Memluklar Dovleti

GX68...pcWB
13 Feb 2024
42

Memlûk Devleti

MukurraKilikya Ermeni KrallığıOsmanlı İmparatorluğuMemlûk DevletiEyyûbîlerin çöküşü ile Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır'ı ele geçirmesi arasında geçen üç yüzyıla yakın zaman diliminde Mısır ve Suriye'de hüküm sürmüş olan devlet. Memlûk Devleti'ni 1250 ve 1382 yılları arasında kurucu aile Bahrî Memlûkler idare etmiş, 1517 yılına kadar ise Burcî Memlûkler yönetimi ele almıştır. Tarihyazınında devlet bu iki hâne başlıkları altında incelenmiş olup Bahrî Memlûklerin Türk kökenli olması dolayısıyla bu devirde yöneticiler daha çok Türklerden oluşurken daha sonraki dönemde Çerkesler asıl unsur olmuşlardır. Tarihçiler arasında; Memlûk devletinin Türk sultanlar döneminde askeri ve siyasi olarak doruğa ulaştığı, ardından ise Çerkesler döneminde uzun süreli bir gerileme dönemine girdiğine dair evrensel bir fikir birliği vardır.[1]
Yönetici sınıfın Türk Kökenli, halkın ise çoğunluk ile Arap kökenli müteşekkil olduğu bir yapısı bulunan Memlûk Devleti en parlak devrini I. Muhammed'in sultan olduğu yıllarda yaşamış, Çerkes kökenli Burcî Memlûkler idaresindeyse çöküş dönemine girmiştir. İdareci unsur olan memlûklerin kökeni Kuman-KıpçakÇerkesAbhazOğuz ve Gürcü soylu asker kölelerdi. Bu köleler askerî amaçlarla satın alındıklarından sıradan kölelerden daha yüksek statüdeydiler ve silah taşıma izinleri vardı. Zaman ile güçlenerek Memlûk Devleti'ni kuran bir sosyal sınıf hâline gelen bu köleler Mısır vatandaşlarının da üzerinde bir sosyal statüye erişmişlerdir. Sultanlık, zamanla güçten düşmesine karşın Orta Çağ Mısır ve Suriyesi'nde gerek siyasi gerek ekonomik ve gerekse de kültürel olarak İslam'ın Altın Çağını temsil eden bir güç olarak görülmektedir.

Etimoloji[değiştir | kaynağı değiştir]

Memlûk (Arapça: مملوك) kelimesi Arapça meleke (Arapça: ملك) fiil kökünden türemiş bir ism-i mefûl olup sözlük anlamı "mâlik olunan şey", "efendisinin temellükü altında bulunan köle" demektir. Bu kelimenin menşesi muhtemel olarak Kur'an'ın birçok ayetinde geçen ibareler olup burada cins ayırt edilmeksizin kadın-erkek bütün köleler ima edilmektedir. Çeşitli İslâm ülkelerinde memlûk yerine gulâm (Arapça: غلام) ve Kuzey Afrika'daki siyahiler için ise abîd (Arapça: عبيد) kelimeleri kullanılmıştır.
Memlûk kelimesi zamanla İslâm tarihi'nde terimsel bir anlam kazanmış ve "harplerde esir düşerek veya tüccarlardan satın alınarak köle yapılan beyaz insan"ı ifade eder olmuştur. Bu anlamı ile memlûk artık "hükümdar veya emirlerin muhafız birliklerinde görev yapan özel ve hukuki bir statüye sahip asker"i ifade etmektedir. Bunların kurdukları devlete de Devletü'l-Memâlîk (Arapça: دولة المماليك) yani günümüz Türkçesindeki karşılığıyla Memlûkler Devleti denilmiştir. Çeşitli kavimlere mensup olan ve Türk adları taşıyan memlûklerin konuştukları dil de Türkçeydi, dolayısıyla Türk veya Etrâk diye çağrılıyorlardı. Bu bağlamda Memlûk Devleti adının yanı sıra ed-Devletü't-Türkiyye (Arapça: الدولة التركية) ve Devletü'l-Etrâk (Arapça: دولة الاتراك) adları da kullanılmaktaydı.
Ayrıca devlete hâkim olan ilk hanedana nispetle Devletü'l-Bahriyye (Arapça: الدولة البحرية), ikinci hanedana nispetle Devletü'l-Burciyye (Arapça: الدولة البرجية) adları da yer yer kullanılmıştır. Yine ikinci hanedanın Çerkes soyundan gelmesine nispetle Devletü'l-Çerâkise (Arapça: دولة الجراكسة) de resmen kullanılmıştır. Tüm bunların yanında Ketboğa devrindeki yönetime kendinin Moğol olmasına göndermeyle ed-Devletü'l-Moğoliyye (Arapça: الدولة المغولية), Kalavun soyunun hüküm devresine Devletü'l-Kalavun (Arapça: دولة قلاوون) ya da Devletü'l-Benî-Kalavun (Arapça: دولة بني قلاوون), I. Baybars soyunun tahtta kaldığı yönetime ise ed-Devletü'z-Zâhiriyye (Arapça: الدولة الظاهرية) denmektedir.

Tarihçe[değiştir | kaynağı değiştir]

Mısır tarihi
dizisinin bir parçası
Genişlet

Antik Mısır

Genişlet

Greko-Romen Mısır

Genişlet

Orta Çağ

Genişlet

Erken Modern Çağ

Genişlet

Çağdaş Mısır

gtd

Kökenleri[değiştir | kaynağı değiştir]

Ayrıca bakınız: Memlûk
Muhafız birliklerinde görev yapan, kendilerine has içtimai ve hukuki statüye sahip memlûkler, bir tür profesyonel asker niteliğinde İslâm toplumuna girmişler ve zamanla siyasi iktidarları ele geçiren bir güç halini almışlardır. Bunu gerçekleştirirken köle olmalarını yadırgamamışlar hatta ulaştıkları konumu bir eleme ve seçilme sonucunda elde ettikleri için memlûk kimliğini bir imtiyaz ve asalet belirtisi olarak görmüşlerdir. Memlûk sınıfına dâhil olmak için bazı önemli kriterler bulunmaktadır. Bunların başta geleni, İslâm âlimlerinin uygun bulduğu kölelik statüsünde ve beyaz ırktan olmaktır. Memlûkler, genellikle Kafkasya'dan ve Orta Asya bozkırlarından gelen ve "Türk" diye adlandırılan kavimlerden seçilirdi. Habeş, Batı Afrikalı ve Hint hadımlar memlûk statüsünde olmayıp bunlar memlûklerin hizmetindeki unsurlardı.
Muhammed ve Dört Halife devirlerinde İslâm ordusu Arap asıllı askerlerden meydana geliyordu. Fetihlerle birlikte Araplar dışında İslâm'a girenlerin sayısında hızlı bir artış görüldü. Yeni Müslüman olanlardan İranlılar ve Kıptîler gönüllü veya ücretli asker konumunda orduya katıldılar. Emevîler döneminde başta TürkBerberî ve İranî olmak üzere Arap dışı Müslüman askerlerin sayısı daha da arttı. Emevîler için en önemli asker kaynağı Horasan'dı. Öncelikle sınır boylarında yaşayanlar büyük ölçüde Müslümanların tarafına geçmişler ve "mevâlî" sıfatıyla Arap ordularına katılmışlardı. Ancak ordunun kumanda kademesinde Araplar yer alıyor ve mevâlî statüsünde bulunanlar onların kendilerine ikinci sınıf insan gözüyle bakmasını kabullenemiyordu.
Basra Valisi Ubeydullah bin Ziyâd, 674 yılında Buhara seferinden dönerken beraberinde getirdiği 2.000 kişilik bir Türk birliğini Basra'ya yerleştirmişti. Kuteybe bin Müslim'in emrindeki 12.000 askerin de yaklaşık 7.000 kadarı, çoğunluğu Türk asıllı olmak üzere Arap dışı Müslümanlardan oluşuyordu. Diğer taraftan Velîd bin Abdülmelik zamanında gerçekleştirilen Kuzey Afrika ve Endülüs'teki fetihlerden sonra İslâm ordusunda yer alan Berberî asıllı askerlerin sayısı da çok artmıştı.
750 yılında Emevîlerin yıkılmasına sebep olan Horasan kuvvetleri arasında Türk ve İranlı unsurlar çoğunluktaydı. Bu tarihten itibaren Horasanlılar yaklaşık iki nesil boyunca Abbâsî ordusunun en önemli birliklerini teşkil ettiler. Göçebe menşeli bu askerler Irak'taki yeni konumlarına çok çabuk uyum sağladılar ve kısa zamanda halife ve halk nezdinde büyük itibar kazandılar. Emîn ve Memûn arasındaki iç savaşta kardeşini yenen Memûn, Horasan dolaylarından topladığı kuvvetlerle iktidarı ele geçirmiş ve korumayı başarmıştı. İslâm ordusundaki Arap dışı unsurlar arasında Türkler kadar nüfuzlu olanlar yoktu. Mutasım zamanında memlûk sayısında çok hızlı ve önemli bir artış oldu, ordudaki memlûklerin sayısı kısa zamanda 30.000'e ulaştı. Bu birliklerin kumanda kademelerinde yine Türkler bulunuyordu. Mutasım, Türk birlikleri için Sâmerrâ şehrini kurarak onlara geniş iktalar verdi ve yerli halkla karışmalarını engellemek amacıyla Asya steplerinden evlenecekleri kızlar getirtti.
Memlûk sistemi kısa zamanda devletin hüküm sürdüğü bütün topraklara yayıldı. Artık halifelerin memlûkleri yanında eyalet valilerinin de memlûkleri vardı. Ancak bu durum ülke içinde devlet otoritesinin ortadan kalkmasına yol açtı. Başlangıçta vilayetlerdeki düzeni memlûkler sayesinde sağlayan halifeler ve valiler bu defa onların merkeze karşı bağımsızlık mücadeleleriyle karşılaştılar. Babası Memûn'un hizmetinde bir memlûk olan Mısır vali vekili Ahmed bin Tolun, soydaşı memlûklerin desteğini alarak 868 yılında Mısır'da ilk Müslüman-Türk devletini kurdu. Yine Tolunoğullarının yıkılmasından sonra Mısır valiliğine getirilen ve Abbâsîlerin hizmetindeki başka bir Türk memlûkunun oğlu olan Muhammed bin Toğaç emrindeki 8.000 memlûkun desteğiyle Mısır'da iktidarı ele geçirip İhşîdîleri tesis etti. 969 yılında bu devleti yıkan Fâtımîler de memlûk sistemini uygulamak durumunda kaldılar. Fâtımî ordusunda başlangıçta Berberî ve Zencî birlikleri bulunuyordu. Mustansır zamanından itibaren sadece Türklerden meydana gelen memlûk birlikleri kuruldu.
Selâhaddin Eyyûbî'den itibaren Mısır ve Suriye'de istihdam edilen memlûklerin sayısı çok arttı. Bu devirde memlûkler, emirlerin birliklerinin çekirdeğini oluşturmaktaydı. Eyyûbî sultan ve meliklerinin her biri, kendi devletini korumak ve diğer bir melikin toprağı üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için yeni askerî birlikler kurmak zorunda kaldı. Hasımları karşısında kendilerini güçlü kılacak bir unsur olarak memlûk istihdam etmeye başladılar. 12. yüzyılın ortalarında Orta Doğu'daki irili ufaklı bütün İslâm devletlerinde memlûklerin sayısı ve nüfuzu hızlı bir şekilde arttı. Artık Türk memlûkleri bölgede siyasi ve askerî olaylarda belirleyici bir güç olmuş ve şehzadelerin tahta geçişlerini kontrolleri altına almışlardı.
Selâhaddîn Eyyûbî'nin ölümünden sonra Mısır ve Suriye'de memlûklerin sayı bakımından oldukça arttığı görülür. Çünkü Selâhaddîn'in varisleri devletini aralarında paylaşmışlar ve başta Mısır olmak üzere DımaşkHalebHamaHımsBaalbekKerek gibi Suriye şehirleri Eyyûbî ailesinden şehzâdelerin hüküm sürdüğü önemli merkezler haline gelmişlerdi. Eyyûbî sultanları ve melikleri, hâkimiyetlerini sağlamlaştırmak ve düşmanlarına karşı koyabilmek maksadıyla Kıpçak ülkesinden ve Mâverâünnehir'den çok sayıda memlûk getirterek bunları mükemmel askerler olarak yetiştirmişlerdi.

Bahrî Memlûkler[değiştir | kaynağı değiştir]

Ana madde: Bahrî Memlûkler

Ortaya çıkışları[değiştir | kaynağı değiştir]

Memlûk gruplarının daha düzenli olarak ortaya çıkması ve nüfuzlarının artması 13. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşti. Memlûkler 1240 yılında II. Âdil'i bir darbe ile tahttan indirerek, el-Melik es-Sâlih Eyyûb'u hükümdar yaptılar. es-Sâlih Eyyûb, Moğol İstilası'nın sebep olduğu korku ve karışıklık sırasında binicilikleri, savaşçılıkları, sadakatleri, güzellikleri ve soyları gibi meziyetleri sebebiyle pek çok Kıpçak memlûku satın aldı ve onlara hususi bir itina gösterdi. Bu yüzden onun zamanında Türk memlûklerin nüfuzu daha da arttı. Dönem aktarımına göre; "es-Sâlih, Eyyûbîlerden hiçbir hükümdarın toplamadığı kadar çok sayıda Türk memlûku toplamıştı. Öyle ki Mısır'daki Eyyûbî ordusunun kumandanlarının çoğu onun memlûklerindendi."
es-Sâlih Eyyûb, Mısır'da çoğalan bu memlûklerin arasından çoğunluğunu Kıpçak ve Hârezmlilerin teşkil ettiği ayrı bir memlûk grubu kurup bunları, kara ile irtibatını kesip müstahkem bir hâle getirdikten sonra Nil içindeki er-Ravza adasına yerleştirdi. Arapların Nil Denizi dediği Nil'e izafeten el-Memâlîk el-Bahriyye denilen bu yeni teşekkül, başlangıçta es-Sâlih Eyyûb'u güçlendirdi ise de zamanla nüfuzlarının çok artması Fâtımîlerde olduğu gibi bu sefer de Eyyûbî Devleti'nin çökmesine sebep oldu.
el-Memâlîk el-Bahriyye ya da es-Sâlih'e nispetle el-Memâlîk es-Sâlihiyye 13. yüzyılın ilk yarısında sadece Mısır'ı değil bütün İslâm âlemini tehdit eden iki büyük tehlikeyi, yani Moğol İstilası'nı ve Haçlı Seferlerini bertaraf ederek kendilerine gösterilen ihtimamı boşa çıkarmadılar. Fransa Kralı IX. Louis, 1248 yılında büyük bir Haçlı ordusunun başında Mısır'a doğru hareket etmişti. Bu hücum Mısır'ı istila etmek için yapılan ilk Haçlı hücumu olmamakla birlikte en tehlikelisi idi. Çünkü sayı ve teçhizat bakımından kalabalık ve mükemmel olan bu ordu o zamanın Batı Avrupa hükümdarlarının en kudretlisi ve Haçlı zihniyetine en bağlı olanı tarafından idare edilmekte idi.
Öte yandan IX. Louis sefere çıktığı sırada Yakın Doğu İslâm âleminin ve Mısır'ın durumu hiç de iyi değildi. Louis, Mısır sahillerine geldiği sırada Eyyûbî Sultanı es-Sâlih Eyyûb ağır şekilde hasta idi. Bu sebepten Louis, 1249 yılının 6 Haziranında Dimyat'ı kolayca ele geçirdi. Kaynakların ifadesine göre es-Sâlih Eyyûb bundan fevkalâde müteessir olmuş ve başta kumandanları Fahreddin olmak üzere memlûkleri Dimyat'ı müdafaadaki ihmalleri yüzünden ağır şekilde suçlamıştı. es-Sâlih Eyyûb'un bu başarısızlıkları sebebiyle kendileri hakkında kötü niyetler beslemesinden korkan memlûkler onu öldürmek istemişlerdi. Ancak Fahreddin memlûkları bu planlarından vazgeçirdi. Fahreddin, sultanın hasta olduğunu ve bu sebeple yakında öleceğini ima ederek "Sabrediniz. Nerede ise şifâ bulmak üzeredir. Ölürse ne âlâ, ölmezse zaten sizin elinizdedir" diyerek onları vazgeçirmişti. Bu olaydan kısa bir müddet sonra es-Sâlih Eyyûb'un hastalığı şiddetlenmiş ve nakledildiği Mansûra Kalesi'nde 23 Kasım 1249'da ölmüştür. Aynı anda Haçlılar da Dimyat'tan güneye doğru yürüyüşe geçmiş bulunuyorlardı.
Gustave Doré'nin Fâriskûr Muharebesi sonucunda IX. Louis'nin esir alınışını tasvir ettiği resmi.
Haçlıların Mısır'ı istilaya giriştikleri bu esnada es-Sâlih Eyyûb'un ölümü ve yerini dolduracak birinin bulunmaması durumu daha da nazikleştirmişti. es-Sâlih Eyyûb'un Muazzam Turanşah adında bir tek oğlu olup genç ve tecrübesiz birisiydi. Üstelik bu sırada Hısn-ı Keyfâ'da nâip olarak bulunuyordu. Ancak es-Sâlih Eyyûb'un hareminde dirayetli bir kadın olan eşi Şecerüddür vardı. Şecerüddür, bu nazik durumda kocasının ölümünü gizleyerek Hısn-ı Keyfâ'daki Turanşah'a acele haber gönderip Mısır'a gelmesini istedi. Öte yandan hâlâ yaşıyormuş gibi es-Sâlih Eyyûb'un odasına yemekler gönderiliyor, fermanlar da yine onun imzası ile çıkarılıyordu.
Şecerüddür'ün aldığı tedbirlere rağmen IX. Louis, es-Sâlih Eyyûb'un ölümünü haber almış ve ölümün sebep olduğu şokun atlatılarak tedbirler alınmadan önce kesin darbesini indirmek üzere acele harekete geçmişti. Nitekim Haçlılar süratli bir yürüyüşle Mansûre'ye kadar ulaştılar. Memlûkler, Haçlıların şehre girip sokaklarda dağılmasını beklediler. Hiç beklemedikleri bir şekilde Haçlılara hücum ederek Mansûre Muharebesi sonucunda 1.500 kadarını öldürdüler ve pek çok da esir ele geçirdiler. Kaçan Haçlıları takip ederek Fâriskûr yakınlarında onları bir kere daha yendiler. Buradaki savaş, Haçlı ordusunun neredeyse tamamen esir edilmesiyle neticelendi. Esirler arasında Fransa Kralı IX. Louis de bulunuyordu.
Mansûre Muharebesi'nden hemen sonra es-Sâlih Eyyûb'un oğlu Turanşah 1250 yılı şubatı sonunda Mısır'a geldi. Kendisi 6 Ocak 1250'de henüz Mısır yolunda iken Dımaşk'ta sultan ilân edilmişti. Turanşah genç ve tecrübesizliğinin yanı sıra kötü huylu ve siyasetten de anlamayan birisiydi. Turanşah, Haçlılara karşı zafer kazanarak ülkesini büyük bir tehlikeden kurtarmış olan memlûkleri kendine rakip ve saltanatına ortak çıkan kişiler olarak görüp kıskanmaya başladı. Kaynakların rivayetine göre Turanşah "içki içip sarhoş olduktan sonra, önünde duran mumları teker teker kılıcıyla kesiyor ve el-Bahriyye'nin ileri gelenlerinin her birisinin isimlerini birer birer zikrederek onlara böyle yapacağım" diyordu.
Turanşah, Hısn-ı Keyfâ'ya haber göndererek kendinin sultan olmasını sağlayan üvey annesi Şecerüddür'ü babasının servetini saklamakla itham etti. Elindeki mücevherleri kendine teslim etmesini, aksi halde kötülük yapacağını söyleyerek onu tehdit etti. Bundan korkan Şecerüddür de el-Bahriyye ile işbirliği yapmaya karar verdi. Memlûkleri ona karşı kışkırtarak "Turanşah'ı öldürünüz. Ben sizin gönlünüzü yaparım" dedi. Bahrî Memlûkler de Turanşah'ı öldürmeye karar vererek başlarında Baybars el-BundukdârîKalavun es-Sâlihî, Câmedâr Aktay ve Aybeg et-Türkmenî olduğu halde 30 Nisan 1250 tarihinde Fâriskûr'a henüz gelmiş olan Turanşah'a kılıçlarıyla hücum ettiler. Turanşah orada ikameti için hazırlanmış olan ahşap bir binaya sığındı. Memlûklerin bu binayı ateşe vermesi üzerine Turanşah kendini Nil'e atarak yüzmeye başladı. Memlûkler dört bir taraftan ok yağdırdılar. Kimse onun yardımına gitmedi ve böylece öldü. Turanşah'ın ölümü ile Eyyûbîlerin Mısır'daki saltanatı da son buldu.
Turanşâh'ın öldürülmesinden sonra Mısır'da yegâne söz sahibi grup olan el-Memâlîk el-Bahriyye, efendileri es-Sâlih Eyyûb'un dul eşi Şecerüddür'ü sultan yaptılar. Şecerüddür, Türk asıllı bir cariye idi. Bu yüzden bazı tarihçiler onu Mısır'da hüküm süren Memlûk Devleti'nin ilk sultanı olarak kabul ederler. Şecerüddür önce hâlâ Dimyat'ta bulunan Haçlılar meselesini halletti. Bunun için Emir Hüsâmeddin Muhammed'i Mansûre'de esir bulunan IX. Louis'e göndererek onunla barış yaptı. Buna göre Memlûkler IX. Louis'yi ve ellerindeki bütün Haçlı esirlerini salıverecekler, buna mukabil Haçlılar da yarısı peşin olarak ödenmek şartıyla 800.000 dinar ödeyecekler ve Dimyat'ı tahliye ederek Mısır'ı tamamen terk edeceklerdi. Antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra 7 Mayıs 1250 tarihinde Memlûkler Dimyat'ı teslim aldılar ve taahhüt ettiği fidyenin yarısını ödedikten sonra IX. Louis'i de salıverdiler. Böylece Haçlılar 11 ay 9 gün ellerinde tuttukları Dimyat'ı terk ettiler.
Modern bir Şecerüddür tasviri.
Müslümanlar, İslâm tarihi boyunca başlarında hükümdar olarak bir kadın görmeye alışık değillerdi. Şecerüddür de durumunun farkında olarak devlet ricaline hoş görünmek maksadıyla onlara rütbeler ve iktâlar dağıtıp halkın kalbini kazanmak için de vergileri hafifletti. Bunlara ilaveten muharreratta, sikkelerde ve hutbelerde "Müslümanların Melikesi", "İnananların Emiri Halil'in Annesi", "es-Sâlih'in Zevcesi" gibi ibareler kullanılıyorsa da bütün bunlar bir kadının hükümdarlığını gizlemeye yetmiyor ve herkes asıl sultanın Şecerüddür olduğunu biliyordu. Şecerüddür'ün es Sâlih Eyyûb'dan olan oğlu Halil çok küçük iken vefat etmişti. Şecerüddür, kendi adını zikretmeksizin bu ölü oğluna olan nispetini kullanıyordu. Aslının köle olup Eyyûbî ailesine kan bağı ile bağlı olmaması sebebiyle taht üzerinde şer'an hakkı olmadığını bildiğinden kasten Ümm-i Halil es-Sâlihiyye lakabını kullanarak bir taraftan oğlu Halil ve diğer taraftan da kocası es-Sâlih Eyyûb vasıtasıyla Eyyûbî ailesi ile olan bağına işaretle saltanatına meşru bir kılıf hazırlıyordu. Ancak bütün bunlar Şecerüddür'ün halk gözündeki yerini kuvvetlendirmeye yetmedi. Nitekim Dımaşk Naibi Cemâleddin bin Yağmur ve Kaymariyye ümerası Ümm-i Halil'e bağlılık yemini etmeyi reddettiler. Öte yandan Suriye'deki Eyyûbî melikleri Turanşah'ın öldürülüp yerine Şecerüddür'ün sultan olduğunu duyunca saltanatın kendi ailelerinden gitmiş olması sebebiyle hep birden isyan ettiler.
Şecerüddür'ün Abbâsîlere bağlılığının belirtisi olmak üzere kullandığı "el-Mustasımiyye" lakabı da Müstasım'ı yumuşatmaya yetmemişti. Müstasım, Şecerüddür'ün saltanatını tanımak şöyle dursun Mısır'a gönderdiği mektupla emirleri ayıplamış ve "Orada erkek kalmadıysa bize bildirin, size buradan bir tane gönderelim" demişti. Böylece Şecerüddür içte ve dışta istenilmeyen bir hükümdar olmuştu. Buna ilaveten Nûreddin Mahmud Zengî zamanından beri devam eden Mısır ve Suriye'nin birliği de parçalanmıştı. Bu kötü durumdan kurtulmak için Şecerüddür, emirlerden Aybeg ile evlenerek sultanlığı ona devretti. Böylece Şecerüddür'ün sultanlığı 80 gün sonra, 31 Temmuz 1250'de nihayete erdi.

Aybeg devri[değiştir | kaynağı değiştir]

Eyyûbî Devleti'nin yıkılmasından sonra Mısır'da kurulan Memlûk Devleti'nin ilk sultanı Aybeg'tir. Aybeg aslen Türk idi. Yemen'de müstakil bir devlet kurmuş olan Resuloğullarından birinin memlûku iken es-Sâlih Eyyûb'a intikal etmiş, onun hizmetinde yükselerek emirlik derecesine çıkmış ve es-Sâlih Eyyûb onu kendi çaşnigîri yapmıştı. Şecerüddür'ün saltanatı esnasında atabekü'l-asâkir olan Aybeg, Şecerüddür içeride ve dışarıda muhalefetle karşılaşınca ümerânın muvafakatiyle onunla evlenmiş ve sultan olmuştur. Aybeg memlûkler arasında dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isabetliliği ile tanınmış olmasına rağmen sıradan bir emirdi. Hepsi de el-Bahriyye'nin ileri gelenlerinden olan Aktay, Baybars, Kalavun ve Sungur gibi birbirinden kuvvetli emirler dururken el-Bahriyye grubundan bile olmayan Aybeg'in sultanlığa geçmesi bu emirlerin istedikleri zaman tahttan indirebilecekleri inancıyla geçici bir zaman için de olsa onun üzerinde anlaşmaları sayesinde mümkün olmuştur.
Aybeg sultan olur olmaz içeride ve dışarıda zorluklarla karşılaştı ise de el-Bahriyye'nin yardımı ile bu tehlikeleri bertaraf etti. Fakat el-Bahriyye grubunun lideri Aktay kendine güçlü bir rakip olarak ortaya çıktı. Aktay öyle alametler kullanıyordu ki bunlar sadece sultana ait alametlerdi. Arkadaşları kendi aralarında ona "el-Melikü'l-Cevâd" diyorlardı. Aktay, Hama sahibi el-Melik el-Muzaffer'in kızı ile nişanlanmış ve Aybeg'ten "Nişanlısının sultan kızı olup şehirde alelâde insanlar arasında oturması uygun olmayacağı için Kal'atü'l-Cebel'de oturtulmasını" istemişti. Kal'atü'l-Cebel, sultanların resmî ikametgâhıydı. Aktay'ın bunu istemesinin manası kendini hükümdar yerine koyması demekti. Aktay'ın Eyyûbî ailesinden bir prenses ile evlenmesi tahtta hak talep etmesi için bir vesile idi. Aybeg, 18 Eylül 1254'te kendiyle bir hususu istişare etmek bahanesiyle Aktay'ı Kal'atü'l-Cebel'e davet etti ve onu öldürttü.
Aktay'ın öldürülmesi Kahire'de hemen duyuldu. Baybars, Kalavun, Sungur ve el-Bahriyye'nin ileri gelen diğer emirleri kalenin surları dibinde toplanarak henüz öldürülmediğini zannettikleri Aktay'ı kurtarmak için teşebbüste bulundular. Aybeg, yukarıdan liderleri Aktay'ın başını onlara atınca sıranın yakında kendilerine geleceğini anlayarak Suriye'ye kaçmaya karar verdiler. Aybeg, iç ve dış tehlikeleri bertaraf edip düşmanlarına başarı ile karşı koyarak çeşitli zorlukların hepsinin üstesinden gelmişken ölümü karısı Şecerüddür eliyle oldu. Tarihçinin deyimiyle "çetin bir ceviz" olan Şecerüddür, Aybeg ile evlenip tahttan feragât ederken bunu sadece Müslümanları tatmin etmek için yapmış fakat devlet işlerini elinden bırakmamayı kafasına koymuştu. Şecerüddür, Aybeg'i tamamen kontrolüne almıştı ve Aybeg'in sözü bile geçmiyordu. Bu yüzden Aybeg, Şecerüddür ile yaşamaktan bıkıp usandı. Bilhassa bir müneccimin, sonunun bir kadın eliyle olacağını haber vermesinden sonra da onun başına bir iş açmasından korktu. Aybeg, Musul hâkimi Bedreddin Lülü'nün kızı ile evlenmek üzere nişanlanmıştı. Çok kıskanç olan Şecerüddür öfkelenerek bir suikast tertipledi ve geceleyin hamama giren Aybeg, önceden Şecerüddür tarafından hazırlanmış olan beş adam tarafından 12 Nisan 1257'de öldürüldü. Olayın sabahında Şecerüddür, Aybeg'in geceleyin aniden öldüğünü söyledi ise de Aybeg'in memlûkleri buna inanmadılar ve Şecerüddür ile etrafındakileri yakalayarak öldürdüler.

Nûreddin Ali devri[değiştir | kaynağı değiştir]

Memlûkler, saltanatın verasetle intikali kaidesine inanmıyorlardı. Bu yüzden hükümdarlık makamı herhangi bir sultanın vefatından sonra Memlûk emirlerinin büyükleri arasında çekişme mevzusu oluyordu. Bir Memlûk sultanı öldüğü zaman emirlerin büyükleri toplanırlar ve ölen sultanın oğlunu babasının yerine sultan tayin ederlerdi. Ancak bunu veraset kaidesine inandıkları için değil, emirler arasında en kuvvetlisinin ortaya çıkarak diğerlerini bertaraf etmesine kadar geçici bir hal tarzı olarak gördükleri için yaparlardı. Aybeg'in öldürülmesinden sonra büyük emirler arasında Mısır'da aynı durum yaşandı. Emirlerin ileri gelenleri toplanarak Aybek'in oğlu Nûreddin Ali'yi sultan olarak seçtiler. Kendisine el-Mansûr lakabı verildi. Ali, henüz 15 yaşında olup büyük emirlerin önünde direnebilmesi ve ülkeyi tehdit eden dış tehlikelere karşı koyabilmesi mümkün değildi. Nitekim bir müddet sonra büyük emirler arasında rekabet baş gösterdi. Ali'nin nâibi ve emirlerin en kudretlisi olan Kutuz, 1258 yılında Moğolların Hülâgû kumandasında, Abbâsîleri yıktıktan sonra Suriye'ye ulaştıkları haberini aldı. Bunun üzerine, Mısır ayanını ve emirlerin ileri gelenlerini toplayarak Nûreddin Ali'nin böyle güç durumların adamı olmadığını ancak herkesin kendine itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla Moğollara karşı konulabileceğini söyledi. Orada hazır bulunan herkes "Bu iş için senden başkası yoktur" dediler. Böylece Kutuz 12 Kasım 1259'da sultan oldu.

Kutuz devri[değiştir | kaynağı değiştir]

Mısır Millî Askerî Müzesinde sergilenen Kutuz büstü.
Kutuz sultan olduğu sıralarda Suriye toprakları Moğol İstilası'na maruz kalmıştı. Kaynaklar Kutuz'un cesur, kahraman, tedbirli, dindar, iyiliksever ve Moğollar ile mücadelede başarılı bir sultan olduğunu müttefikan kaydederler. Herkes ondan Yakın Doğu'da kimsenin karşılarında durmaya muvaffak olamadığı Moğol tehlikesini durdurmasını bekliyordu. Öte yandan Hülâgû'nün elçisi gelerek mukavemet edilmeksizin teslim olunmasını istedi. Aksi takdirde başlarına getirilecek kötülükleri sayarak tehdit etti. Kutuz emirleri toplayarak onlarla durumu görüştü. Savaşa yönelik karar birliği çıkması üzerine Hülâgû'nün elçilerini ortadan ikiye böldürüp başlarını mızrakların ucuna taktırarak teşhir etti. Bu tehlikeli anda Aktay'ın katlinden sonra Suriye'ye kaçan ve hâlâ orada bulunan bir kısım el-Bahriyye memlûku Moğollara karşı mücadelede büyük bir başarı gösterdi. Elçi göndererek Moğol tehlikesine karşı işbirliği yapmayı teklif ettiler. Kutuz onlara aman vererek Mısır'a davet etti. Böylece bütün memlûkler Moğollara karşı Kutuz'un etrafında birleştiler.
Memlûklerin aralarındaki düşmanlıkları unutarak Moğollara karşı birleştikleri bu sırada gelişen olaylar da onlara yardım etti. 1259 Ağustosunda Moğol Hanı Möngke vefat etmiş ve kardeşleri arasında Moğol İmparatorluğu'nun paylaşılması konusunda anlaşmazlık çıkmıştı. Hülâgû de kardeşinin vefatını duyunca Suriye'deki kuvvetlerinin başında kumandanlarından Ketboğa'yı bırakarak ordusunun büyük bir kısmıyla Karakurum'a gitmişti. Kutuz hazırlıklarını tamamladıktan sonra Moğollar ile karşılaşmak üzere Kahire'den çıktı. Sâlihiyye'ye yaklaştıklarında bazı emirler Moğollar hakkında anlatılan ürkütücü hikâyelerden dolayı tereddüt gösterdiler. Kutuz onlara "Ey Müslüman emirler! Yıllardır beytü'l-mâlin ekmeğini yiyorsunuz ve şimdi de savaşmak istemiyorsunuz. İşte ben gidiyorum. Savaşmak isteyenler benimle gelsin. Kim savaşmak istemezse o da evine dönsün. Allah hepimizi görmektedir. Müslümanların vebali geride kalanların boynunadır" diyerek bir nutuk irat etti. 1260 Haziranında Baybars el-Bundukdârî öncü birliklerin başında olduğu hâlde Gazze'deki Baydarâ'nın üzerine yürüdü. Baydarâ o sırada Baalbek'te bulunan Ketboğa'ya bunu haber verip yardım istedi. Ketboğa ona "olduğun yerde kal ve bekle" diyerek Gazze'yi korumasını ve yardım gelinceye kadar şehri terk etmemesini emretti. Memlûkler Gazze'ye hücum ederek Baydarâ'yı yendiler ve şehri ele geçirdiler. Kutuz bu esnada Suriye'deki Haçlılar ile çatışmaktan ve böylece iki ateş arasında kalmaktan kaçındı. Akka'daki Haçlı hâkimine elçi göndererek Moğollar ile savaşmak için topraklarından geçmek üzere izin istedi. Onların buna muvafakat etmesi üzerine Kutuz, sahili takiben Haçlı topraklarını geçti. Aynicâlût denilen yere vardı. Kutuz, Moğolları yanıltmak için askerlerinin bir kısmını civardaki ormanlıklara gizleyerek öncü birliklerini Baybars'ın kumandasında Moğollara karşı sevk etti. Bu esnada Ketboğa da Aynicâlût'a ulaşmıştı. 3 Eylül 1260 günü Aynicâlût'ta Memlûkler ile Moğollar arasında vuku bulan Ayn Calut Muharebesi'nde Moğollar tam bir mağlubiyete uğradılar. Ketboğa da savaş alanında öldü.

Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to Vuqar85

0 Comments