ŞİİRE VE ŞAİRE DAİR BAZI NOTLAR
ŞİİRE VE ŞAİRE DAİR BAZI NOTLAR
Aristo'nun Poetika'sından günümüze gelinceye kadar pek çok kimse şiiri tarif etmeye çalıştı. Yapılan tariflerin birbirileriyle çelişenleri olduğu gibi, ay m noktada birleşenleri de vardır. Bunların bir kısmı, şiir kavramına yaklaşabilmek bakımından gerçekten bir güzelliğe bir doyuruculuğa da sahip bulunuyorlar. Fakat yine de hiç birinin "şiir nedir?" sorusunu açık seçik ve kesin olarak cevaplandırdığı söylenemez. Bu itibarla, yapılmış olan tariflerin hiç biri, şiirin son tarifi olmak bahtiyarlığına erişememiştir. Bu bize, şiirin daha başka ve daha değişik târiflerinin de yapılabileceğini gösterdiği gibi, onun tarif edilmez oluşunu da İşaretlemektedir. Gerçekten de sanat ve edebiyat meselelerinin en karmaşık ve şahıslara, akımlara, çağ ve ülkelere göre en değişken görüneni, şiirle ilgili telâkkilerdir. Sanat ve edebiyat bahçesinin bu en nâdîde çiçeğinin, hangi iklimde daha güzel gelişip serpileceği, onun renginin, kokusunun ne olduğu ve gerçekte ne olması lâzım geldiği, onu hangi mahir bahçıvanların daha İyi yetiştirebileceği gibi hususlarda, bugün de tam bir görüş birliği sağlanabilmiş değildir. Her yeni nesil, kendi bilgi ve tecrübesine çağın eğilimlerini de katarak, şiir meselesine yeni yorum ve değerlendirmeler getirmekte, onu daha değişik bir şekilde tarife çalışmaktadır.
Aslında tarif, fızik-kimya gibi deneye dayalı disiplinlerde kesin olarak vardır ve gereklidir. Târif yapma endîşesini, şiir başta olmak üzere, sanat ve edebiyat mahsulleri için aslî mesele saymanın ne gereği, ne de faydası vardır. Çünkü şiir, mantık’a seslenen bir ifâde tarzı değildir. Şiir akim ve mantığın denetim sınırlarını aşan duyguların, hayâllerin ifâde vasıtasıdır ve Ahmet Hâşira (1884 -1 9 3 3 )'in Piyâle.'(1926) önsözü'nde ifâde ettiği gibi, kavrayışımızın bölgeleri dışında, sırların ve meçhullerin geceleri içine gömülmüş, yalnız aydınlık sularının ışıkları zaman zaman duygularımızın ufkuna akseden, kutsf ve isimsiz bir kaynaktan doğmaktadır'*'. O itibarla da, şiiri, tarifin kesin ve değişmez birtakım kuralları içine hapsetmek imkânsızdır. Belirli kalıplara sokulamaz ve târif edilemez oluşu, şiirin herşeyden önce duygu işî olmasından eleri gelmektedir ve bu vasfı, onun hususîliğinin de bir göstergesidir. Hattâ onu benzerlerinden ayıran ve şiir yapan, önce bu târif edilemez oluştur ve şiir, ruh kadar uçucu, mevsimler kadar renkli ve geçici, akşamlar kadar engin, yıldızlarla dolu ve hattâ bunlardan da başka bir şeydir. Elbette ki bu kadar değişik vasıflar taşıyan, her göze başka, her gönüle ayrı prizmaların nice çeşitli yüzeylerinden, isim bile konulamayan renkler döken şiirin, ortak ve inandırıcı bir izâhı olmayacaktır.
Bu sebepledir ki, şiirle ilgili târif ve izahların belirli seviyede sanatkârlık ifâde edenlerinde, tarifi reddeden oldukça yaygın bir telâkkinin varlığı dikkati çekmektedir. Buna karşılık, edebiyat türlerinin birtakım metotlara göre tahlil ve tefsiri, bu türlerin benzeşen aslî unsurlarının çıkarılıp ayıklanması ve her türün kendirine: Özgü unsurları yönünden tanıtılması ile uğraşan edebiyat metodoİojistlerî, mutlak bir şiir tarifinin yapılamıyacağını kabul etmekle beraber, târifsizliğe de itiraz ediyorlar. Edebiyat metodolojisi ile uğraşanlara göre, kavram bilgi anin teşekkül etmediği yerde İlmî bir çalışmadan sö£ edilemez. Şiir ise, edebiyatın en aslîj1 kavraıjrlarındalık birimdir. Bu itibairla, onu öteki edebiyat türlerinden ayıran, kendirine çok benzeyen unsurların karşısındaki yerini tayin eden bir tarife de ihtiyaç vardır. Böyle bir tarif,herkesin üzerinde birleşebileceği bir kesinlik taşımasa bile, yine de şiirin, kendisine! çokj bcjıjtzeyen diğer edebiyat türleri yanındaki ayırıcı vasıflarım ortaya koyacağı için gereklidir. Şiir İçin böyle bir tarife her zaman ihtiyaç duyulmuş olmalı ki, devirlere ve şahsiyetlere göre değişen ifâde kalıpları içinde olsa bile, şiir kavramına bağlı telâ^kîlerde^eski deyimle söyleyelim, "ağyârmı manî, efradını camı" unsurların b elimime sine daima dikkati edilmiştir.
Türk edebiyatında şiir, şiiriyet, şâir, nâzım, nâzım vb. kavramlar hakkında söylenmiş ve yazılmış pekçok ifâde bulunmaktadır. Tezkerelerdeki bilgilerden -İlk poetik çakışma olduğu ileri sürülen ve 16 inci yüzyılda Hatffcl-zâde Abdullâtıf tarafııjıdan yazılmış bulunan Latıfî Tezkiresi bu bakımdan bilhassa önemlidir - şâirlerin manzum ve mensur eserlerine serpiştirdikleri şiir anlayışları ile ilgili ^hükümlere kadar, pekçok kaynakta Şiire ait unsurlar belirtilmeye çalışılmıştır. Türk hazmının tarihî geçmişi j çok eskilere gitmektedir ve başka milletlerin edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da nesirden önce nazım vardır. Dolayısıyla edebiyatımız, nazımla ilgili İfâde ve değerlendirmeler bakımından İla bir hayli zengindir. Ancak biz burada bir İşiir tariüi, hattâ |tarihçeri ykzmayı düşünmediğimiz için, bu konuya ait gelişme silsilesini lügatlerden ve poetikalardan takip etmeye çalışacağız.
19 uncu yüzyılın başlarında Encümen-i Şuarâ'nm gayretleriyle şiir yeni bir estetik zemipde tecellî bulmaya çalışırsa da, Avjhıpaö ^debiyatfıjtı yaygınlaşması ybni tarif ve telâkkî unsurlarmı da beraberinde getirdi. Devrin tanınmış edîbleri, geleneksel bilgi ve tecrübelerine Batıdan gelen tetirleri de katarak nazımla ilgili kammlara yeni yorum ve anıklamalar getirdiler. Tanzimat döneminde j bunun j ¡öncülüğünü bilhassa Muallim Nâd (1850 -1893) ile Recâî - zade Mahmud Ekrem (1847 -1 9 1 4 ) yaptılar.
Şemsettin Sâmi, ünlü lügati Kamûs-ı Türkî'de şiirin! vezinli ve kafiyeli söz olduğunu söyledikten sonra, onun manen güzel hayâller ve tasavvurla^ ih^va etmesi gerektiğine de işaret eder. Şemsettin Sami’ye göre, gayret ve t ah ¡21 ile şiir söylenemez, şairlik "istidât-ı tabiî ile olur." Aynı lûgatta nazmın da vezinli, kafiyeli söz olduğu söylenildikten sonra, şiir ile nazım arasındaki fark şöyle belirtilmektedir: "İkazım mevzun ve njiukaffa sözdür, hattâ sarf ve nahve dâir mebâhis gibi fikrji şâi'râneden büsbütün bigâne mevâd dahi, mevzun ve mukaffa olunca, nazım denilir; halbuki şiirde veziri ve kafiyeden ziyâde efkâr-ı şâirâne ve hayâlât-ı müheyyice, i ’tibâr olunur". Görülmektedir jki, Şemsettin skmi'ye göre her nazım şiir değildir. Bir nazmın şiir olabilme^ için, onun, şâirâne fikirler ve heyecan verici hayâller de ihtiva etmesi gerekmektedir.
Muallim Nâd, Lûgat-iN âd'de, şiir ve nazım kavranılan ile ilgili pek farklı şeyler söylemiyor, fb da şiir ve nazmın "mevzun ve mukaffa Sözİ' olduğıihu söyledikten sonra, "Her mevzun söze şiir denilemez", hükmünü de veriyor. Naci’ye göre şiir ’ en belîğ, pek beliğ söz demektir. Nâd şiir, nazım ve nesir halikındaki görüşlerini, elbet en geniş bir şekilde Istılah ât-ı Edebiyye adlı eserinde ortaya koymuştur. Onun bu kitabında yer ¡¿an görüşleri özetle şöyledir: Nesir ve nazım diye ikiye ayrılan söz, ya beliğdir, ya değildir. Ancak beliğ olan sözler edebiyattan sayılabilir. Bunlar nesir de, nazım da olabilirler. Eğer beliğ değilse, nazım olsun, nesir olsun, edebiyattan sayılamazlar. Sözün beliğ olup olmadığını herkes anlayamaz; bu olgun ve üstün zevk sahiplerinin işidir ve Allah vergisidir. Edebiyatın en güzel parçalan şiirlerdir. Şiir, edebiyatın en seçkin ve en değerli kısmını teşkil eder. Edebiyattan sayılmayan söz, şiir sayılmamalıdır. Bir söze şür denilmesi için ise, onun önce edebiyattan sayılması gerekir. Elbet bunun için manzum olması yetmez. Çünkü her manzum söz edebiyattan sayılamaz; ona şiir de denilemez. Mademki sözün edebiyattan sayılabilmesi için beliğ olması gerekiyor ve mademki sözün manzum olması beliğ olmasını gerektirmiyor; o halde şiir denilecek sözün mutlaka manzum olması de gerekmez. . . Edebiyattan sayılamayacak 'nazım'lar vardır. Her manzum sözün edebiyattan sayılmaması normaldir; edebiyattan sayılmayan söz ise biç bir zaman şi^ olamaz. Edebiyat içinde, yapası en çok çekici olan sözler şiirdir. Yani edebiyat beliğ sözler ise, şiir en beliğ sözlerdir. Şiir edebiyatın en seçkin parçalan olduğundan, hel şiir edebiyattan sayıldığı halde, her edebiyattan sayılan söz şiir olamaz.
Şiir hem nazım, hem nesir kisvesinde tecelli edebilir. Bir söze manzum olduğu için 'şiir' denilemiyeceği gibi, mensur olduğu için 'şiir değildir' de denilemez. Ancak tabiat, manzum olan şiire, mensur olandan daha çok meyleder. Bir fikir nesirle tıpkı şiir gibi söylense, aynı fikir nazımla yine şiir olarak ifâde edilse, yine nazım olan sevilir. Bu hal, nazımdaki tabiatı çeken özel âhenkten ileri gelir. Kafiye ise, nazmın çekiciliğini arttıran süstür. Bunun içindir ki, kafiyeli nazım, kafiyesiz nazımdan daha çok sevilir. Şiirden öteden beri 'vezinli kafiyeli söz'diye bahsedilir. Aslında, şiirin mutlaka kafiyeli ve vezinli olması için gerçek bir sebep yoktur. Biz genel olarak beliğ sözlere edebiyat' demekle beraber, bunların en çok beliğ olanlarına şür diyoruz. Manzum veya mensur olanlarım kaydetmiyoruz. Bununla beraber, şiir denilebilecek bir sözün mensur olmasına nisbetle, manzum olmasından daha çok zevk duyuyoruz.
Bizce şiir nazım ve nesir hâlinde olabilir. Yalnız manzum olması gerekmez. Ama öyle olması yaygın bir anlayıştır. Şiir denildiği zaman vezinli ve kafiyeli söz hatıra geliyor. Halbuki kafiyeli ve vezinli her söz, şiir olamıyacağı gibi, edibiyattan bile sayılamaz. Oysa öyle mensur sözler vardır ki, nice manzflmeden üstündür.
İnancımıza göre, nutuk (söz) yaratılalı şiir mevcuttur.
Dünyada şiirsiz adam olamaz. Şiir ümit gibidir. Şu kadar var ki, herkesin şiiri kendi zevkine göre olur. Vezin kafiye yokken de şiir vardı. Hiç nutuk (söz) olur da şiir olmaz mı? Bu gösteriyor ki, şiirin yalnız nazma mahsus olduğu anlayışı yeni zamanlarda çıkmıştır. Bizim târif etmeğe çalıştığımız şiir, tabiîdir. Şiire vezinli kafiyeli söz demek sun’î olur. Bu konuda tabiîlik, sun’îlikten önce gelir. Çünkü insanın hiç beğenmeyeceği bir söz manzum olabilir. Aksine, pek beğenebileceği bir söz de mensur bulunabilir, ötekine şiir demeğe, berikine dememeğe neden mecbur olsun? Bu, zevke ait bir keyfiyettir. Hangi sözü şiir telâkki ediyorsa, bu adı ona verir. "Şiir nedir?’ sorusuna, 'en beliğ sözlerdir' cevabı verilebilir. Söz beliğ olmadıkça şiir olamıyacağı gibi, edebiyattan da sayılamaz.
|Görüldüğü gibi, şiir ve nazım kayraimlanna çağına gölrejbir hayli yerii yaklaşımlar getirmiş olan Muallim Nâci’nin görüşlerini böylece Özetledikten sonra, öteden beri Avrupaî Türk edebiyatının plan ve programını yapan, kaidelerini tesbit eden kimse ola- | rak t puman Recâî-zâde Mahmut Ekremfin, şiir ve nazım poşularındaki görüşlerine de temas etmemiz gerekmektedir. Yeni şiirin meselelerini bir bütün hâlinde ele alıp onları sistemleştiren, Ekram'dir. Edebiyatın ve dolayısıyla şiirin yeni bir görüşle tarif ve izahıI m, İlk olarak, onda buluruz®. Şiir ve nazımla ilgili görüşlerine daha ziyâde Ta'Iîm-İ Edebiyat (1879), Zemzeme III (188o) ve Takdîr-i Elhan (1886) adlı eserlerinde yer vermiş olan Ekrem, şiirin manzum, mensur, vezinli veya kaSyeli olup olmayacağı gibi I hususlarda Nâci'den pek farklı düşünmemektedir. "Ş iir" kelimesinin mânâsım bir hayli genişleten Ekrem'e göre de şiir kafiye ve ölçüye dayanmayabilir. Şiirin mensur olarak ortaya konulması da mümkündür. Ona göre estetik ölçü, şiirin kendinde değil, okuyucunun üzerinde bıraktığı tesirdedir. 0 , tinsanı düşündüren, hülyalara sevk eden veya hüzünlendiren şürleri güzel sayıyor. Ekrem'e göre, şiirin kıymeti kullanılan kelimelerde değil, şâirin şiirini yaşamış olmasındadır., Böylece şiir yazılan değil, yaşanan şey olmaktadır. I f Ekrem'e göre sanat güzelliğin peşindedir; şiirin gayesi t de sadece güzel olmaktır. Bugüne kadar güzelliğin: tam bir tarifi yapılamamıştır. Ama herkes onun varlığını kabul etmektedir. Güzellik tabiatta, düşüncede, duyguda, hayâl ve harekette bizi hayrete i düşülen, kalblerimizi şdvk ve heyecanla dolduran şeydir. (Edebiyatta güzellik fikirlerle kelimelerin tam bir uyumu ile sağlanır. İlk şartı güzellik olan şiirde, sırayla duygu, hayâl ve düşünce güzellikleri bulunmalıdır. Şiirde bilhassa duygu güzelliği esastır; | haya}j ve düşünce güzellikleri daha sonra gelir. Fakat dğyğu ve hayâl (güzelliklerine birlikte sahip olan şiirler, çok daha güzeldirler. Şiirin ahlâklılıkla veya ahlâksızlıkla da ilgisi yoktur. Şiir ne ahlâkı bozmalı, ne de ona hizmet etmelidir. Bunun gibi, şiirin | mantıkla da bir ilgisi olamaz. O mantığın kontrolünden uzaktır. Şiirin konusunu insanla tabiat teşkil eder ve şiir insan ve tabiatta var olan bütün güzelliklerle ilgilidir ve "Zerrâttan şumûsa kadar her güzel şey şiirdir". I |i Ekrem’e göre, şiirde aranması gereken bir özellik dej "hakikate uygunluk"tur. Fakat bu özellik, şiire hayâlin kapılarım asla kapayamaz. Çünkü resimde renk ne ise, şiirde de hayâl odur. Hayâlsiz şür, renksiz resme benzer. Şürde güzel hayâller yaratmak, I onlan konunun bütünü İle ve birbirleriy}e tâm bir ahenk hâlinde bulundurabilmek de, resimde renklerin armonisini te'min etmek kadar güç bir iştir. Hayâl, şüphesiz ki, hakikatin değiştirilerek ifâde edilmiş şeklidir. Bu hususta garabete kaçmamak, yani hakikati aşm şekilde değiştirmemek, sâdece( onu göze daha cazip görünecek bir hâle sokulmak icâb eder.