Efsanevi Troya Savaşı Hakkında Neler Biliyoruz?
Efsanevi Troya Savaşı Hakkında Neler Biliyoruz?
Binlerce yıldır birçok şehir ateşe verildi, yıkıldı, yok edildi; öyleyse neden Troya ve burada gerçekleşen savaş hala zihinlerimizde kazılı?
MÖ 530 dolaylarına ait bu siyah figürlü amforada Akhilleus, Troyalıların tarafında savaşan Amazon kraliçesi Penthesilea’yı öldürürken betimleniyor.
Homeros’un da kullanmış olduğu ve uluslararası alanda kabul gören ismiyle Troia ve Troia Savaşı…
Her şey bir güzellik yarışmasıyla başlıyor. Bir ölümlü olan Peleus ile deniz tanrıçası Thetis’in Olympos’ta kutlanan düğünlerine nifak tanrıçası Eris çağrılmaz. Bu duruma kızan Eris, üzerinde “en güzeline” yazılı altın bir elmayı ortaya atar. Bunun üzerine 3 büyük tanrıça Hera, Athena ve Aphrodite arasında hangisinin güzel olduğu konusunda bir çekişme başlar. Zeus burada hakem olmak istemez. Bu görevi İda Dağı’nda çobanlık yapan ama aslında Troya prensi olan Paris’e verir. Bunun üzerine tanrıçaların her biri Paris’e vaatte bulunur. Hera Asya krallığını, Athena sonsuz akıl ve başarıyı, Aphrodite ise dünyanın en güzel kadınının (Spartalı Helene) aşkını vadeder. Paris’in seçimini Aphrodite’ten yana kullanması ve Helene’yi kaçırmasıyla devam eden süreç Troya Savaşı’nı çıkarır.
(Arkeologlar Kayıp Troya Kentini Nasıl Buldu?)
Savaşı çıkartan neden üzerine düşünürsek, Eski Doğu savaş geleneğinde, düşmanın tanrılarını yani tanrı sembollerini bulundukları kentten kaçırma girişimine çok sık rastlanır.
MÖ 13. yüzyıldan itibaren birçok Asur kralı, fethettikleri yabancı tanrıları alıp ülkelerine getirmişlerdir. MÖ 16. yüzyılın başlarında Hitit kralı II. Mursili, Babil’in kent tanrısı olan Marduk’u kaçırıp ülkesine götürmüş ve bu böyle devam etmiştir. Helene isminin etimolojik kökenine bakılırsa ‘Swelena’dır. ‘Swel’ güneş, güneşin parıltısı, yanmak anlamlarına gelir ve bu kelimeye Hint-Avrupa dilinde tanrı ismine dönüştürmek için kullanılan enos / ena son eki eklendiğinde, “Helene’nin kaçırılmasının” yukarıdaki görüş ile bir ilişkisi olduğu düşünülebilir.
Pompeii’deki Antik Roma freskinde tasvir edilen Troya Atı. Museo Archeologico Nazionale di Napoli.
Aslında Grek mitolojisinde Helene güneşle ilişkilendiriliyor; yani güneşin kızı kabul ediliyor. Ona birçok ülkede tapıldı; örneğin Rhodos Adası’nda güneş tanrısı ile birlikte ona da tapılıyordu. Oldukça eskiye tarihlenen bu mitolojik öğe değişim gösterip Zeus’us kızı haline geldi. Buradan yola çıkarak Troya Savaşı’nın bu nedenini, Eski Doğu savaş geleneğindeki tanrı sembollerinin kaçırılması ile ilgili olay ve mitolojilerin farklı bir versiyonu gibi algılayabiliriz.
İşte bu savaşla ilgili olarak ortaya çıkmış ve savaşın bugün hatırlanmasının tek sebebi olan, Homeros’a atfedilen İlyada ve Odysseia destanları Batı Uygarlığı’nın ilk yazılı eserleri kabul edilir. İlyada Destanı’nda Helene’yi geri almak için Akhalar’ın Troya Şehri’ni on yıl boyunca kuşatmaları anlatılır. Savaşın sonunda ise tanrıça Athena’ya kutsal bir sunak süsü verilen tahta bir atın içine en iyi adamlarını gizleyen Akhalar, şehri ele geçirmeyi başarır ve Troya’yı yağmalayıp yakarlar. Bu tahta at hilesi her ne kadar Odysseus’un kurnazlığı ise de burada Athena’nın da yönlendiriciliği vardır. Bu bakımdan tahta at, Afrodite’e karşı Athena’nın yani aşka karşı aklın zaferinin simgesidir.
İlyada Destanı’nda savaşın çıkmasına kadarki mitolojik olay örgüsü ve beraberinde gelişen Akha filosunun toplanması, yelken açması, savaşın ilk çarpışmaları, Troya Atı, şehrin yağmalanıp yakılması gibi olaylardan bahsedilmez. 15.693 mısralık destanda çıkmaza girmiş bir kuşatmanın son yılındaki 51 günlük gelişme tasvir edilir.
Homeros büstü.
Troya ve Troya Savaşı ile ilgili destanlar sadece bu ikisinden de ibaret değildi. Aslında bunlar, antik çağda büyük destanlar çemberinin içinde sayılan epik şiirlerden yalnızca ikisiydi. Günümüze yalnızca bazı parçaları kalan ve konuları ya doğrudan ya da dolaylı olarak bu savaşla ilgili diğer destanlar; Kıbrıslı şair Stasinos’un (Hegesinus) yazdığı 11 kitaplık Kypria (Kıbrıs Destanı), Leskhes adlı Midillili şair tarafından yazılmış 4 kitaptan oluşan İlias Parva (Küçük İlyada), Miletoslu şair Arktinos tarafından yazıldığı düşünülen ve 2 kitap içeren İlioupersis (İlion’un Yakımı), 5 kitaptan oluşan Aithiopis (Etiyopya), Troizenli Agias tarafından yazılan ve 5 kitaptan oluşan Nostoi (dönüşler) ve Odysseia Destanı’nın devamı olan, yani Odysseus’un memleketine dönüşünden ölümüne kadar geçen dönemi konu edinen Telegonia’dır.
(3200 Yıl Önce Yaşanan Küresel Ekonomik Çöküş ve Troya’nın Düşüşü)
Savaşın yaşandığı Son Tunç Çağı, Kahramanlar çağı olarak da biliniyor. Bunun en tipik örneğini Akhilleus’da görürüz. Akhalar’ın en büyük kahramanının, Troya Savaşı’nın kazanılmasında kaderi elinde tutan yenilmez savaşçının trajik bir yazgısı vardır aslında. Ya sıradan bir insan olarak uzun yaşayacak ya da savaşa katılıp kahramanca ölerek adını ölümsüzleştirecek. Akhilleus, ölümsüzlüğü seçerek bu süreçte yaptığı sorgulamalarla aslında insanlığın varoluş problemine de değiniyor.
Hektor ise Troya’nın yegane savunucusu ve aynı zamanda Anadolu’nun ilk ulusal kahramanı sayılabilir. Çünkü Troya Savaşı, destandan da anlaşılacağı gibi bölgesel bir karşılaşma değil, Batı dünyası ile Doğu dünyasının müttefikleriyle beraber ilk çarpışmasıdır. Ayrıca Hitit İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa’dan çıkarılan kil tabletler şimdiye kadar en önemli kaynağı Homeros olan Troya Savaşı’na yeni bir bakış açısı kazandırıyor ve böylece mitolojik öğelerin çokça bulunduğu destandaki gerçek olaylar belirmeye başlıyor.
Bu vazo, Troya’nın savunmasında savaşan efsanevi Etiyopya kralı Memnon’u gösteriyor. British Museum.
Tarihçilerin ve arkeologların çalışmaları sonucu genel olarak kabul edilen görüş, savaşın sadece Troyalılar ve Akhalar arasında olmadığı, her iki tarafın da kendi müttefikleri ile birlikte bu savaşa katıldıkları yönünde. Bu listelerden Akha müttefiklerinin Yunanistan ve Ege dünyasından yani batıdan, Troyalılar’ın ise Thrakia ve Habeşistan gibi uzak ülkelerin desteklerini aldıkları ve müttefiklerinin de çoğunlukla Anadolu halkları olduğu görülüyor. Kısacası Hitit tabletleri bu görüşü oldukça aydınlatıyor.
MÖ 6. yüzyıldan itibaren Eski Yunanlar’ın bildiği Troia (İlion), Eski Çağ’da terk edilmiş bir tepe üzerindeki köyden ibaretti. Ama yine de birçok önemli kişinin ilgisini çekmeye devam etti ve Troya kahramanlarının anılmasını sağladı. MÖ 480 yılında Pers kralı Kserkses, Çanakkale Boğazı’nı geçmeden önce Troya’ya uğrar ve burada Troya kahramanları için kestiği kurbanlarla onları yadederek seferinin amacını bu şekilde gösterir.
MÖ 334 yılında ise bu sefer Pers İmparatorluğu’na karşı sefere çıkan Büyük İskender de, aynı şekilde önce Gelibolu Yarımadası’nın ucunda bulunan ve Akhalar’ın ölen ilk savaşçısı olan Patroklos’un, daha sonra da Akhilleus’un mezarlarını ziyaret ederek kendi seferiyle Akhalar’ın Troya seferini özdeşleştirir.
Roma’nın ünlü devlet adamı ve generali Caesar’ın da Troya’ya ilgisi diğer Romalılar’dan çok daha fazlaydı. Buraya hem özgür kent statüsü kazandırdı hem de vergiden muaf tutarak ek toprak bağışıyla kent sınırını genişletti.
Üç Güzeller Mozaiği – Antakya. MS 115 – 150. Louvre Museum.
Troya’ya ilgi gösteren diğer bir ünlü sima ise 17 kitaplık Geographika adlı eserin yazarı tarihçi ve coğrafyacı Amasyalı Strabon’du; MÖ 1. yüzyılda burayı ziyaret etmesinin yanısıra bu kent ile ilgili gözlemlerini eserinde anlatır.
1462 yılında ise Fatih Sultan Mehmet, Midilli seferi sırasında Troya harabelerini ziyaret eder. Zamanın tarihçisi Critoboulos ise Fatih’in harabeleri gezerken, kendisinin İstanbul’u fethederek Troyalılar’ın intikamını aldığını söylediğini yazar.
Bu coğrafyada, dünya tarihinin gidişatının değişmesinde çok büyük rol oynayarak “Anafartalar Kahramanı” olacak olan Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1913’teki Balkan savaşları sırasında Çanakkale ve çevresiyle beraber Troya’yı da ziyaret ettiği ve bu bölgede askeri incelemelerde bulunduğu son zamanlarda yapılan araştırmalarda ortaya çıkarıldı. Ayrıca Çanakkale savaşları sırasında da Troya Savaşı ile ilgili diğer subaylarla sohbetler gerçekleştirdiği de biliniyor.
Örneklerden de anlaşılacağı gibi Troya Savaşı ve kahramanları, savaşın gerçekleştiği Son Tunç Çağı’ndan günümüze kadar, Batı ve Doğu uygarlıklarının simgesi haline gelerek anılmıştı.
Homeros’a atfedilen bu destanların edebi bakımdan kült eserler olduğu kabul edilse de içeriklerinin tarihsel gerçekliği Hellenistik dönemden beri tartışılagelen bir konu. Arkeolojik kazıların başladığı 19. yüzyılın sonlarından itibaren de bu içerikle ilgili veriler elde edilmeye çalışıldı ve hala bu arayış devam ediyor.
Akhilleus ve Hektor savaşta karşı karşıya geliyor. Akhilleus hamle yaparken Hektor geri çekiliyor. Göğsündeki yaradan kan fışkırıyor.
Doğu Akdeniz havzasının geneline baktığımızda yapılan arkeolojik ve tarihsel araştırmalar, Homeros’un söylediğine göre Troya’da bir savaş olduğunu doğrular görünüyor. Bunun için Son Tunç Çağı’nın politik ve ekonomik yapısına bakacak olursak, güçlü krallıklar ve surlarla çevrili saraylar etrafında toplanmış şehir devletleri çağı olduğu görülür.
Ticaret farklı devletler arasında gerçekleşen takas sistemine dayanıyor ve bu ticari sistem, temelde bireysel tüccarlardan ziyade krallar tarafından kontrol ediliyordu. Bu krallar sadece ipek ve baharat takas etmiyor, aynı zamanda altın, gümüş, bakır, tahıl, köle ticareti de yapıyordu.
MÖ 1600 ila 1200 yılları arasında Orta Anadolu’dan Mezopotamya’ya kadar uzanan alana hakim olan Hititler, Anadolu’da önemli bir güç olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca Batı Anadolu’da şehir devletleri şeklinde yapılanan Wilusa adında bir konfederasyon görüyoruz. Bu yapı Doğu Akdeniz siyasi sistemi içinde yer alıyordu ve Çanakkale Boğazı’na hakim konumuyla önemli bir güç faktörüydü. O dönemde her taşımanın en ucuz şeklinin deniz yolu ile yapılması Wilusa’yı ticari bakımdan daha da işlevsel hale getiriyordu. İşte Troya şehri de bu konfederasyonun bir parçasıydı. Aslında Hititologlar 1924 yılından beri Hitit yazılı kaynaklarında adı geçen Wilusa kentinin Troya ile özdeş olduğunu iddia ediyorlar. Son yıllarda ise bu iddiaya kesin gözüyle bakılıyor.
Troya; Asur, Babil, Uruk, Ugarit, Karkamış ve Hattuşa gibi yüksek kültür merkezlerinden bakıldığında o dönemin ekonomi, kültür ve politikasını belirleyen kent devletleri dünyasının sınırındaki küçük bir yerleşmeydi. Ne olursa olsun Troya’nın coğrafik olarak çok önemli bir yerde olduğu kesin. Çünkü Trakya ve Tuna’ya ya da Karadeniz sularına ulaşmak için mutlaka Troya’dan geçmek gerekiyordu. Yunanistan üzerinden yapılabilecek kara yolculukları ise engebeli yapısı nedeniyle mümkün değildi. Troya’nın Ege’nin batısındaki bölgelerle karşılaştırıldığında daha önemli bir yer olduğunu, özellikle de MÖ 3. ve 2. bin yılda Asya ve Avrupa arasındaki sınırda ve bu kıtalar arasındaki ilişkilerde vazgeçilmez bir işleve sahip olduğunu doğrulayan buluntular elde edilmiştir. Ayrıca görkemli kale duvarları ve saraylarının boyutlarıyla tarzları bu önemine işaret eder.
Troya’yı da içine alan daha geniş bir alanı kaplayan Troas bölgesi ise tarih öncesi dönemden itibaren pek çok farklı göçle karşı karşıya kalır. Ege ve Karadeniz ile Avrupa ve Asya arasındaki konumu burayı çekici hale getirir. Bu nedenle bölgeye yönelik göçlerin ya kalıcı olarak yerleşmek ya da burayı kontrol amaçlı yapıldığını görüyoruz. Bu nedenle Troas bölgesi kentleri, tarih öncesinden 20. yüzyıla kadar önemli savaşlara sahne olacaktır. Özellikle her anlamda merkezi özelliğini bin yıllarca koruyan Troya, bu durumdan olumlu ve olumsuz etkilenir.
Hititler o dönemde, içte düzenini sağlaması için dışta da düşmanlarına karşı Wilusa/Troya’ya askeri anlamda yardım ediyordu. Karşılığında ise buranın Hititler’e bağlı hale geldiği bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma gereğince Wilusa/Troya, tarihte bilinen ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması ile sonuçlanan Kadeş Savaşı’na, Hititler’in müttefiki olarak katıldı. Mısır yazıtlarına göre Troya’nın bu savaşa 25 savaş arabası ile katıldığı biliniyor. Sonuç itibariyle Hitit İmparatorluğu gibi bir güç ile bu tür siyasi bir ilişkinin kurulması, bu yerin önemine işaret eden kayda değer bir gelişmeydi.
Hitit metinlerinde Akhalar’ın sürekli olarak Anadolu’nun batısı ile Wilusa/Troya’yı kontrol altına almak için büyük çaba harcadığı görülüyor. Bu nedenin yanısıra politik, ekonomik ve tarihsel nedenlerin de olduğu söylenebilir tabiki. Özellikle Tunç Çağı ekonomisinde vazgeçilmez olan maden yataklarına giden deniz yolunu kontrol etmek ve böylece daha da zenginleşme isteği, diğer bütün nedenlerle birlikte bölgeler arası büyük bir savaşa yol açmış olabilir. Söz konusu savaşın Troya Savaşı olduğu kabul edilirse, aslında Akhalar’ın zaferi ile sonuçlanmış gibi görünen bu çatışmanın bir kazananı yoktur.