Türk İslam Tarafından Risale-i Nurlar’ın tahrifatı! (2)
Osmanlıca belgenin çevirisi (Belge 2 sütun halinde olduğundan, “1. Sahife 1. Sütun”, “1. Sahife 2. Sütun şeklinde çevrilmiştir)
TAHRİFAT: 2
Evet; belgenin Osmanlıca aslını olduğu gibi çevirdim. Bir kelime de olsa, ne çıkardım ne de ekledim. Çeviriden de gördüğünüz gibi, tahrifatçı efendiler, Üstad’ın ifadeleri için “Hata/yanlış”, kendi uydurduklarına ise “Savab/doğru” demişlerdir ve bunu “Nurcu” ya da “Üstad’ın Hizmetkârları” unvanıyla yapmışlardır. Sözün bittiği yerdeyiz... Her ne ise, biz, bu tahrifatı yapanları, Üstad’ın dediği gibi, “Bizi istihdam eden sahib-i Kur’an”a havale edelim. Zira O, “ahkemu’l-hâkimîn”dir.
Bu tahrifat listesinde seçilen hedef kelimelere, cümlelere özellikle dikkat edelim. Ayıklanan kelimeler ve yerlerine konulanlara bakılırsa, tahrifçilerin hem zihin dünyalarını ve hem de kafa yapılarını tespit etmek çok kolaydır. O tespiti de siz yapın... Tahriflerine esas aldıkları hedef kitap, “Asar-ı Bediiye”dir. Bu eser, Nur talebelerinden bir kaç kişinin himmetiyle Lübnan’da basılmış olup Üstad’ın eski eserlerinden müteşekkildir. Tahrifat belgesinde en büyük mağduriyeti “Münazarat” ve “Divan-ı Harbi Örfî”ye yaşattırmışlar. Bunlardan Münazarat, bilindiği gibi, bizzat müellifin kendi isimlendirmesiyle “Reçetetü’l-Ekrad”, yani “Kürtlerin Reçetesi”dir. Tamamen Kürtlere mahsus olup onların maddi-manevi sorunlarının çözümlerini ihtiva etmektedir. Aşiretlerin suallerine Üstad’ın verdikleri cevaplardan oluşmuştur. Divan-ı Harb-i Örfî ise, 31 Mart olayı sonrasında, Üstad’ın İttihadçı dikatörlere karşı mahkemedeki savunmasıdır.
İşte malum tahrifatçılar, bu özel konumları olan kitapları –akıllarınca– umumileştirmek adına cerrahi bir operasyona tabi tutmuşlardır; kesip biçmişler, yamalayıp eklemişlerdir. Hâlbuki bu kitaplardan Münazarat, bu günkü “Kürt Sorunu” denilen en büyük sosyal ve siyasal sorunumuzun yegâne ilacı ve hal çaresiydi. Bu kitap, bu ülkeyi idare edenlerin ve Kürtler adına hareket edenlerin elinde olmalıydı. Onlara –orijinal şekliyle– yetiştirilmeliydi. Ama yok; reçeteyi yetiştirmedikleri gibi tamamen tahrif ettiler. Sahte ve uyduruk reçetelerin akıbeti ise, herkesin malumu... Divan-ı Harbî Örfî de geçen “Kürd”, “Kürdistan” kelimelerine ırkçı İttihadçılar bile –üstelik mahkeme ortamında– müdahale etmezken sizler onlardan daha mı ırkçısınız ki müdahaleye kalkıştınız?
Tahrifatçıların, “zamanın Bediidir”, “müceddidir”, “müçtehididir” ve hatta “mehdisidir” diyerek takdim ettikleri Üstadın kalbinden, dilinden ve kaleminden dökülmüş “Kürd”, “Kürdistan” ve hatta “Ekrâd” kelimelerine tahammülsüzlüklerini Nurculukla nasıl telif edebiliriz? Zira Üstad’ın kullandığı bu kelimelere, sadık talebelerinden hiçbirisi dokunmamıştır. Çünkü her biri cahiliye taassubunu inançlarından ve dünyalarından kovmuş mükemmel birer ümmetçi idi. Eğer bu kelimelere, saff-ı evvel Nur Talebelerinin bir reaksiyonları, alerjileri olmuş olsaydı herhalde mektuplarının birinde bir tereşşühünü görecektik. Ama nerede?!... Saff-ı evvel böyle iken bu akl-ı evvellere ne olmuş ki al gören boğalar misali bu kelimelere saldırıp tahrifatçılık yapıyorlar?...
“Ne mutlu Türküm diyene”, “Türk öğün, çalış, güven” ve “Bir Türk cihana bedeldir” diyecek kadar Türklüğü yücelten ve “Türk Milliyetçiliğini” kendi ilkelerinden biri olarak kabul eden Mustafa Kemal bile kendi “Nutuk”unda “Kürd” ve “Kürdistan” kelimelerini kullanmaktan imtina etmemişken, siz tahrifatçıların bu kelimelere Kırk Haramiler gibi saldırmanız ve Nurlardan talana kalkışmanız nasıl izah edilmelidir? Ne kastınız var ki “ilham” ve “sünuhat” eseri olan Nurlardaki bu kelimelere düşmanlık ediyorsunuz? Türk, Türkçe, Türkistan vb. hiç bir ifadeye müdahalede bulundunuz mu? Üstad’ın Türklere dair onca sitayişkâr ifadelerinden birine “fazladır”, “gereksizdir” deyip müdahale ettiniz mi? Etmediniz, edemezsiniz ve ettirmeyiz de! Çünkü o zatın övdüğünü över ve ancak yerdiğini yereriz.
Çalışma yeni belgelerle devam edecek...