un bu başarısı kral Saul’u tedirgin etti ve Hz Davut birkaç kez suikast teşebbüsünden karısı sayesinde kurtuldu. Hz Davud, öldürülme endişesiyle Gat şehrinin kralına sığındı. Kral kendisine idare etmesi için Ziklak kentini verdi. Kral Saul’ün Filistinlilerle giriştiği savaşta yenilmesi onun sonu oldu. Hz Davud, halkı tarafından kral ilan edildi. Kral Saul (MÖ 1027-1008) ile başlayan dönem İbranilerin eski krallık dönemidir ve Hz Süleyman’ın öldüğü MÖ 930 veya 931 yılına kadar sürmüştür. Bu dönemin en önemli özelliği siyasal ve kültürel anlamda İsrailoğulları’nın birleşmesine işaret etmesidir. Aynı zamanda tanrı tarafından seçilmiş kişilerin (peygamber) iktidar olduğu dönemdir. Hz Davud (MÖ 1007-968), bugün Kudüs kentinde bulunan Siyon tepesini ele geçirdi. O zamanlar İsrailoğulları buraya Yevus diyorlardı. O tarihten itibaren Davud’un kenti diyeceklerdir (Eskiçağda Yerusalem, bugün modern dünya dillerinin çoğunda Jarusalem, eski Yunanlılarda Hieropolis, İslam dünyasındaki bilinen adıyla Kudüs). Bugün İsrail bayrağında bulunan altı köşeli yıldız Siyon Yıldızı adını taşır ve Davud’un Yıldızı anlamına gelmektedir. Hz Davud, on iki kabilenin tamamı tarafından kral olarak tanındıktan sonra kuzeye bugünkü Şam dolaylarına ve Ürdün bölgesine seferler düzenledi. Bu bölgelerden topladığı haraçla Davud’un kenti olan Kudüs’ü güzelleştirdi. Tiros kralı Hiram’dan aldığı ağaçlarla burada bir tapınak inşa etti. Hz Davud hastalandığında oğulları Ammon ve Abşalom arasında taht mücadelesi başladı. Abşalom üvey kardeşi Ammon’u öldürdü, kendi de babasıyla giriştiği savaşta öldü. Diğer mücadele de Hz Süleyman ve kardeşi Adoniya arasında yaşandı. Hz Süleyman’ın annesi Betşeba oğlu adına tahtı ele geçirdi ve Hz Davud’dan sonra taht Hz Süleyman’a kaldı.21 11 Hz Süleyman (MÖ 968-930)22 iyi bir yönetici, başarılı bir komutan ve akıllı bir tüccardı. Mısır ve Anadolu ile at, altın, baharat, savaş arabası ticareti yapmaktaydı. Mısır firavununun kızıyla yaptığı evlilik onun uluslararası arenada da tanındığını göstermektedir. Elde ettiği gelirler ile yaklaşık 1400 savaş arabasına sahip olmuştu ve yaklaşık 12000 süvarilik bir ordusu bulunmaktaydı. Askeri ve ekonomik gücü elinde bulunduran Hz Süleyman Kudüs kentini o güne kadar hiç olmamış bir şekilde görkemli binalarla, saraylarla süslemişti. Bugün Yahudiler için önemli olan tapınak Hz Süleyman tarafından yedi yılda yapılmıştı ve eskiçağın en ihtişamlı binalarından biri idi. Tapınak, tarih boyunca en az iki kez tamamen yıkılmış ve temellerine kadar tahrip edilmiş ve defalarca yeniden inşa edilmiştir. Hz Süleyman’ın inşaat faaliyetlerinin giderlerini karşılamak için halka yüklediği yüksek vergiler isyanların çıkmasına neden olacaktır. Güneyde Edom’da, kuzeyde Şam dolaylarınca çıkan isyanların bastırılmasında kullanılan aşırı şiddet (Tevrat’a göre kırbaç cezaları uygulanıyordu) İsrailoğullarının on iki kabilesinin Hz Süleyman’ın MÖ 930’daki ölümünden sonra oğlu Rehoboam zamanında siyasi olarak bölünmesiyle sonuçlanmıştır. Hz Süleyman birleşik krallığın üçüncü ve son kralıdır. PARÇALANAN İSRAİL KRALLIĞI: Yehuda ve İsrail Krallığı: Hz Süleyman’ın oğlu Rehoboam kuzeydeki kabileleri itaat altına almaya çalışsa da bu mümkün olmadı. Bunun üzerine güneydeki iki kabile yani Yehuda ve Bünyamin kabileleri Yarusalem kentini başkent yaparak yeni bir krallık kurdular. İbranicede burada yaşayanlara yehudi denmekteydi. Yehudi sözcüğü Yunancaya ioudaios olarak geçti. Romalılar, Yunanlılardan öğrendikleri bu ismi Judaeus olarak yazdılar ve söylediler. Bugün Yahudiler için kullanılan Jew kelimesinin kökeni işte bu Yehuda halkından dolayıdır. İsrail krallığının başkenti Yarusalem olan Yehuda Krallığı (MÖ 930-586) ve başkenti Samaria olan İsrail Krallığı (MÖ 930-722) olarak ikiye bölünmesi Mısır firavunu Şoşenk’i bölgeye saldırılar düzenlemesi için cesaretlendirdi. Firavun her iki krallığı yenerek Megiddo’yu yerle bir etti. Yarusalem’i ve Hz Süleyman’ın yaptırdığı tapınağı yağmaladı. Tapınaktan aldığı altın o kadar çoktu ki Şoşenk’in oğlu Osorkhon, Mısırdaki tapınaklara yaklaşık 380 ton altın bağışı yapmıştı ve bu altının çoğu bu bölgeden elde edilmişti.23 Her iki krallık zaman zaman birbirleriyle savaşmalarına rağmen ortak düşmana karşı birlikte hareket etmekteydiler. Tevrat’ta anlatılanlara göre, kuzeydeki İsrail krallarının Fenikeli prenseslerle yaptıkları evlilikler ve Fenike kentlerinin kültürel baskısı sebebiyle kuzeyde dini anlamda bir dönüşüm yaşanmıştır. Burada Fenike tapınaklarına benzer tapınaklar yapılarak Fenike tanrılarına 12 tapınılmaya başlanmıştır. Güneydeki krallık ise dini anlamda tek tanrıya yani Yehova’ya inanmaya devam etmiştir. Assur krallığının güçlenmesi özellikle İsrail Krallığı için olumsuz sonuçlar doğurmuştur. MÖ 845’te Assur’a haraç vererek bağımsız kalan kuzey krallığı Assur Kralı II. Sargon tarafından ele geçirilmiştir. Başkent Samaria’da yaşayan halkın çoğu Assur’a gönderilmiştir. Yehuda Krallığı bu dönemde varlığını Assur’a haraç ödeyerek koruyabilmiştir.24 Assur devletinin 612’de yıkılması ile bölgenin tek süper gücü olan Babilliler, MÖ 597 ve 586’da iki kez Yarusalem’i ele geçirdiler. Kral II. Nebukadnezzar, 586’da tüm bölgeyi ele geçirdi, başkenti yağmaladı, kentteki evleri ve tapınağı yaktı ve yıktı. Tapınaktan yağmalanan eşyalar arasında Ahit Sandığı’da bulunmaktaydı. Bölgede yaşayan tüm Yahudileri Babil kentine sürgüne gönderdi. Bu Yahudilerin tarihteki ilk sürgünleridir. Perslerin Babil imparatorluğunu yıkması Yahudiler için ülkelerine dönmeleri için bir fırsat oldu. Pers kralı II. Kyros Yahudilere tapınağı tekrar yapmaları için para verdi ve onların yurtlarına dönmelerine müsaade etti. Bölgeye dönen Yahudiler tapınağı ikinci kez ancak 515 yılında inşa edebildiler. Ancak siyasi bağımsızlıklarını tamamen kaybettikleri için Perslerin idaresi altında yaşadılar. Perslerden sonra Büyük İskender Yahudi topraklarının yeni sahibi oldu. İskender’in ölümüyle Seleukos’un ve Ptolemaios’un halkı oldular. Roma’nın tüm Akdeniz’de siyasi birlik kurması bölgeyi Roma’nın bir eyaleti yapacaktır. Bundan sonra Roma valileri tarafından yönetildiler. İmparator Vespasianus ve oğlu Titus dönemlerinde Romalılara karşı çıkardıkları isyanlar sebebiyle Yahudilerin çoğu öldürülmüştür. İmparator Hadrianus, Simon Bar Kokhba isyanı sebebiyle MS 134’de tüm Yahudileri bölgeden çıkarmış ve II. Diaspora yani sürgün MS 1948 yılına kadar sürmüştür. İsrailoğulları, Mısır’dan Filistin bölgesine geldiklerinde başlarında nebilerin bulunduğu ve çobanlık yaparak hayatlarını idame ettiren bir halktı. Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’in kendileri hakkında verdikleri bilginin dışında bir bilgiye sahip değiliz. Saul ile birlikte krallık kurdular ve bölgesel güçlerin politikaları doğrultusunda siyasi varlıklarını devam ettirdiler. İsrail halkı Suriye-Filistin bölgesinde monoteist bir dini yapılanma içinde yaşadılar. Tanrı’nın (Yehova) tek olduğu fikrine inandılar ve yaşadıkları bölgeyi dini anlamda etkilediler. 13