BOZUK (Part 2)
“Amca, bozuk bu tartı.”(Tartı diyorum.) Yüzüme bakıyor ve gözleri tekrar delip geçiyor. Ses çıkarmıyor.
“Amca, bozuk bozuk!” Hala üzerindeyim baskülün. Onun bir şey yapmasını istiyor ve artık ondan medet umuyorum. Yalvarırcasına çırpınıyorum. Adeta varlığıma şahit arıyorum.
“Amca sana diyorum!”
O, elleri iri göbeğinin üstünde taburesinde oturuyor. Ben çaresiz baskül düzelir mi diye bekliyorum. Saniyeler geçiyor. Bana saatler gibi geliyor. İbre yerinden dirhem oynamıyor. İçimden: “Ulan tartı benimle oynama!” diyorum. Basıyorum kalayı. Fayda etmiyor. O aniden parlıyor, güzelce azarlıyor beni.
“İn aşağı be! Sensin bozuk!!!”
Sesinde müthiş bir nizam… Anlık şaşkınlıkla baskülden inerken soruyorum:
“Günahımız nedir?”
“Günahımız çoktur evlat.” Diyor, sanki şimdi paylayan kendisi değilmiş gibi.
“Yani borcumuz ne kadar?”
“Çoktur evlat.”
Bu defa mahcup oluyorum. Yaramazlık yaptığı için tahtanın önünde bekleyen talebe misali boynu bükük kalıyorum orada. Tam o sırada basküle bir pervane konuyor. Deminden beri yerine mıhlanan ibre başlıyor hareket etmeye. Yükseldikçe yükseliyor. O yükseldikçe ben alçalıyorum. Pervane büyüyor, ben küçülüyorum. Küçülüp yok olmak istiyorum. Onu da beceremiyorum.
Sonra mucize olmuş gibi bağırıyorum:
“İşte çalışıyor!”
Amca, fırladı yerinden:
“Bozdun baskülü!!” Demesiyle başladım kaçmaya. Bütün insanlık arkamdan kovalıyormuş gibi eve kadar durmadan koştum. Geriye hiç bakmadan… Kapıdan girip kendimi yatağa attım. Nefesim normale dönmeden uyuyakalmışım. Uyandığımda şöyle yokladım kendimi. Evet, buradayım. Ayaklarım şurada. İyiyim. Yatakta küçük bir çöküntü oluşturabiliyorum. Büyük işler başarmış gibi gururla rahatlıyorum. “Oh!” diyorum, “Oh.”