SİLİFKE-SELEUKOS
İLÇENİN KONUMU
Doğuda Erdemli, batıda Mut ve Gülnar ilçeleri; kuzeyde Karaman ili, güneyde Akdeniz ile çevrilidir. Toros Dağları’nın eteğinde, Göksu Irmağı’nın iki yakasında kurulmuş bulunan Silifke; Güneydoğu Anadolu, Doğu ve Batı Akdeniz ile İç ve Batı Anadolu’yu birbirine bağlayan Devlet Karayolu ağının kavşak noktasında olup, İl merkezi Mersin’e 80 km mesafededir.
COĞRAFİ DURUMU
Silifke ilçesi %89’u dağlık, %11’i ovalık olmak üzere 2943 kilometrekarelik yüzölçümü ile il yüzölçümünün %18’ini kapsamaktadır.
Kıyı kesiminde tipik Akdeniz ikliminin hakim olduğu ilçede yazlar sıcak ve kurak; kışlar ılık ve yağışlıdır. Sahilden iç kesimlere doğru yükseldikçe iklim değişmekte, yazlar serin; kışlar ise soğuk ve kar yağışlı geçmektedir.
Ayrıca, dünyanın en önemli kuş göçü yolu üzerinde bulunan Göksu Deltası, Akdeniz’in doğal özelliklerini koruyabilmiş en önemli sulak alanlarından biri olarak, 450 tür olan Türkiye’nin
kuşlarından 334 türüne, yine Türkiye’nin 140 ulusal ve uluslararası öneme sahip kuş türünün 106 türüne; dünya çapında yok olma tehlikesi altında bulunan 24 kuş türünün 12 türüne yaşama, üreme, beslenme ve konaklama imkanı sağlayarak barındırmaktadır. Bunlardan en önemlileri bölgenin simgesi haline gelen saz horozu, yaz ördeği, cüce karabatak, tepeli pelikan, dik kuyruk, ala kaz, deniz kartalı, şah kartalı turaç, toy ve ada martısıdır.
Göksu Deltası, nesli tehlike altında olan, denizde yaşayıp karada üreyen deniz kaplumbağası Caretta caretta ve yeşil kaplumbağa Chelonia mydas’ın en önemli üreme alanlarından biridir. Yine nesli tehlike altında olan memelilerden Akdeniz keşiş foku Monachus monachus, aşırı avlanma sonucu sayıları hızla azalan mavi yengeç ve lahoz balığı (Epinephelus aeneus)’da bu bölgede yaşamaktadır.
Deltada 441 bitki türü tespit edilebilmiştir. Bunlardan 32 adedi nadir tür; 8 adedi endemik (Sadece Göksu Deltası’nda bulunan) tür olarak deltada mevcuttur.
Zengin bir bitki ve hayvan varlığına sahip olan Göksu Deltası, Ortadoğu ve Avrupa’nın en önemli sulak alanlarından biri olarak, 1990 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile ÖZEL ÇEVRE
KORUMA BÖLGESİ ilan edilmiş; 1994 yılında Ramsar Sözleşmesi gereğince BKK kararı ile Ramsar Listesine alınarak uluslararası boyutta koruma altına alınmış; 1996 yılında da Kültür Bakanlığı’nca 1.DERECE DOĞAL SİT ALANI ilan edilmiştir. Göksu Deltası dünyanın çeşitli yerlerinden gelen kuş bilimcilerin büyük ilgisini çekmektedir.
TARİHİ GELİŞİMİ
Coğrafi yapısı ile daha İlkçağda insanların dikkatini çeken yörede, İ.Ö. VII. yy’da şimdiki Taşucu’nun olduğu yerde İonlar Holmi adıyla bir koloni kurmuşlardır. Korsanların devamlı baskın ve talanlarından dolayı gelişme ortamı bulamayan Holmi İ.Ö. IV. yy’ dan itibaren zayıflamaya başlamıştır.
Büyük İskender’in komutanlarından ve Suriye Krallığı’nın kurucusu Selefkos Nikator (İ.Ö. 312 - 281) Holmi şehrinin bu zayıf durumunu fırsat bilerek kolayca ele geçirmiş; halkını da kıyıdaki Holmi’den 12 km içeriye, bugünkü Silifke’nin bulunduğu yere nakledip yerleştirerek “Selefkos’un Şehri” anlamına gelen Seleukia kentini (İ.Ö. 300) kurmuştur. Bu, Selefkos’un kendi adına kurduğu 9 şehirden biri olup, varlığını ve yaşamını günümüze kadar sürdürebilmiş tek Seleukia şehridir.
Seleukia, Helenistik dönemde Selefkoslar ve Ptolomeos (Mısır) Krallıkları arasında sıkça el değiştirmiştir.
İ.Ö. I. yy’da Romalıların yönetimine giren kent bu dönemde kale eteklerinden ovaya doğru yayılmış; İmparator Diocletianus (İ.S. 284 - 305) zamanında oluşturulan ve 39 kenti sınırları içine alan İsauria eyaletinin başkenti olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye bölünmesinden sonra Bizans yönetimine giren Seleukia, Aya Tekla’nın varlığından dolayı Hıristiyanlığın önemli bir hac merkezi durumuna gelmiştir. Bizanslıların elinde iken 13. yy’da Selçuklular’ın; 14. yy’da Karamanoğulları’nın yönetimine girmiş; 1471 yılında Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Başlangıçta Seleukia olan adı zamanla değişerek Silifke’ye dönüşmüştür.
Osmanlılar döneminde bazen sancak, bazen vilayet merkezi olmuştur. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra İÇ-EL ili merkezi (1924 - 1933) olan Silifke, 1933’ten sonra İçel ilinin bir ilçesi durumuna getirilmiştir.
ATATÜRK EVİ MÜZESİBüyük Atatürk, Silifke’ye olan ilgisini burayı dört defa şereflendirerek göstermiştir. Ulu Önder, Silifke’yi ziyaretlerinden birinde burada bir çiftlik satın almış ve merkezi bu çiftlik olmak üzere bir Tarım Kredi Kooperatifi kurulması için talimat vererek kendileri de bu kuruluşun 1 no’lu üyesi olmuştur.
Atatürk, Silifke’ye ve Silifkelilere olan sevgisini, Silifke İdman Yurdu’nu ziyaretinde, şeref defterine yazdığı şu ibarelerle belirtmiştir:
“Silifke’ye geldiğimden çok memnunum. Beni unutmayacağınızı bilirim. Sizi kalbimden çıkarmam. Gazi Mustafa Kemal “
Ata’nın Silifke’ye ilk gelişlerinde (27 Ocak 1925) gecelediği ev bugün restore edilmiş; kullandığı eşyalar sergilenerek Atatürk Evi Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.
SİLİFKE MÜZESİ
Taşucu yolu üzerinde bulunan Silifke Müzesinin iki katlı teşhir binası ve avlusunda çeşitli dönemlere ait yörede bulunmuş altın, gümüş, bronz sikke ve eşyalar, seramikler, mermer büst ve heykeller, lahitler ve diğer tarihi bulguların yanı sıra Etnografik parçalar da sergilenmektedir.
SİLİFKE KALESİ
Temel tespitlerine göre Helenistik veya erken Roma dönemine ait olduğu anlaşılan kale, geçirdiği onarım ve değişiklikler sonucu bugün bir Ortaçağ kalesi görünümündedir.
Silifke’ye hakim, 185 m yüksekliğinde bir tepe üzerinde yapılmış olan, etrafı kuru hendekle çevrili oval biçimdeki kalenin içinde kemerli galeriler, su sarnıçları, depolar ve diğer yapı kalıntıları bulunmaktadır.
Ünlü gezgin Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, XVII. yy’da Silifke Kalesi’nin 23 burcu olduğunu, içinde bir cami ve 60 ev bulunduğunu yazar. Ancak, burçların bir kısmı ve kale içi tamamen yıkık durumda olduğundan tam tespiti yapmak mümkün değildir. Halen görülebilen 10 adet burç mevcuttur.
TAŞKÖPRÜ
Şehir merkezinin ortasından geçen Göksu (Kalykadnus) Nehri’nin üzerindedir. İ.S. 77 - 78 yıllarında Kilikya Valisi L.Octavius Memor tarafından dönemin imparatoru Vespasianus ve oğulları Titus ile Domitianus adına yaptırılmış olduğu 1870 yılında yapılan bir onarımda bulunan taş kitabeden anlaşılmaktadır. Yedi gözü bulunan ve Roma uygarlığı örneklerinden biri olan Taşköprü, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde onarım görmüştür.
ROMA TAPINAĞI
Şehir merkezinde bulunan ve doğu ile güney yanlarındaki sütun tabanlıkları orijinal şekilde korunmuş olan tapınağın uzun kenarında 14’er, kısa kenarında 8’er sütun bulunmaktaydı. Ancak, her biri 10 m boyundaki Korint başlıklı bu sütunlardan bugün sadece biri ayakta kalmış olup 3 tanesi de yıkılmış durumda yerdedir.
1980 yılında Kültür Bakanlığı’nca başlatılan kazı çalışmaları aralıklarla devam etmektedir. İ.S. II. yy’da yapılmış olduğu anlaşılan tapınak V. yy’da planında önemli değişiklikler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür.
İ.S. V. yy’da yaşamış tarihçi Zosimos “Tapınak, ovadaki ürünlerine musallat olan çekirgelerden kurtulmak için Güneş ve Sanat Tanrısı Apollon’dan yardım isteyen ahali tarafından, çekirgeler Apollon’un gönderdiği kuş sürüsünce yok edilince O’na bir şükran ifadesi olarak yaptırılmıştır” diyorsa da Zeus adına yaptırıldığı da söylenmektedir.
TEKİRAMBARI SU SARNICI
Kalenin eteğinde, Bizanslılardan kalma bu su deposu 46 m uzunluğunda, 23 m genişliğinde ve 14 m derinliğinde olup, içine doğu köşesindeki helezonik merdivenle inilmektedir.
Anadolu sarnıç mimarisinde örneği az görülen Tekirambarı su sarnıcının tüm duvarları su sızmasını önlemek ve ayrıca anıtsal bir özellik vermek için düzgün kesme taşlarla desteklenmiş, uzun kenarında 8; kısa kenarında 5 yuvarlak kemerli niş oluşturulmuştur.
MOZAİKLİ ALAN
1980 yılında Kültür Bakanlığı’nca şehir merkezinde yapılan bir kazıda, gymnasium olabileceği tahmin edilen “opus-sectile” tekniğinde yapılmış renkli mozaik tabanlı bir mekan ortaya çıkarılmıştır. İ.S. II. yy Roma dönemine ait olduğu belirlenen bu kalıntıda ayrıca üzeri yazıtlı iki heykel altlığı ile 2 m boyunda başı kopmuş mermer bir imparator heykeli de bulunmuştur. Heykelsiz altlıkların biri üzerindeki yazıtta Silifkeli T. Aelius Aurelius Maron adındaki bir güreşçinin başarıları anlatılmaktadır. Mozaik tabanın ortasında bulunan 1.80 m çapındaki mermer levhada sekiz satırlık bir kitabe vardır. Burada, mermer konuşturularak bir onarım anlatılmakta ve şöyle denilmektedir: “Zamanın aşındırdığı ben taban döşemesini, kadınların sultanı, Ares-sever Zenon’un eşi, düşünceleri ve yaptıklarıyla fevkalade bir insan olan Paulina cömertçe süsledi ve ilgisini esirgemedi benden. Yaşlılık nedeni ile etkileyici özelliğimi yitirmiştim; oysa şimdi bu akıllı ve kusursuz kadın sayesinde mermer süslemeler içinde daha da ışıldıyorum ve külfetli bir yaşlılıktan sonra gençliğe geri dönüyorum”.
ALAADDİN CAMİSİ
Roma köprüsünün karşısında bulunan cami, Selçuklu sultanlarından Alaaddin Keykubat döneminde yapıldığı için Alaaddin Camii adını almıştır. Şehrin tam merkezinde olduğu için Merkez Camisi olarak ta bilinir.
REŞADİYE CAMİSİ
Padişah Sultan Mehmet Reşat zamanında, Nüzhet Paşa tarafından 1912 yılında yaptırılan caminin doğu ve batısında bulunan sundurmaları, başlık ve tabanlıkları Korint tarzında sütunlarla desteklenmiştir. Mermer ve kireçtaşından yontulmuş bu sütunlar Silifke yöresindeki eski kalıntılardan devşirilmiştir.
TEVEKKÜL SULTAN TÜRBESİ
Taşköprünün hemen yanındaki türbe hakkında yazılı herhangi bir kaynak bulunmamaktadır. Selçuklu hanedanlarından birine ait olduğu rivayet edilen mezarın üzerindeki çatı daha sonradan ilave edilmiştir.
KARADEDELİ TARİHİ KALINTILARI
Silifke’den Mersin’e doğru 13. Kilometrede bulunan Karadedeli Köyü camisi önünden kuzey-batı yönüne doğru İmamlı köyüne kadar uzanan asfalt yol boyunca geç Roma ve erken Bizans dönemlerine ait tarihi kalıntılar vardır. Bunlar:
KARAKABAKLI
Karadedeli’nin kuzeyinde ve 7 km mesafededir. Geniş bir alana yayılmış büyük bir şehir kalıntısı vardır. Antik kentin içinden geçen taş döşeme yol üzerindeki erken Bizans dönemine ait şehir giriş kapısı ile yolun iki yakasındaki evler ve kiliselere ait kalıntılar görülebilir.
IŞIKKALE
Aynı yol üzerinde, Karakabaklı’dan 1 km sonra, erken Bizans dönemine ait iyi durumda bir bazilika, lahit, sarnıç ve gelişigüzel planlı tek katlı evlere ait kalıntılar vardır.
SİNEKKALE
Işıkkale’den sonra 1 km ileridedir. Yoğun eski yapılar vardır. Özellikle Bizans kalıntıları ayaktadır. 700 m yakınında, patika bir yol ile ulaşılan yaklaşık 100 m ağız çaplı, 60 m derinliğinde doğal bir çukur bulunmaktadır. Aşağı Dünya denilen bu obruğun içi eski çağlarda çeşitli amaçlar için yerleşim görmüştür.
SUSANOĞLU (CORASİUM)
Silifke - Mersin karayolunun 15. Kilometresindeki, bugün bir tatil beldesi olan Susanoğlu’nun antik ismi Corasium’dur. Geç Roma dönemine ait kent İsauria valisi Flavius Uranius (367 - 375) tarafından kurulmuştur. Eskiden tamamen surlarla çevrili kentin batıdaki ana giriş kapısı üzerinde bulunmuş olan yazıtta şöyle denilmektedir: “Prenslerimiz Valentinian, Valens ve Gratian’ın idaresi altında yaşarken İsauria eyaletinin ünlü yöneticisi Flavius Uranius bu ıssız yeri kendi zevkine uygun bir şekilde, tüm masraflarını kendisi karşılayarak yaptırdı”.
Eski bir koyun etrafında yay şeklindeki antik kentte iki ayrı nekropol, kilise, hamam ve sarnıç kalıntıları vardır.
KORKUSUZ KRAL ANITMEZARI (MEZGİT KALE)
Susanoğlu’nun içinden kuzeye doğru giden yolun 10. Kilometresinde Paslı’ya ulaşılır. Paslı’da Roma dönemine ait çok sayıda ev, sarnıç ve mezar kalıntıları ile bir nekropol görülebilir.
Paslı’nın 3 km doğusunda, bir küçük tepe üzerinde, Korkusuz Kral Anıtmezarı vardır. Yöre halkı tarafından Mezgit Kale olarak bilinen, İ.S. II. yy veya III. yy Roma dönemine ait bu anıtmezar oldukça iyi korunmuş durumdadır. Akdeniz’e bakan anıtmezar 7.80 m ebadında olup, ön kısmındaki Korint tarzında başlıklı sütunların ortasında konsollar vardır. Bu konsollardan ortadaki ikisi üzerinde bulunan ayak oyuklarından zamanında mezarın heykeller taşıdığını anlıyoruz. Aynı konsol tipleri asıl mezar odasında da dört tane olarak görülür. Anıtmezarın arka pedimentinde ortada bir kalkan; iki yanında kılıç ve akrep rölyefleri vardır.
Mezaranıtın en önemli özelliği öndeki podyumun yan duvar taşı üzerine yontulmuş fallus kabartmasıdır. Fallus, döl ve dirim tanrısı Priapos mitini çağrıştırmaktadır.
Anıtmezar civarındaki 5x20x8 m ölçülerindeki kayadan kesme bir sarnıç ve zeytinyağı çıkarmada kullanılan dev taş silindirler görülebilecek diğer kalıntılardır.
TEKKADIN
Paslı’dan sonra 4 km ileride Roma ve Bizans uygarlıklarına ait yoğun kalıntıların bulunduğu Tekkadın ören yerine varılır. Burada kaya mezarları, lahitler aslan heykelli lahit kapakları, nekropol, sarnıç, küçük bir kale, kilise ve onlarca ev kalıntıları görülebilir.
Aynı yol takip edildiğinde, Gökburç ve Hançerli kulelerinden sonra Silifke - Uzuncaburç karayoluna ulaşılır.
NARLIKUYU (PORTO CALAMİE)
Silifke’ye 20 km uzaklıktaki Narlıkuyu koyu balık lokantaları ile ünlüdür. Antik çağ ve Hıristiyanlık dönemlerinde Cennet - Cehennem’e gezi ve tapınmaya gelenler için bir deniz kapısı olan ve Ortaçağda ismi Porto Calamie diye anılan koy eski bir hamama sahiptir. Bu hamamdan günümüze sadece su havuzu ile yıkanma bölümündeki taban mozaiği kalmıştır.
POİMENİOS HAMAMI VE ÜÇ GÜZELLER MOZAYİĞİ
Narlıkuyu koyunda hemen deniz kıyısında bulunan hamam IV.yy Roma dönemine aittir. İmparatorluk yönetiminde etkin bir kişi olan Poimenios tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Cennet obruğu içindeki yeraltı deresinin denize ulaştığı yerdeki tatlı su kaynağından yararlanılarak burada yaptırılan hamamın yıkanma bölümünün tabanında yarı tanrıça üç kız kardeş tasvir edilmektedir. Baskın renkleri beyaz, siyah, kahverengi ve sarı olan mozaikte Zeus'’n kızları Aglaia, Euphrosyne ve Thalia çıplak olarak kumru ve keklikler arasında dans ederken görülmektedir.
Mozaik tablonun üst kenarındaki Grekçe yazının Türkçesi şöyledir:
“Ey konuk dost! Bu mucizeli suyu kimin bulduğunu, saklı kaynağını kimin gün ışığına çıkardığını merak ediyorsan, bil ki O, imparatorların dostu ve Kutsal Adalar’ın dürüst yöneticisi Poimenios’tur”.
Yazıttan da anlaşılacağı gibi Poimenios, Roma imparatorları Arcadius ve Honorius’un dostu ve bugünkü Büyükada, Kınalıada ve Heybeliada’nın o dönemlerdeki yöneticisi imiş.
Narlıkuyu’dan kuzeye doğru giden asfalt yolun 2. Kilometresinde antik şehir kalıntıları ile mağaraların bulunduğu yere ulaşılır. Roma ve Bizans dönemlerine ait yapı kalıntıları arasında hala ayakta duran üstü hatıllı kapı söğeleri ile taş kemerler, sarnıç ve Cennet Obruğu’nun hemen yanında Zeus Tapınağı bulunmaktadır.
ZEUS TAPINAĞI VE KİLİSE
Üç ayrı dönemde hizmet vermiş olan bu tapınak tanrıların babası Zeus’un dev ejderha Typhon’a karşı kazandığı zaferin bir simgesi olarak yapılmıştır. Kuzey yan duvarının doğusundaki taşlarda Helenistik ve Roma dönemlerinde görev yapmış 130 din ve devlet adamının isimleri kazınarak yazılmıştır. Bu bilgiler ışığında, tapınağın geç Helenistik veya erken Roma döneminde yapılmış olduğu düşünülebilir.
Hristiyanlık döneminde tümüyle yıkılarak, kendi taşları ile kiliseye çevrilmiştir. Kimin adına ve ne zaman yapıldığı kesin bilinmeyen kilise en erken IV.yy; en geç V.yy’dan kalmadır.
CENNET ÇÖKÜĞÜ
Bir yeraltı deresinin yol açtığı kimyasal erozyonla tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Elips biçimindeki ağız kısmı çapları 250 m ve 110 m olup derinliği 70 metredir. Çökük tabanının güney ucunda 200 m uzunluğunda ve en derin noktası 135 m olan büyük bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir kilise vardır.
Kilisenin giriş kapısı üzerindeki 4 satırlık kitabede, bu kilisenin V.yy’da Paulus adında dindar bir kişi tarafından Meryem Ana’ya ithaf en yaptırılmış olduğu yazılmaktadır.
Cennet çöküğünün içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı taş bir merdivenle inilir. Kiliseye 300. basamakta varılır. Kiliseden sonraki mağaranın bitim noktasında mitolojik bir yeraltı deresinin sesi duyulur.
CEHENNEM ÇUKURU
Cennet çöküğünün 75 m kuzeyindeki Cehennem çukuru da Cennet çöküğü gibi oluşmuştur. Ağız çember çapları 50 m ve 75 m, derinliği 128 metredir. Kenarları içbükey olduğu için içerisine inmek mümkün olmamaktadır.
Mitolojiye göre Zeus, alevler kusan yüz başlı ejderha Typhon’u buradaki bir kavgada yendikten sonra, onu Etna Yanardağı’nın altına sonsuza dek kapatmadan önce bir süre Cehennem çukurunda hapsetmiştir.
ASTIM - DİLEK MAĞARASI
Cennet çöküğünün 300 m güneybatısındadır. İçine helezonik demir bir merdivenle inilir. Birbirine bağlantılı, toplam uzunluğu 200 metreyi bulan galeriler çok ilginç şekilli dev sarkıt ve
dikitlerle süslüdür. İçi ışıklandırılmış olup, mağaranın astımlılara iyi geldiğine inanıldığı ve içinde dilek tutulduğu için Astım - Dilek Mağarası denmiştir. Mağarada sıcaklık ortalaması 15 derece santigrat olup, nem oranı yazın %85, kışın %95’e ulaşır.
Cennet ve Cehennem çökükleri ile Astım - Dilek Mağarası çevresindeki ağaç ve çalı dallarına burayı ziyarete gelenler dilek dileyip bez parçası bağlarlar.
ADAMKAYALAR
Kızkalesi’nden Silifke’nin Hüseyinler Köyü’ne giden asfalt yolun 5. kilometresinde batıya ayrılan iki kilometrelik taşlık yolun sonunda Şeytan Deresi vadisine varılır. Bu vadinin dik yamacında, kayaların yüzünde 9 niş içerisinde İ.S. II. yy’dan kalma 11 erkek, 4 kadın, iki çocuk ve bir dağ keçisi kabartması vardır. Bazı nişlerin alınlığında Roma kartalı kabartması görülür.
CAMBAZLI KİLİSESİ
Adamkayalar’dan sonra Hüseyinler Köyü’nden geçilip Cambazlı Köyü’ne varılır. Cambazlı’nın Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim merkezi olduğu Uzuncaburç (Diocaesarea) ve Ura (Olba) ile Kızkalesi (Corycus)’ne döşeme antik bir yolla bağlantılı olmasından ve günümüze kadar gelebilmiş zengin kalıntılarından anlaşılmaktadır. Burada, kaya mezarlarının yanı sıra birer küçük mabedi andıran anıtmezarlar, lahitler, sarnıç ve özellikle köyün girişinde bulunan kilise görülmeye değer tarihi kalıntılardır.
Cambazlı Kilisesi, benzerleri arasında orijinal özelliklerini korumuş en iyi durumdaki örneklerden biridir. Kuzey cephesi tamamen kapalı olan yapının içindeki iki sütun dizisinden sağdaki Korint başlıklı bütün sütunlarla bunların üstünde sıralanan galeri sütunları ayaktadır. V. yüzyıla ait 20 m X 13 m ölçülerindeki kilisenin apsisi ve tüm duvarları sağlamdır.
AYA TEKLA YERALTI KİLİSESİ (MERYEMLİK)Taşucu yolu üzerinde 4. Kilometreden sağa dönülüp bir km gidildiğinde Hristiyanlığın en eski ve en önemli merkezlerinden biri olan Meryemlik’e varılır. Meryemlik’in tarihi Azize Tekla’nın buraya gelişi ile başlar.
İsa Peygamber’in havarilerinden St. Paul’ün vaazlarından etkilenen 17 yaşındaki Tekla kendini Hıristiyanlık dinine adar. St. Paul’ün bu değerli öğrencisi Konya ve Yalvaç’ta Hıristiyanlığı yaymak için propaganda yaparken paganların baskılarına maruz kalıp, öldürüleceğini öğrenince kaçıp Seleucia’ya gelir ve sonradan kiliseye çevrilen bir mağarada saklanır. Sığındığı mağaradan yöredeki insanlara çok tanrılı dine karşı Hıristiyanlık inancını yayarken mucizeler yaratarak hastaları da iyileştirir. Yine öldürüleceği bir sırada bu mağarada kaybolduğuna inanılır.
Aya Tekla’nın içinde yaşadığı mağara onun kayboluşundan sonra Hıristiyanlarca kutsal sayılmış; ta ki bu din İ.S. 312 yılında serbest bırakılıncaya kadar gizli bir ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Bu mağara daha sonra IV. yy’da kiliseye dönüştürülmüştür.
Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonraki dönemlerde birçok yapı ile bezenen Meryemlik’te Mağara Kilisesinden başka, bu mağaranın üzerinde bugün sadece apsisinin bir bölümü ayakta kalan Azize Tekla Kilisesi; imparator Zenon tarafından Aya Tekla’ya ithafen yaptırılan kilise ile Kuzey Kilise; hamam, birçok sarnıç, mezarlıklar ve şehir suru kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.
TAŞUCU (HOLMİ)
Silifke - Antalya karayolunun 10. km’sindeki Taşucu’nun bulunduğu yerde İ.Ö. VII. yy’da kurulan eski Holmi kolonisinden bugüne hiçbir tarihi eser kalmamıştır.
Holmi uzun süre varlığını sürdürmüş, ancak korsan saldırıları nedeniyle İ.Ö. IV. yüzyıldan sonra zayıflamaya başlamıştır. Büyük İskender’in komutanlarından ve Suriye Krallığı’nın kurucusu Selefkos Nikator şehrin bu zayıf durumunu fırsat bilerek kolayca ele geçirmiş; halkını da bugünkü Silifke’nin bulunduğu yere yerleştirmiştir.
Yolcu trafiği açısından Türkiye ile KKTC arasındaki en önemli kapı olan Taşucu, bugün modern bir turistik belde olarak hızla gelişmektedir.
Taşucu’nun 2 km batısındaki bir tepenin güney yamacında yerli halkın Manastır diye isimlendirdiği antik Mylai ören yerinde geç Roma ve erken Bizans dönemlerine ait yapı kalıntıları bulunmaktadır.
LİMAN KALESİ
Taşucu - Antalya karayolunun hemen kenarında ve deniz kıyısındadır. Taşucu’na 7 km mesafedeki kale Osmanlı yapısı olup, XIV. yy’da inşa edilmiştir. Günümüze dek kalan az tahrip görmüş kalelerden biridir.
BOĞSAK ADASI (NESULİON)
Boğsak koyundaki Boğsak Adası’nda Roma ve erken Bizans dönemlerine ait evler, mezarlar, sarnıçlar ve kilise kalıntıları bulunmaktadır.
TOKMAR KALESİ (CASTELLUM NOVUM)
Taşucu - Antalya karayolunun 22. Kilometresinde kuzeye ayrılan 5 km’lik asfalt bir yolla ulaşılan Tokmar Kalesi, denize hakim bir tepe üzerine inşa edilmiştir. Güneyi yalçın bir kaya ile çevrili kalenin kuzeyinde savunma burçları vardır. XII. yy’da yapıldığı tahmin edilmektedir.
KİLİKYA AFRODİSİASI
Halk arasında Ovacık Yarımadası olarak bilinen, arkeoloji literatüründe Kilikya Afrodisiası diye geçen bu antik yerleşim merkezine Silifke - Anamur karayolunun 35. Kilometresinde güneye ayrılan tali bir yolla varılır. İ.Ö. XII. yy’da yapıldığı tahmin edilen ve toplam uzunluğu 4 kilometreye yaklaşan kiklopik sur duvarları ve burçlar görülebilen en eski kalıntılardır.
Antik kentin en önemli eseri St. Pantaleon Kilisesi’dir. İ.S. IV. yy’a ait kilisenin tabanı tamamen mozaikle kaplıdır. Geometrik şekiller, bitki ve kuş motifleriyle süslü mozaik taban oldukça iyi korunmuş durumdadır.Şövalye evleri, sarnıçlar ve nekropol görülebilecek diğer antik kalıntılardır.
KIBRIS BARIŞ HAREKATI ŞEHİTLERİ HATIRA ORMANI
Kıbrıs Barış Harekatı’nda şehit düşen 454 subay, astsubay, erbaş ve erimizin anısına Silifke - Gülnar yolunun 5. kilometresinde, Çamdüzü mevkiinde bir Hatıra Ormanı oluşturulmuştur.
1976 yılında tamamlanan ve 9 hektarlık bir alanı kaplayan Şehitlikte, Atatürk Anıtı ve tören alanı ile çevresinde şehitlerimizin sembol mezarları vardır. Her mezar yanına bir de ağaç dikilmiştir.
Şehitlikte ayrıca, 220 Kıbrıs Türk Mücahidi Şehitleri anısına bir de abide bulunmaktadır.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda ele geçen Rum tank, top, zırhlı araç ve silahların bir kısmı burada sergilenmektedir.
FREDERİK BARBAROSSA ANITI
Roma - Germen İmparatoru Frederik Barbarossa, III. Haçlı Seferi’nde ordusu ile Filistin’e giderken 10 Haziran 1190 günü Ekşiler Köyü yakınlarında Göksu Irmağı’nda boğulmuştur.
1971 yılında Alman Büyükelçiliği tarafından Frederik Barbarossa’nın boğulduğu yere taptırılan anıt taş Silifke - Konya karayolunun 9. kilometresinde yolun hemen sağ kenarındadır.
DEMİRCİLİ (IMBRİOGON) ANITMEZARLARI
Silifke - Uzuncaburç karayolunun 10. kilometresinde, antik Imbriogon şehrinin soylularına ait tek ve çift katlı anıtmezarlar vardır. Dört tanesi hemen yol kenarında bulunan anıtmezarlar İ.S. II. yy Roma dönemi kalıntılarıdır.
UZUNCABURÇ (DİOCAESAREA)
Mersin’in en önemli ve en iyi korunmuş tarihi kalıntıları Silifke’nin 30 km kuzeyindeki Uzuncaburç beldesindedir. Helenistik çağda merkezi Uzuncaburç’un 4 km doğusundaki (ura) Olba Krallığı’nın ibadet yeri olan bugünkü Uzuncaburç yerleşim yeri, Roma döneminde, İ.S. 72 yılında İmparator Vespasianus zamanında Olba’dan ayrılarak Diocaesarea (Tanrı-İmparator Kenti) adıyla özerk, kendi adına para basabilen yeni bir site durumuna getirilmiştir.
Diocaesarea’daki Zeus Tapınağı, burç ve piramit çatılı anıtmezar Selefkoslar, yani Helenistik; sütunlu cadde, tiyatro, tören kapısı, çeşme, Şans Tapınağı ve Zafer Kapısı Roma döneminden kalma yapılardır. V. yy’da Hıristiyanlığın yörede gelişmesi ile Zeus Tapınağı kiliseye dönüştürülmüş, ayrıca yeni kiliseler de yapılmıştır. Bizans döneminin ardından Anadolu Türkleri buraya şehrin sembolü olan yüksek burcun ismini vererek “Uzuncaburç” demişlerdir.
UZUNCABURÇ’TAKİ BELLİ B0AŞLI KALINTILAR ŞUNLARDIR:
SÜTUNLU CADDE
Tiyatronun önünden geçen sütunlu cadde Zeus Tapınağı’nın yanında kent kapısından gelen diğer bir sütunlu cadde ile kesişir ve Şans Tapınağı’nda son bulur. İ.S. I. yy’dan kalma Sütunlu Cadde’deki sütunların hepsi yıkılmış ve mimari parçalarının çoğu yok olmuştur.
TÖREN KAPISI
İ.S. I. yy’dan kalma Tören Kapısı her biri 1 m çapında ve 7 m yüksekliğinde Korint başlıklı sütunlarla heybetli bir yapıdır. Sütun gövdelerinden çıkan konsollar üzerinde zamanında heykeller bulunmaktaydı. Yarısı yıkılmış olan Tören Kapısı’nın 5 sütunu ayaktadır.
ZEUS TAPINAĞI
Tören Kapısı’ndan sonra antik çeşmeyi geçince sütunlu caddenin solunda bir avlu içerisindeki Zeus Tapınağı’nın Selefkos Nikator (İ.Ö. 312 - 295) tarafından yaptırılmış olduğu düşünülmektedir. Zeus Tapınağı, Anadolu’da dört bir yanı tek sıra 36 sütunla çevrili, Korint tarzında Peripteros planlı, en eski tapınaklardan biri olarak sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Romalılar tarafından da kullanılan tapınak, Hıristiyanlık döneminde, V. yy’da, önemli değişikliklerle kiliseye çevrilmiş; cella'sı yıkılıp sütunların araları örülmüş ve buralara kapılar konmuş, doğusundaki sütunlar kaldırılarak yerlerine apsis eklenmiştir.
Zeus Tapınağı iki bin seneyi aşkın yaşı ve bugünkü muhteşem görünümü ile geçen zamana meydan okurcasına hala ayakta durmaktadır.
ŞANS TAPINAĞI (TYCHAEUM)
Sütunlu caddenin bitimindeki Şans Tapınağı İ.S. I. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Bugün beşi ayakta olan, 6’şar m yüksekliğindeki yekpare granit 6 sütunun taşıdığı arşitravdaki kitabe, tapınağın kentin soylularından Oppius ile eşi Kyria tarafından yaptırılıp kente hediye edildiğini bildirmektedir.
ZAFER KAPISI
Güney - kuzey yönündeki ikinci sütunlu yol üzerinde ve Zeus Tapınağı’nın kuzeyinde bulunan kapının ortasında bir büyük; yanlarında iki küçük kemerli girişi vardır. Üzerindeki kitabede, depremde zarar gören kapının Roma İmparatorları Arcadius (395 - 408) ile Honorius (395 - 423)’un birlikte yönetimleri sırasında önemli ölçüde onarım gördüğü yazılıdır.
Anıtsal nitelikli kapının çeşitli yerlerindeki konsollarda vaktiyle heykel ve büstlerin yer aldığı anlaşılmaktadır. “Zafer Takı” görünümlü bu muhteşem yapı Zafer Kapısı olarak anılır.
TİYATRO
Roma İmparatorları Marcus Aurelius (161 - 180) ile Lucius Verus (161 - 169)’un birlikte yönetimleri sırasında yapılmış olduğu burada bulunan bir yazıttan anlaşılmaktadır. Yer olarak doğal çukur bir arazi seçilerek oturma basamakları arazinin meylinden faydalanılarak yapılmıştır.
HELENİSTİK ANITMEZAR
Uzuncaburç beldesinin güneyindeki bir tepe üzerinde yapılmış olan anıtmezar Dor biçimindeki mimarisi ile yörede tektir. Piramit çatılı, 15 m yüksekliğindeki mezar anıt 5,5 m X 5,5 m ölçülerinde kare planlıdır. 2300 yıllık anıtmezarın Selefkoslar veya Olba Krallığının yöneticilerinden birine ait olduğu tahmin edilmektedir.
HELENİSTİK YÜKSEK KULE
Şehri çevreleyen surların kuzeydoğu kenarında bulunan 5 katlı kule 16 m X 13 m oturumunda ve 23 m yüksekliğinde olup yapımında hiç harç kullanılmamıştır. Her katı kendi içinde bölümlere ayrılmış olan kule, yöneticilerin yaşadığı bir mekan olduğu kadar, tehlike anında halkın sığındığı ve şehir hazinesinin korunduğu güvenli bir yer olarak ta kullanılmaktaydı.
Kule kapısı üzerindeki yazıttan, İ.Ö. III. yüzyılın 2. Yarısında Tarkyares tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılan kule, geçirdiği yangın sonucu vali Petronius’un emriyle İ.S. III. yy solarında onarım görmüştür.
Eski paraların üstünde amblem olarak kullanılan bu gözetleme ve barınma kulesi yüksek oluşu nedeniyle bugünkü beldenin ismine de kaynak olmuştur: Uzuncaburç.
KİLİSELER
Hıristiyanlığın bölgeye gelmesiyle, V. yy’da Zeus Tapınağı’ndan dönüştürme kiliseden başka üç kilise daha yapılmıştır. Bunlar, kule yakınındaki Stefanos Kilisesi, nekropoldeki Mezarlık Kilisesi ve tiyatro yanındaki küçük bir kilisedir. Bunlardan çok az kalıntı mevcuttur.
NEKROPOL
Kentin kuzeyindeki bir vadinin her iki yamacına yayılmış olan nekropol sahası, hem Helenistik, hem Roma, hem de Bizans dönemlerinde kullanılmış olup kaya oyma çok sayıda mezar vardır.
URA (OLBA)
Uzuncaburç’un 4 km doğusundaki Ura, Helenistik dönemde Olba Krallığı’nın merkezi ve önemli bir ticaret şehri idi. Bir tepenin üzerinde kurulmuş bulunan antik kentten günümüze kadar gelebilmiş kalıntılar arsında çeşme binası, su kemeri, evler, tiyatro ve nekropol bulunmaktadır.
Buradaki en önemli yapıtlardan biri olan çeşme binası Septimus Severus (İ.S. 193 - 211) zamanında yaptırılmıştır. Lamus Deresi’nden alınan su kanal, tünel ve akuadüklerle bu çeşmeye akıtılıyordu.
Diğer bir önemli eser ise nekropolün bulunduğu vadi üzerine kurulmuş, 150 m uzunluğunda, 25 m yüksekliğinde dört kemerli akuadüktür. Bu su kemerinin korunması ve çevrenin gözetlenmesi için kuleler inşa edilmiş olması yapının önemini göstermektedir. Antik çeşme ile aynı dönemde yapılmış olan su kemeri, Bizans İmparatoru II. Justin yönetimi sırasında, 566 yılında onarım görmüştür.
Çeşmenin yanında bulunan tiyatro binasından bazı oturma basamakları ile sahnenin bir bölümü günümüze dek kalabilmiştir.
Olba kentinin oldukça geniş olan nekropol sahasında kaya mezarları ve lahitler görülebilir.
JÜPİTER TAPINAĞI
Şehir merkezinde bulunan ve doğu ile güney yanlarındaki sütun tabanlıkları orjinal şekilde korunmuş olan tapınağın uzun kenarında 14'er, kısa kenarında 8'er sütun bulunmaktaydı. Ancak, her biri 10m boyundaki Korint başlıklı bu sütunlardan bugün sadece biri ayakta kalmış olup 3 tanesi de yıkılmış durumda yerdedir. 1980 yılında Kültür Bakanlığı'nca başlatılan kazı çalışmaları aralıklarla devam etmektedir. I.S. II. yy'da yapılmış olduğu anlaşılan tapınak V. yy' da planında önemli değişiklikler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür. I.S. V. yy'da yaşamış tarihçi Zosimos "Tapınak, ovadaki ürünlerine musallat olan çekirgelerden kurtulmak için Güneş ve Sanat Tanrısı Apollon'dan yardim isteyen ahali tarafından, çekirgeler Apollon'un gönderdiği kus sürüsünce yok edilince O'na bir şükran ifadesi olarak yaptırılmıştır" diyorsa da Zeus adına yaptırıldığı da söylenmektedir.
KIYAFETLER
Erkekler de : Erkeklerin giydiği folklor kıyafetleri gömlek, şalvar, kuşak, cepken, başlık, çorap ve yemeni olmak üzere 7 parçadan oluşmaktadır. Erkeklerin folklor kıyafetlerinde süsleme yoğun olarak cepkende yer almakta aynı zamanda şalvar da işlemeleriyle dikkat çekmektedir. Çorap, şalvar ve başlık yünden oluşmakta, baş bağlaması yörede "seğmen" denilen erkek oyuncuyu da sembolize etmektedir. Bele bağlanan kuşak ise yün püsküllerle süslenmektedir. Tüm bu folklor kıyafetleri yörenin zengin Türkmen kültürünü, onların sosyal yaşantılarını sade ve işlevsel yönleriyle anlatmaktadır.
Folklor Erkek Kıyafetleri
Silifke yöresi folklor erkek kıyafetlerinde üste giyilen giysiye "gömlek" denmektedir. Kırmızı, sarı, lacivert, turuncu renklerden oluşan dikey çizgili kutnu kumaştan hazırlanmıştır. Gömlek hakim yakalı, önden düğmeli kollar manşetli ve düğmelidir.
Yörede folklor erkek kıyafetlerinden olan şalvar, yün kahverengi kumaştan dokunmaktadır. Şalvarın sağ ve sol iki yanında sarı, turuncu, kırmızı yün ipliği ile stilize çiçek süslemeleri yer almaktadır. Malak kısmı bol olan şalvar, belden lastikli, paçaları dar ve paça uçları düğmeli olarak hazırlanmıştır. Drabulus şalvarın üzerine iki kez dolanarak tutturulmuştur.
Silifke yöresi folklor erkek kıyafetlerinden gömleğin üzerine giyilen giysiye yörede "cepken" denmektedir. Cepken, koyu bordo yada kırmızı kadife kumaştan dikilmektedir. Yaka kısmı V olup alt kısmı oval kesimlidir. Cepkenin üzerinde Maraş işi ile işlenmiş stilize çiçek motifleri simetrik düzenlemelerle tekrarlanmaktadır. Cepken bel hizasında ve kolları uzundur.
Yörede erkeklerin başa taktıkları parçaya "dolak" denmektedir. Saf yün iplikten el tezgahlarında dokunan başlığın başa giyilen kısmı üçgen olup külah şeklindedir. Sağa sola uzanan her iki yanı 100 - 174 cm uzunluğunda ve 24 cm enindedir. Kulaklık denilen sağ ve sol yanlar önden çapraz alınarak kulak açıkta kalacak şekilde arkadan çift düğümle bağlanır. Uçları arkada sarkacak şekilde bırakılır.
Yörede erkeklerin ayaklarına giydiği ayakkabıya "yemeni" adı verilmektedir. Koyun yada keçi derisinden hazırlanan yemeninin alt tabanı, önde üçgen oluşturacak şekilde çevrilerek dikilir. Genellikle kırmızı renkte ve arkası topuğu iyi tutması için kulaklı hazırlanır.
Kadınlar da : Üste giyilen gömlek, şalvar, üçetek, öncek, kuşak ve cepkendir. Başa giyilen ise, fes ve baş süslemeleri; ayağa çorap ve edik giyilmektedir. Kadınların giydiği folklor kıyafetlerinden en içe giyilen gömlek ve şalvar son derece sade ve işlemesizdir. Daha üste giyilen ve bele bağlanan öncek aynı zamanda önlük amaçlıdır ve yöre kadınının çalışkanlığı ve titizliliğini yansıtmaktadır. Öncek, yün iplikten bez ayağı tekniğinde desensiz dokumadır. Ancak önü değişik renklerde püsküllerle süslenmiştir. Üç etek ise üç parçadan oluşmuş turuncu ağırlıklı ve sadedir. Kadınların en üste giydiği cepkende makine de süzeni ile işlenmiş ve giysinin en süslü bölümünü oluşturmaktadır. Silifke yöresi folklor kıyafetlerinde kadınların baş süslemeleri geleneksel baş süslemelerine çok yakın özellikte ele alınmıştır.Başa giyilen kep(fes)'in üzerine yazma örtülmekte yazmanın üzerine ise alnın üst kısmına turuncu yeşil renklerde krep bağlanmaktadır. Statüsünü gösterecek nitelikte gümüş para ve zincirlerle süslenmiş alınlık son derece zengin süslemeleriyle başı tamamlamaktadır.
Folklor Kadın Kıyafetleri
Silifke yöresi folklor kadın kıyafetlerinde alta şalvar giyilmektedir. Kırmızı saten kumaştan bel kesimli, beli ve paçaları lastikle toplanmış şalvar botları açıkta bırakacak boyda hazırlanmaktadır. Şalvarın üst kısmına gömlek giyilmektedir. Gömlek pamuklu beyaz kumaştan omuzdan dikişli, takma kol ve arkadan düğmeli model özelliğindedir. Kol ve yaka ağızları kırmızı biyeli olarak hazırlanmıştır.
Gömleğin üzerine yörede üç etek denilen kıyafet giyilmektedir. Üçetek; üç parçalı, önden dikişli, V yaka, omuzları dikişsiz uzun kare kollu yanları uzun yırtmaçlı ve önden üç düğme ile tutturulmuştur. Giysinin arkası tek parça olarak hazırlanmıştır. Bu enine ve boyuna çizgilerden oluşan dokuma kumaşa yörede "kuntu" ismi verilmektedir.
Yörede üçeteğin üzerine önlük yerine geçen bele bağlanan "öncek" giyilmektedir. Bordo yün dokumadan hazırlanan öncekin önünde yer alan püsküller, belden itibaren aşağıya doğru uzunlu-kısalı olarak dikilmiştir. Bu püsküller; pembe, mor, yeşil, lacivert, sarı, kırmızı renklerde yün yada orlon malzeme ile yapılmıştır. Öncek arkadan bele bağlanmaktadır.
Folklor kadın kıyafetlerinde "öncek"in üzerine "drabulus" denilen kuşak bağlanmaktadır. Drabulus önceğin üzerine iki kez dolanarak arkadan bele iğne ile tutturulmaktadır.
Yörede, folklor kadın kıyafetlerinde en üste giyilen giysiye "cepken" denilmektedir. Cepken önden açık, yanlardan dikişli, yakasız boyu kısadır. Bel hizasında lacivert kadife kumaş kullanılmış ve kumaşın üzerinde tüm ön, arkayı çevreleyen bordür şeklinde motif makinada suzeni tekniği ile sim iplik kullanılarak yapılmıştır. Geometrik bezemeli ince bordürden sonra, bitkisel bezeme stilize yapraklardan oluşan ikinci bordür yer almaktadır. İki ön ve arka ortasında oluşturulan motifler simetrik yerleştirilmiştir. Cepkenin kolları uzun ve geniştir. Kol ucunda aynı bordürler ve kol ortasında omuza kadar giden motifler kullanılmıştır.
Silifke yöresi folklor kadın başı süslemelerinde en alta "yazma" denilen beyaz kare ipekli örtü, başa çene altından çapraz gelecek şekilde bağlanır. Yazmanın üzerine "krep" denilen turuncu yeşil çizgili bir bant alnın üst kısmından arkaya gelecek şekilde arkadan bağlanır. Krepin üzerine ise "alınlık" denilen gümüş süsler takılır. alınlık krepin üzerine başın orta kısmına gelecek şekilde yerleştirilir. Yanlardan ve alından zincir ve uçlarında gümüş paralar bulunan alınlık iğnelerle başa tutturulur.
Silifke yöresi folklor kadın kıyafetlerinde ayağa giyilen botlara yörede "edik" ismi verilmektedir. Kırmızı deriden yapılan ediğin önü sivri olup alt siyah deri ön yüzeye doğru üçgen şeklinde gelmekte ve önde bir üçgen oluşturmaktadır. Edik, bot uzunluğunda bol ve düz kesim model özelliğinde olup, üst ağız kısmı mavi yün ile biyelenmiş ve önde yer alan deri parçanın üzerinde püsküller ile süslenmiştir.