Bağlamanın Tarihsel Süreci ve Gelişimi Günümüzdeki şekli ile Anadolu’ya ait olan bağlama, Orta Asya’
Bağlamanın Tarihsel Süreci ve Gelişimi
Günümüzdeki şekli ile Anadolu’ya ait olan bağlama, Orta Asya’daki kopuzun çeşitli değişkenlere uğramış hali olarak kaynaklarda ifade edilmektedir. İlk tarihlerden günümüze kadar insanoğlu yaşamsal tecrübelerini sonraki nesillere aktarmıştır. Zamanla ait oldukları toplumun kültürel yapılarını biçimlendirmiş ve yaygınlaştırmıştır. Kopuz sazı da halkın değişen yaşayış biçimlerine bağlı olarak çeşitli değişim ve gelişim evrelerine uğramış ve günümüz bağlama halini almıştır.
Bağlamanın tarihsel gelişimi günümüze kadar uzanan son hali Cumhuriyet Dönemiyle sınırlı olduğu bilinmektedir. Bağlamanın tarihi sürecini kapsamlı anlayabilme adına öncelikle kopuzun tarihçesi araştırılmıştır.
Kelime kökeninden başlayacak olursak; Mahmut Ragıp Gazimihal; kopuzun “kov” ve “kovı” kökündeki oyuk şey anlamından daha çok “kopsamak” fiilinin köküne bağlı olduğunu, kopsamanın ise kopuz çalanın el ve parmaklarıyla “kopmak, fırlamak ve seğirtmek” anlamında olduğunu ifade etmektedir (Gazimihal, 1975:17). Bu düşünceye paralel olarak Bahaeddin Ögel, “Türk Kültür Tarihine Giriş” isimli kitabında; kopuzun çeşitli Türk ağızlarında, “kobuz, kobus, kobız-kobıs, komuz-komus, komız-komıs” olduğunu ve kopuz çalmak anlamında “kopsamak, kobzadı, kobzaldı” gibi fiillerin türediğini ifade etmiştir (Ögel, 1987:237).
Kopuzun ilk ne zaman ve ne şekilde ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemekle birlikte hem parmakla hem de yayla çalındığı düşüncesi kabul edilmektedir. Ögel, kapuzun hem elle hem de yay ile çalındığını ancak yay ile çalınmasının daha eskiye dayandığını (1987:269), Gazimihal ise yaysız sazların kıdemi yaylılar merhalesinden daha eski olduğu düşüncesini öne sürmektedir (1975:16).
Parlak (2000), kopuz ve kopuzdan türeyen sazlar hakkında “esen rüzgarların sazlıklardaki kırık kamışlara çarpmasıyla çıkan ve ilk insanların üzüntülü, sevinçli anlarında çıkarmış oldukları seslerin ilk müzik duygularını verdiği kabul edilmektedir. Zamanla kamış ve kirişten çıkan bu sesler insanların ilgisini çekmiş, kullanmış oldukları okun, yay kirişine sürtünmesi ile oluşan tını keşfedilmiş ve bilinçli olarak bu sesler çıkarılmaya başlanmıştır.
Avlanma yayına okun sürtünmesiyle meydana gelen yapıya “okluğ” denilmiştir. Daha sonraları okluğun ucuna su kabağı vb. ilave edilerek “ıklığ” elde edilmiştir. su kabağının üst kısmına ince deriler gerilip, kiriş telleri, bu deri üzerinden geçirilmiş, ok yerine de bir başka yay kullanılmıştır. Böylece yaylı ve yaysız (parmakla ve mızrapla çalınan) telli sazların ataları doğmuştur. Kopuzun gövdesi daha sonraları su kabağı yerine armudi şekilde çeşitli ağaçlardan oyularak yapılmış, üzerine yine deriler gerilmiş, uzun yıllar çalınmış, zaman içinde derinin yerini ağaç göğüs at kılı ve kiriş, tellerin yerini ise metal teller almıştır” şeklinde düşünmektedir (s.7).
Bu açıklamalardan; Türk çalgılarının ilk çıkışının aynı tür çalgının parmakla ve yayla çalınması ile dallara ayrılarak gelişmeye başladığı görülmektedir.
Tarihsel Gelişimi
“Kopuz, tarih içindeki seyahati sırasında geçtiği coğrafyalarda onu kullanan toplulukların şarkı ve melodilerine göre şekillenmiş, Türk kavim ve kabileleri arasında başka müzik aletleri ile karışmış ve farklı bazı sazlar da kopuz ismi ile anılmıştır. Türkler arasında asırlardan beri kökleşen kopuz, kendi asli şeklini her yerde muhafaza edememiştir” (Feyzioğlu, 2006:237).
“Kopuz gövdesinin önceleri avuç içi şeklinde ağaçlardan oyularak yapıldığını ve üzerine deri gerilerek uzun yıllar çalındığını fakat 18. yy’dan sonra deri yerine ağaç kullanıldığı da Evliya Çelebi’den anlaşılmıştır. Asya Türkleri çalgılarını tel sayısına göre adlandırmıştır. İki telli ve parmakla çalınanların yaygın adı “dutar” dır. Tel sayısı ikiden çok olanlar “Dombra, Dambıra ve Tambura” olarak adlandırılmıştır. Özbekler, üç telli ve kalın saplı tamburalarına “Setar”, dört tellilere “Çartar”, beş tellilere “Pençtar” ve altı tellilere “Şeştar” denilmiştir (Ekici, 2012:40). Altı telli olan şeştar, daha çok İran ve Azerbaycan Türklerince tanınıp bilinmektedir. Eski eserlerde bu çalgı altı telli kopuz olarak yorumlanmıştır” (Feyzioğlu, 2006:240).
Savaşçı ve göçeri bir ırk olan Türklerin genelde tarih boyunca at sırtındaki serüvenini konu alan ve atın koşma türlerini melodileriyle tasvir eden kopuz, davuldan sonra çoğu Türk devletlerinde temsil niteliği rolü kazanmıştır.
“Iklığ çalgısından türediğine inanılan arp ve lir gibi çalgıların bağlama ile fiziksel ve icra yönünden benzeşmediği; dolayısıyla kopuzun yay görünümündeki ilk halinden tuşe mantığına geçilen dönem, kopuzun günümüz bağlama çalgısıyla benzer halinin oluşması açısından önem arz etmektedir” (Haşhaş, 2013:8).
Erdener (2015) çalışmasında, Türkiye’de yaygın bir görüş olan, sazın kopuzdan türemiş bir çalgı olduğunu ve bu nedenle kopuza sazın atası denildiğini ancak, kendisinin farklı bir düşünceye sahip olduğunu ifade etmektedir;
“…Bu söylemler bir araştırmanın sonunda ortaya çıkan verilere dayanmaz. Bazı kaynaklar sazın kopuzdan türemediğini, Orta Asya’da kopuz ve sazın çok uzun süre aynı zamanda ve yan yana var olduğunu gösteriyor… Saz ve kopuz, çalınışta, çıkardıkları seste ve gerekse yapılışlarında birbirine çok benzemeyen iki ayrı çalgıdır. Biri kabak kemane gibi dikine tutulur ve yayla çalınır, göğüs kapağı deri ile kaplanır. Diğeri ise yatay olarak ve tezene ile ya da parmakla çalınır. Moğolistan’da 5. Yüzyıldan kalan saz ve Orta Asya’da Türk halkları tarafından kullanılan dutar, komuz ve dombıra gibi çalgılar da sazın kopuzla yan yana var olduğunu açıkça göstermektedir. Türkler Anadolu’ya gelmeden bin yıl önce yaygın olan saza çok benzer çalgılar da kopuzdan türememiştir. Saz ve diğer çalgılar giderek kopuzun yerini almışlardır.” (s. 27-31).
Bağlama terimi, sazdan sonra en yaygın olarak bilinen isimdir. Araştırmacılara göre sazın sapına perde bağlanmasından ötürü bağlama isminin konulduğu düşünülmektedir. Başka bir görüş ise “bağlamak” kelimesi 16. yy metinlerinde “kapamak” anlamına da geldiği ve dolayısıyla göğse kapatılan tahtadan da kaynaklanabileceğidir.
Yukarıda bağlama adının nasıl oluştuğunu ifade eden iki yaygın görüş sunulmuştur. Bunların dışında dikkat çeken çeşitli düşüncelere de rastlanılmıştır. Bu konuyla ilgili olarak;
Özdek (2005), “bağlama isminin kullanılmasıyla kopuzun sapına perde bağlanmasının doğrudan bir ilişkisi varsa, sapa perde bağlanması fikrinin 17. yy’da ortaya çıktığını kabul etmek gerekir ki bu da kabul gören bir yaklaşım olmamıştır. Ayrıca sapına perde bağlanan diğer çalgıların isminin de “bağlama” kelimesinden türetilmiş olması gerekirken böyle bir durum da söz konusu değildir” şeklinde ifade etmiştir (s.17).
Akbulut’dan akt. Algı (2015), “bağlama gelenekte hiçbir zaman “nağme” çalgısı olarak kullanılmaz. Gelenekte esas olan “söz”dür. Saz, sözü bazen birbirine bağlar bazen de ona eşlik eder. Esasında bağlama, adını sapındaki perde bağlarından almaz. “Bağlama”, adını gelenekteki kullanılış amacından alır” (s.24).
Bağlama ismine yönelik bir başka görüş ise Kurt (2016)’a aittir; “Alevi-Bektaşi edebiyatı ve müziğinin şekillenmesiyle oluşmuş “Deste Bağlama” geleneği, ayin-i cemlerin ve muhabbetlerin en önemli ana unsurlardan biri hâline gelmiş, bu gelenek 17. yüzyıldan sonra hem sazın kendisine, hem de sazın çalındığı düzene (akort) adını vermiştir. Deste bağlarken çalınan düzene, zaman içerisinde her kesimden kabul gören “Bağlama Düzeni”, sazın adına da, mecaz-ı mürsel ile desteyi bağlayan araç anlamında ”Bağlama” denilmiştir” (s.61).
Değişik adlandırmalarla günümüze ulaşan bağlama, zaman içerisinde yapısal değişikliklere de uğramıştır.
Bağlamanın değişim ve gelişiminde “tel” unsuru önemli bir paya sahiptir. Telli sazlarda kullanılan ilk tel maddesi at kılıdır. Daha sonrasında bağırsak (kiriş) teller kullanılmıştır. İpeğin olduğu ve ulaşılabildiği yerlerde ipek tel de kullanılmıştır. Telli sazların değişim ve gelişim sürecinde son olarak metal tellere geçilmiştir ki, çalgılara tını, icra ve biçim yönünden çeşitli değişimler getirmiştir (Oral, 2010:4).
Bağlama, ülkemizde en yaygın kullanılan halk çalgılarındandır. Anadolu’nun hemen hemen her yöresine kendini benimsetmiştir. Geniş bir alana yayılan bağlama yörelere göre düzen, boyut ve icra teknikleri açısından değişkenliğe uğramıştır.
Bu durumu Kurt (1989) şöyle ifade etmiştir;
“Kopuz sazı geliştikçe perde ve tel sayıları artmış, kullanım amaç ve alanı da genişlemiştir. Bununla beraber daha çok ihtiyaca cevap veren türler kalıcı olmuş, kültür alış verişinin de etkisiyle belli isimler altında toplanmıştır. Halk sazlarının özelliklerinden biri de halkın kendi sazını kendi imkanları ile yapabilmesidir. Halk kendi çalacağı bağlamasını yöresinin şartlarına göre yapmış, tel ve perde sayılarını yöresinin müzikal yapısının ihtiyacına göre takmış ve bağlamıştır. Bu sebepledir ki, yörelere göre formları, perdeleri, tel sayıları birbirinden farklı bir çok bağlama türü ortaya çıkmıştır. Bugün bağlamanın çalınmadığı yöremiz yoktur. Bağlama çalma geleneğinin yüzyıllardır devam etmesinin, rağbet görmesinin sebebi vardır. Bağlama tek başına çalınabilen sazlardan biridir. Yanında ikinci bir saz çalma ihtiyacı çoğu kez duyulmamıştır. Çalınma özelliğinden dolayı ritim ve melodi bir aradadır. Halk müziğinin ihtiyacına uyum sağlanmış taşınabilir bir sazdır. Açık hava sazı değil oda sazıdır. Âşıklık geleneğinde, âşıkların dilinin çözülmesinde, doğaçlama şiir
söyleyebilmesinde, derdini anlatabilmesinde en büyük yardımcıdır. Değişik tür ve boylarıyla çok yönlü olarak kullanılmaktadır.” (s.12).
Kopuz Örnekleri
Feyzioğlu (2006), “Türklerin millî sazı olan kopuz, üzerindeki emaneti işleyip geliştirerek, hem Türk Musikisi organolojisinin temelini oluşturan bağlama ailesi, ud ve tambur gibi çalgıları günümüze taşımış hem de tarihte kopuzun sırtında oluşup gelişen, şamanlık, destan anlatma geleneğinin devamı olan âşıklık geleneğini bugüne dek sürdüregelmiştir.” ifadelerini kullanarak kopuz ve bağlama arasındaki kültürel köprüye dikkat çekmiştir (s. 245).
Yapılan araştırmalar doğrultusunda, kopuzun en büyük değişime ve gelişime Anadolu’da uğradığı, ilk hali itibariyle kopuza bağırsak kirişten ses perdeleri oluşturulduğu, deri göğüsten kapak göğse geçildiği ve at kılı yerine madeni teller kullanıldığı ortak bir görüştür. Çalım tekniğine yönelik, bağlamanın mızrap (tezene) ile çalınmaya başlanması, tahta göğse ve çelik tellere geçilmesinden ötürü olduğu düşünülmektedir.
Kaynak: Yakup Acar tarafındanan hazırlanan ” BAĞLAMA EĞİTİMİNDE KULLANILAN NOTASYONLARIN ÖĞRENCİLERİN DEŞİFRE BAŞARISINA ETKİSİ” Tezinden alıntı yapılmıştır.
Günümüzdeki şekli ile Anadolu’ya ait olan bağlama, Orta Asya’daki kopuzun çeşitli değişkenlere uğramış hali olarak kaynaklarda ifade edilmektedir. İlk tarihlerden günümüze kadar insanoğlu yaşamsal tecrübelerini sonraki nesillere aktarmıştır. Zamanla ait oldukları toplumun kültürel yapılarını biçimlendirmiş ve yaygınlaştırmıştır. Kopuz sazı da halkın değişen yaşayış biçimlerine bağlı olarak çeşitli değişim ve gelişim evrelerine uğramış ve günümüz bağlama halini almıştır.
Bağlamanın tarihsel gelişimi günümüze kadar uzanan son hali Cumhuriyet Dönemiyle sınırlı olduğu bilinmektedir. Bağlamanın tarihi sürecini kapsamlı anlayabilme adına öncelikle kopuzun tarihçesi araştırılmıştır.
Kelime kökeninden başlayacak olursak; Mahmut Ragıp Gazimihal; kopuzun “kov” ve “kovı” kökündeki oyuk şey anlamından daha çok “kopsamak” fiilinin köküne bağlı olduğunu, kopsamanın ise kopuz çalanın el ve parmaklarıyla “kopmak, fırlamak ve seğirtmek” anlamında olduğunu ifade etmektedir (Gazimihal, 1975:17). Bu düşünceye paralel olarak Bahaeddin Ögel, “Türk Kültür Tarihine Giriş” isimli kitabında; kopuzun çeşitli Türk ağızlarında, “kobuz, kobus, kobız-kobıs, komuz-komus, komız-komıs” olduğunu ve kopuz çalmak anlamında “kopsamak, kobzadı, kobzaldı” gibi fiillerin türediğini ifade etmiştir (Ögel, 1987:237).
Kopuzun ilk ne zaman ve ne şekilde ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemekle birlikte hem parmakla hem de yayla çalındığı düşüncesi kabul edilmektedir. Ögel, kapuzun hem elle hem de yay ile çalındığını ancak yay ile çalınmasının daha eskiye dayandığını (1987:269), Gazimihal ise yaysız sazların kıdemi yaylılar merhalesinden daha eski olduğu düşüncesini öne sürmektedir (1975:16).
Parlak (2000), kopuz ve kopuzdan türeyen sazlar hakkında “esen rüzgarların sazlıklardaki kırık kamışlara çarpmasıyla çıkan ve ilk insanların üzüntülü, sevinçli anlarında çıkarmış oldukları seslerin ilk müzik duygularını verdiği kabul edilmektedir. Zamanla kamış ve kirişten çıkan bu sesler insanların ilgisini çekmiş, kullanmış oldukları okun, yay kirişine sürtünmesi ile oluşan tını keşfedilmiş ve bilinçli olarak bu sesler çıkarılmaya başlanmıştır.
Avlanma yayına okun sürtünmesiyle meydana gelen yapıya “okluğ” denilmiştir. Daha sonraları okluğun ucuna su kabağı vb. ilave edilerek “ıklığ” elde edilmiştir. su kabağının üst kısmına ince deriler gerilip, kiriş telleri, bu deri üzerinden geçirilmiş, ok yerine de bir başka yay kullanılmıştır. Böylece yaylı ve yaysız (parmakla ve mızrapla çalınan) telli sazların ataları doğmuştur. Kopuzun gövdesi daha sonraları su kabağı yerine armudi şekilde çeşitli ağaçlardan oyularak yapılmış, üzerine yine deriler gerilmiş, uzun yıllar çalınmış, zaman içinde derinin yerini ağaç göğüs at kılı ve kiriş, tellerin yerini ise metal teller almıştır” şeklinde düşünmektedir (s.7).
Bu açıklamalardan; Türk çalgılarının ilk çıkışının aynı tür çalgının parmakla ve yayla çalınması ile dallara ayrılarak gelişmeye başladığı görülmektedir.
Tarihsel Gelişimi
“Kopuz, tarih içindeki seyahati sırasında geçtiği coğrafyalarda onu kullanan toplulukların şarkı ve melodilerine göre şekillenmiş, Türk kavim ve kabileleri arasında başka müzik aletleri ile karışmış ve farklı bazı sazlar da kopuz ismi ile anılmıştır. Türkler arasında asırlardan beri kökleşen kopuz, kendi asli şeklini her yerde muhafaza edememiştir” (Feyzioğlu, 2006:237).
“Kopuz gövdesinin önceleri avuç içi şeklinde ağaçlardan oyularak yapıldığını ve üzerine deri gerilerek uzun yıllar çalındığını fakat 18. yy’dan sonra deri yerine ağaç kullanıldığı da Evliya Çelebi’den anlaşılmıştır. Asya Türkleri çalgılarını tel sayısına göre adlandırmıştır. İki telli ve parmakla çalınanların yaygın adı “dutar” dır. Tel sayısı ikiden çok olanlar “Dombra, Dambıra ve Tambura” olarak adlandırılmıştır. Özbekler, üç telli ve kalın saplı tamburalarına “Setar”, dört tellilere “Çartar”, beş tellilere “Pençtar” ve altı tellilere “Şeştar” denilmiştir (Ekici, 2012:40). Altı telli olan şeştar, daha çok İran ve Azerbaycan Türklerince tanınıp bilinmektedir. Eski eserlerde bu çalgı altı telli kopuz olarak yorumlanmıştır” (Feyzioğlu, 2006:240).
Savaşçı ve göçeri bir ırk olan Türklerin genelde tarih boyunca at sırtındaki serüvenini konu alan ve atın koşma türlerini melodileriyle tasvir eden kopuz, davuldan sonra çoğu Türk devletlerinde temsil niteliği rolü kazanmıştır.
“Iklığ çalgısından türediğine inanılan arp ve lir gibi çalgıların bağlama ile fiziksel ve icra yönünden benzeşmediği; dolayısıyla kopuzun yay görünümündeki ilk halinden tuşe mantığına geçilen dönem, kopuzun günümüz bağlama çalgısıyla benzer halinin oluşması açısından önem arz etmektedir” (Haşhaş, 2013:8).
Erdener (2015) çalışmasında, Türkiye’de yaygın bir görüş olan, sazın kopuzdan türemiş bir çalgı olduğunu ve bu nedenle kopuza sazın atası denildiğini ancak, kendisinin farklı bir düşünceye sahip olduğunu ifade etmektedir;
“…Bu söylemler bir araştırmanın sonunda ortaya çıkan verilere dayanmaz. Bazı kaynaklar sazın kopuzdan türemediğini, Orta Asya’da kopuz ve sazın çok uzun süre aynı zamanda ve yan yana var olduğunu gösteriyor… Saz ve kopuz, çalınışta, çıkardıkları seste ve gerekse yapılışlarında birbirine çok benzemeyen iki ayrı çalgıdır. Biri kabak kemane gibi dikine tutulur ve yayla çalınır, göğüs kapağı deri ile kaplanır. Diğeri ise yatay olarak ve tezene ile ya da parmakla çalınır. Moğolistan’da 5. Yüzyıldan kalan saz ve Orta Asya’da Türk halkları tarafından kullanılan dutar, komuz ve dombıra gibi çalgılar da sazın kopuzla yan yana var olduğunu açıkça göstermektedir. Türkler Anadolu’ya gelmeden bin yıl önce yaygın olan saza çok benzer çalgılar da kopuzdan türememiştir. Saz ve diğer çalgılar giderek kopuzun yerini almışlardır.” (s. 27-31).
Bağlama terimi, sazdan sonra en yaygın olarak bilinen isimdir. Araştırmacılara göre sazın sapına perde bağlanmasından ötürü bağlama isminin konulduğu düşünülmektedir. Başka bir görüş ise “bağlamak” kelimesi 16. yy metinlerinde “kapamak” anlamına da geldiği ve dolayısıyla göğse kapatılan tahtadan da kaynaklanabileceğidir.
Yukarıda bağlama adının nasıl oluştuğunu ifade eden iki yaygın görüş sunulmuştur. Bunların dışında dikkat çeken çeşitli düşüncelere de rastlanılmıştır. Bu konuyla ilgili olarak;
Özdek (2005), “bağlama isminin kullanılmasıyla kopuzun sapına perde bağlanmasının doğrudan bir ilişkisi varsa, sapa perde bağlanması fikrinin 17. yy’da ortaya çıktığını kabul etmek gerekir ki bu da kabul gören bir yaklaşım olmamıştır. Ayrıca sapına perde bağlanan diğer çalgıların isminin de “bağlama” kelimesinden türetilmiş olması gerekirken böyle bir durum da söz konusu değildir” şeklinde ifade etmiştir (s.17).
Akbulut’dan akt. Algı (2015), “bağlama gelenekte hiçbir zaman “nağme” çalgısı olarak kullanılmaz. Gelenekte esas olan “söz”dür. Saz, sözü bazen birbirine bağlar bazen de ona eşlik eder. Esasında bağlama, adını sapındaki perde bağlarından almaz. “Bağlama”, adını gelenekteki kullanılış amacından alır” (s.24).
Bağlama ismine yönelik bir başka görüş ise Kurt (2016)’a aittir; “Alevi-Bektaşi edebiyatı ve müziğinin şekillenmesiyle oluşmuş “Deste Bağlama” geleneği, ayin-i cemlerin ve muhabbetlerin en önemli ana unsurlardan biri hâline gelmiş, bu gelenek 17. yüzyıldan sonra hem sazın kendisine, hem de sazın çalındığı düzene (akort) adını vermiştir. Deste bağlarken çalınan düzene, zaman içerisinde her kesimden kabul gören “Bağlama Düzeni”, sazın adına da, mecaz-ı mürsel ile desteyi bağlayan araç anlamında ”Bağlama” denilmiştir” (s.61).
Değişik adlandırmalarla günümüze ulaşan bağlama, zaman içerisinde yapısal değişikliklere de uğramıştır.
Bağlamanın değişim ve gelişiminde “tel” unsuru önemli bir paya sahiptir. Telli sazlarda kullanılan ilk tel maddesi at kılıdır. Daha sonrasında bağırsak (kiriş) teller kullanılmıştır. İpeğin olduğu ve ulaşılabildiği yerlerde ipek tel de kullanılmıştır. Telli sazların değişim ve gelişim sürecinde son olarak metal tellere geçilmiştir ki, çalgılara tını, icra ve biçim yönünden çeşitli değişimler getirmiştir (Oral, 2010:4).
Bağlama, ülkemizde en yaygın kullanılan halk çalgılarındandır. Anadolu’nun hemen hemen her yöresine kendini benimsetmiştir. Geniş bir alana yayılan bağlama yörelere göre düzen, boyut ve icra teknikleri açısından değişkenliğe uğramıştır.
Bu durumu Kurt (1989) şöyle ifade etmiştir;
“Kopuz sazı geliştikçe perde ve tel sayıları artmış, kullanım amaç ve alanı da genişlemiştir. Bununla beraber daha çok ihtiyaca cevap veren türler kalıcı olmuş, kültür alış verişinin de etkisiyle belli isimler altında toplanmıştır. Halk sazlarının özelliklerinden biri de halkın kendi sazını kendi imkanları ile yapabilmesidir. Halk kendi çalacağı bağlamasını yöresinin şartlarına göre yapmış, tel ve perde sayılarını yöresinin müzikal yapısının ihtiyacına göre takmış ve bağlamıştır. Bu sebepledir ki, yörelere göre formları, perdeleri, tel sayıları birbirinden farklı bir çok bağlama türü ortaya çıkmıştır. Bugün bağlamanın çalınmadığı yöremiz yoktur. Bağlama çalma geleneğinin yüzyıllardır devam etmesinin, rağbet görmesinin sebebi vardır. Bağlama tek başına çalınabilen sazlardan biridir. Yanında ikinci bir saz çalma ihtiyacı çoğu kez duyulmamıştır. Çalınma özelliğinden dolayı ritim ve melodi bir aradadır. Halk müziğinin ihtiyacına uyum sağlanmış taşınabilir bir sazdır. Açık hava sazı değil oda sazıdır. Âşıklık geleneğinde, âşıkların dilinin çözülmesinde, doğaçlama şiir
söyleyebilmesinde, derdini anlatabilmesinde en büyük yardımcıdır. Değişik tür ve boylarıyla çok yönlü olarak kullanılmaktadır.” (s.12).
Kopuz Örnekleri
Feyzioğlu (2006), “Türklerin millî sazı olan kopuz, üzerindeki emaneti işleyip geliştirerek, hem Türk Musikisi organolojisinin temelini oluşturan bağlama ailesi, ud ve tambur gibi çalgıları günümüze taşımış hem de tarihte kopuzun sırtında oluşup gelişen, şamanlık, destan anlatma geleneğinin devamı olan âşıklık geleneğini bugüne dek sürdüregelmiştir.” ifadelerini kullanarak kopuz ve bağlama arasındaki kültürel köprüye dikkat çekmiştir (s. 245).
Yapılan araştırmalar doğrultusunda, kopuzun en büyük değişime ve gelişime Anadolu’da uğradığı, ilk hali itibariyle kopuza bağırsak kirişten ses perdeleri oluşturulduğu, deri göğüsten kapak göğse geçildiği ve at kılı yerine madeni teller kullanıldığı ortak bir görüştür. Çalım tekniğine yönelik, bağlamanın mızrap (tezene) ile çalınmaya başlanması, tahta göğse ve çelik tellere geçilmesinden ötürü olduğu düşünülmektedir.
Kaynak: Yakup Acar tarafındanan hazırlanan ” BAĞLAMA EĞİTİMİNDE KULLANILAN NOTASYONLARIN ÖĞRENCİLERİN DEŞİFRE BAŞARISINA ETKİSİ” Tezinden alıntı yapılmıştır.