LEYLÂ VE MECNÛN HİKÂYESİ - 8
Bu arada Mecnûn’un babasının gözüne rahat bir uyku girmemektedir, her daim oğlunu düşünmekte perişan olmaktadır. Her gün bir çare araştırsa da ummuduğunu bulamamıştır. Leylâ’nın babası da Mecnûn’un varlığından rahatsızdır. Kabile reisine Mecnûn’u şikâyet ederek ortadan kaldırılmasını ister. Bu olanlardan haberdar olan Mecnûn’un babası oğlunu kurtarmak için hemen kendisini çöllere atar, gece gündüz oğlunun izini sürer. Bir gece uzaklardan bir ateş parıltısı gözüne görünür. Bu ateş sanki siyah geceyi aydınlatmaktadır. Bir pervane gibi döne döne bu ateşe yönelir. Fakat yanına yaklaştığında bunun bir ateş değil bir nefes olduğunu anlar. Bu nefes Mecnûn’un ahının ateşidir. Artık Mecnûn’un nefsi dünyanın tüm güzelliklerinden soğumuş, bir canı bir de ölüm arzusu kalmıştır. Oğlunun bu halini müşahede eden baba kederle Mecnûn’un yanına oturur. Mecnûn gözünü açar ve ihtiyara bakar fakat babasını tanımaz. Ona sevgiliden bir müjde getirdiyse konuşmasını aksi halde uzaklaşmasını talep eder. İhtiyar kendisini tanıtır, oğluna onun tek varisi olduğunu, artık yaşlandığını, aşk sarhoşluğuyla doğru düşünemediğini, ayıldığında kendini çok ayıplayacağını ifade ederek kendine gelmesini ve ailesine geri dönmesini nasihat eder. Leylâ’nın ona vefasızlık ettiğini, o burada aşk ateşiyle yanarken Leylâ’nın meclislerde başkalarının çırası olduğunu anlatarak bu yoldan geri dönmesini talep eder. Mecnûn babasının öğütlerine bir an kulak verir gibi de olsa yüreğindeki aşk ateşi ağır basar ve bu aşk ateşiyle artık yanıp kül olduğunu, kendisine nasihat etmekten vazgeçmesini, ondan mal mülk kalsa da bir gün gelip onun da bu malı mülkü bırakmak zorunda kalacağını ifade eder. O sırada ansızın Mecnûn titremeye başlar ve kolundan kanlar akar. Babası duruma hayret edince Mecnûn merak edilecek bir şey olmadığını, Leylâ’nın kan aldırdığını ve bunun eserinin kendisinde de göründüğünü söyler. Mecnûn ve Leylâ iki beden bir can olmuştur. İki beden birleşmiş her ikisi de hem Leylâ hem de Mecnûn olmuştur. Biri ne yaşarsa diğerinde eseri görünmektedir. İhtiyar durumu kavrayınca bunun kuru bir aşk, bir çareyle ortadan kalkacak mesele olmadığını anlar, onu ayıplamaktan ve azarlamaktan vazgeçerek veda eder. Vedasında ona en azından hakkını helal etmesini, öldükten sonra yasını tutmasını ve mezarına gelip onu anmasını isteyerek yaşlı gözlerle evine geri döner. Evine dönen ihtiyar çok geçmeden oğlunun hasretiyle can verir.
Elbette ki dünya insanların gönüllerini çelen nazlı bir güzeldir. Fakat bu güzel güzellerin en vefasızıdır. İnsan bu vefasızı elde etmek ister ama kendisi tuzağa düşer. Mecnûn bir gün bir tepe üzerinde sevgilisinin hayaliyle otururken bir avcı yanına yaklaşır ve onu ayıplar. Mecnûn’un babasının öldüğünden haberi yoktur. Avcı ona babasını hayatta iken güldürmediğini bari öldüğünde hatırlamasını söyler. Mecnûn’un gam denizine göklerden şimşekler çakar ve babasının mezarının yerini öğrenir, yola düşer. Mezarın başında bin ah eden Mecnûn babasına pişmanlıklarını dile getirir, babasını huzura erdiren Allah’tan kendisini de huzura erdirmesini isteyerek yana yakıla, gözyaşları içinde güneş doğuncaya kadar yalvarır. Ardından perişan bir şekilde kendi mezarı olan çöllere geri döner.
Aşk ve güzellik birbirini tamamlar. Biri olmadan diğeri olmaz. Birbirlerini görünür kılarlar. Mecnûn’u olgunlaştıran Leylâ’nın aşkı, Leylâ’yı güzelleştiren Mecnûn’un aşkıdır. Derdine deva arayan bir hasta gibi çöllerde dolaşan Mecnûn bir gün her ikisinin de resmi olan bir levha bulur. Levhadan Leylâ’nın resmini kazır fakat kendi resmini bırakır. Ona neden böyle yaptığını sorduklarında her ikisinin artık bir olduğunu, levhada bile olsa ayrı ayrı bulunmayı kabul etmeyeceğini ifade eder. Soran kişi neden kendi resmini değilde onun resmini kazıdığını sorduğunda da kendisinin Leylâ’ya örtü olduğunu, kendisinin beden Leylâ’nın ise o beden de can olduğunu, sevgiliyi gösterenin âşığın döktüğü gözyaşları olduğunu söyler.
Çöllere geri dönen Mecnûn’da bazı yüksek sıfatlar görülmeye başlanır. Artık çöllerde yaşayan hayvanların adaletli cömert hükümdarı olmuştur. Birbirine dost olmuş bütün vahşi hayvanlar Mecnûn’a sevda denizinde yoldaştır. Onunla sevda denizine gözyaşı dökerler onunla ah edip gökyüzüne ateş salarlar. Fakat Mecnûn’da onlara karşı çok vefalıdır.
Gece olup siyah örtüsünü güneşin üzerine attığında, inci gibi yıldızlar gökyüzünü doldurduğunda Mecnûn bu incilere tek tek derdini izhar eder. Onlardan derdine derman olacak taleplerde bulunur. Utarit’ten kendi hesabına Leylâ’ya mektup yazmasını ister. Merih’ten Leylâ’yla arasındaki düşmanları ortadan kaldırıp sevgilisine kavuşturmasını ister. Hiç birinden bir fayda göremeyen Mecnûn yüzünü bütün bu yıldızların Efendisi olan Allah’a döner. Leylâ’ya güzelliği veren onu da ateşe salan gerçekte onu ağlatan Leylâ değil O’dur. Bu yaraya derman ancak O’ndandır. Mecnûn kendisine merhamet etmesini dileyerek Allah’a başta Hazreti Muhammed Mustafa’nın (S.A.V) makamının hakkı için sonrasında da diğer peygamberlerin, velilerin sıddıkiyetinin hakkı için yalvarır ve Allah’tan neşesini günden güne arttırmasını, gözüne Leylâ’nın dudağının hayalini salarak ruhuna onun muhteşem güzelliğiyle doldurmasını, bir an dahi onun hayalinin gözünün önünden gitmemesini ister.
Allah’a yana yakıla yalvaran Mecnûn çektiği bunca dertlerin ardından sıkıntılarının karşılığını bekliyordu. Ansızın kara bulutlar elini eteğini çeker, güneş tatlı yüzünü gösterir, kaçıp giden kargaların yerini bülbüller alır. Yüksek bir tepeden etrafı gözleyen Mecnûn dert ortağı, sırdaşı Zeyd’in gelmekte olduğunu görür. Zeyd oldukça neşelidir, çehresinde kederin zerresi yoktur. Mecnûn ondaki bu hali hemen anlar ve ona sevgilisi Zeynep’e kavuşup kavuşmadığını sorar. Zeyd ise Mecnûn’a Leylâ’nın yanından geldiğini, ayrılık hasretiyle Leylâ’nın perişan olduğunu ve onun halini çok merak ettiğini söyler. Leylâ Mecnûn’un babasının öldüğünü öğrenmiştir, bu olay onu daha çok dilgir etmiş ve Mecnûn’un durumunu, aşkında hala sadık olup olmadığını daha çok merak eder olmuştur. Mecnûn’dan kendisini habersiz bırakmamasını, lütfedip duygularını anlatan güzel sözlerle bezeli şiirler yazmasını, ondan gelecek küçük bir yazının dahi ona muska gibi şifa olduğunu ifade eden bir şiir okur.
Leylâ’dan bu haberleri alan Mecnûn’un geleceğe dair ümidi artar. Leylâ’ya olan güveni tazelenir. Leylâ’ya sadık dostu Zeyd aracılığıyla selamını ve onun tam istediği gibi vefalı bir yâr olduğunu iletmesini ister. Mecnûn sevgilisinin diğer güzellerden daha vefalı olduğunu ve onun gönderdiği haberle hem maşuk hem de âşık olduğunu gösterdiğini düşünür. Uzakta dahi olsa Leylâ’nın mutlu olmasını arzular ve arada bir kendisini hatırlayarak garibi sevindirmesini ister. Kendisi gam denizinde kürek çekerken onun sefa göllerinde salda gezmesi reva değildir. Mecnûn artık Leylâ’nın vefalı bir âşık olarak arzu ateşini alevlendirerek ayrılık denizini buharlaştırıp gelmesini bekler. Eğer bu yolda önüne engel olan İbni Selam ise Leylâ’nın bir sözüyle onun tahtını yerle bir edebileceğini ifade eder.
Devam edecek...
KAYNAKÇA
Doğan, Muhammet Nur (2015). Fuzulî Leylâ ve Mecnûn Metin, Düzyazıya Çeviri, Notlar ve Açıklamalar, İstanbul: Yelkenli Yayınevi.
Kubbealtı Lugati, http://lugatim.com/, (Erişim Tarihi: 20.12. 2020)