John Stuart Mill
Faydacılığın takipçisi olan Mill, siyasal itaatin kökenini bir sosyal sözleşmeye dayandıran Hobbes, Locke ve Rousseau gibi düşünürlerden ayrılır. Ona göre devletin varlığı ve ona itaat bir sosyal sözleşme ile açıklanamaz. Siyasal otoriteye itaatin temelinde yine fayda vardır. Bireylerin bireyselliklerini gerçekleştirebilecekleri güvenli alan siyasal kurum tarafından tesis edilecektir. Devletin temel fonksiyonu bireylerin özgürlüğünü garanti altına almaktır. Devlet vatandaşların ebeveyni değildir. Siyasal otorite mutluluğa ulaşma yolunda bireylere nasıl bir yaşam sürdürmeleri gerektiğini söyleyemez. Onları belli bir eğitime tabi tutarak erdemli, mutlu bireyler yaratmaya kalkışamaz. Evet, bireyselliğin gerçekleştirilmesinde eğitim çok önemli bir yere sahiptir. Toplum ve onun hizmetkârı olan devlet ebeveynlerden çocuklarını eğitmelerini zorunlu kılabilir ancak bu eğitimin tek tip olarak devlet eliyle verileceği anlamına gelmez. Diğer taraftan Mill, düşünceleriyle liberalizmin gelişiminde hayati bir rol oynamıştır. Liberalizmin sağlıklı bir şeklide işleyebilmesi için siyasal iktidar da dâhil tüm toplumun, liberal kültürün ahlaki temellerini kavrayıp benimsemesini gerekli görür. İngiliz liberalizmine entelektüel ve teorik bir zemin hazırlayan Mill’in yararcılığı, bireyi, siyasal ve dinsel tahakkümden kurtarmak ve toplumun düşünce ve inanç yapısının dönüşümü için eğitimi, anahtar kurum olarak görür. Halk kitlelerinin ahlaki olarak eğitilmesi üzerine yoğunlaşan düşünür, liberalizmin devamlılığını sağlayacak ahlaki koşulların anlaşılmamasının, demokrasinin kötüye kullanımına yol açacağını düşünür.
Yararcı felsefe, yasalara uyan bireylere karşı müdahalede bulunmayan sınırlı bir hükümetin iyi bir hükümet olduğu tezini öne sürer. Ancak Locke gibi sınırlı hükümetin daha önceki savunucuları, felsefi olarak bu görüşlerini bir doğa durumuna, doğal hukuka, doğal haklara ve bir toplum sözleşmesine dayandırırken; yararcı felsefe, bu varsayımlardan hiç birine dayanmaz. Bu düşünceyle tutarlı bir şekilde Mill, insan doğası hakkındaki görüşlerinde bütün insanların eşit, rasyonel varlıklar olduğuna inanarak yararcılığın eşitlikçi duruşunu benimsemiştir. Mill, erkekler ve kadınlar arasında var olan eşitsizliği “Kadınların Köleleştirilmesi” adlı eserinde eleştirir. Uygulanmakta olan cinsiyet ayrımcılığına, özgürlük anlayışına paralel görüşleriyle karşı çıkan Mill, kadın erkek eşitliğine de toplumsal yarar açısından bakar ve birinin diğerine üstünlüğünü, toplumsal gelişmenin önünde bir engel olarak görür.