Orhan Pamuk - KARA KİTAP: Bir Arayışın Postmodern İncelemesi

yGRq...EdcL
10 Jan 2024
34

Kara Kitap (Pamuk:2018) bu ödev vesilesiyle okuduğum ilk postmodern roman oldu. Okuduktan sonra iki gün geçti ve hala kendime gelemedim. Öncelikle kitapta bazen Galip’in anlatımı, bazen de Celal’in köşe yazısı anlatımı arasındaki gelgit ilk başta kafamı karıştırdıysa da okumaya devam ettikçe bu geçişler aşina gelmeye başladı. Galip ve Celal’in duygu, düşünce ve iç dünyalarının yansımalarını anlatan cümleleri anlayabilmek için belli bir seviyede dil hakimiyeti gerektiriyor. Kitapta özellikle Mevlana’yla ilgili bölümler beni şaşırttı, bu anlatıların Mevleviler tarafından bir büyük tepkiyle karşılanmış olabileceğini düşündüm. Orhan Pamuk romanda karakterler aracılığıyla genel olarak bir taraf olmaktan ziyade karşı kutup gibi görünen her iki tarafa farklı yönleriyle yaklaşmış ve böylelikle okuyucunun kafasında “Acaba mı?”yı oluşturmuş.


Kitapta dikkami çeken noktalar:


1-   Tür Ayrımı Yok: Galip’in Rüya’yı ararken, Rüya’nın okumayı çok sevdiği polisiye romanlarındaki hafiyelere özenmesi, romana biraz polisiye roman havası, Celal’in deneme ve otobiyografik maceralar türünden köşe yazıları, Galip’in Cemalmiş gibi yaptığı telefon görüşmeleri ya da verdiği röportaj, Hüsn ü Aşk, Mesnevi, Binbir Gece Masallarınından yapılan alıntılarla yeniden oluşturulan hikayeler, roman için şu türe ait diyemiyoruz. Romanı sınıflandıramıyoruz.


2-   Sıradan Karakter: Romanın ana karakteri Galip sıradan bir insan. Avukatlık yapıyor, akşamları işi bitince alışverişini yapıp çok sevdiği eşine dönüyor. Haftasonları aile yemeklerine katılıyor, eşiyle birlikte sinemaya gidiyor. Alışık olduğumuz bir kahraman özne mevcut değil, insanların içinden sıradan, fazla bir özelliği olmayan bir kişi.


3-   Belirsizlik: Belirsizlik kitabın her yerinde. Bazen acaba Galip rüya mı görüyor? Galip ve Celal aynı kişi mi? Galip, Celal’in yarattığı bir karakter olabilir mi? Rüya diye bir karakter gerçekten var mı? Yoksa Galip’in hayalinde oluşturduğu bir karakter mi? Celal ve Rüya gerçekten öldü mü? Ya da gerçekse kim öldürdü? (Bana göre onları öldüren Celal, onları öldürerek olmak istediği insanın önündeki engelleri kaldırdı ve böylece kendini buldu.) Yazar aslında bu boşlukları bilerek bırakmış, okuyucu kendi düşünce dünyasında bunları yorumluyor, bu boşlukları kendi dolduruyor ve tabii ki de bu okuyucuya ayrı ve farklı bir zevk veriyor.

4-   Kurmaca-Gerçeklik: Celal, ismi olan kendisi olmayan bir karakterdir. Bir yere kadar Celal’in gerçekliği var, çocukluk hayatı, gazetede çalışması, Şehrikalp apartmanına yerleşmesi, apartmanın hizmetine bakan İsmail Efendi ve eşi Kamer Hanım’ın ifadeleri gibi, fakat kaybolmasıyla beraber kurmacaya dönüyor, gerçekten var olup olmadığı soru işareti haline geliyor. Aynı şey Rüya içinde geçerli, apartmanda çocukluk hatıraları, önceki evliliği, polisiye romanlarından ve sinemadan hoşlanması gibi gerçeklik algısı oluşturulurken, hastalanıp aile yemeğine katılamamasından sonra kurmaca bir karaktere dönüşüp gerçekten varlığı sorgulanır bir hale geliyor.



5-   Metinlerarasılık: Yazar hem Doğu hem de Batı metinlerinden bazen doğrudan bazen de dolaylı alıntılar yapmış, yani bir nevi kolajlamış. Kitabın sonunda Epigraflar sayfasında bölüm bölüm alıntılanan eserlerin listesinin verilmesi alışık olmadığımız birşey. Normalde böyle alıntılar yapanlar intihalle suçlanır, fakat yazar bunu kitabın içinde öyle bir bütünlük içinde yapıyor ki, sanki yeniden yazıyor, yorumluyor, vücuda getiriyor. “Esrarlı Resimler” başlıklı on dördüncü bölümde anlatıldığı gibi sarayda duvarın bir tarafına yapılan resimdeki görüntü mü daha güzel? Yoksa o duvarın karşısındaki aynada, her görenin kendine göre yorumladığı görüntü mü daha güzel? Yazarın alıntı yaptıklarından aşağıda kalmadığını, kaleminin gücünü açıkca görüyoruz. Benim düşüncem bu romanda yapılan kesinlikle intihal değil, o eserlerle boy ölçüşebilecek bir sanat yapılmış. Yazar on dördüncü bölümün başında Şeyh Galip’in “Esrarını Mesnevi’den aldım” sözünü koyarak aslında alıntı yapılan eserlerinde kendilerinden önceki eserlerden ilham alınarak yazıldığını anlatmak istemiş.


6-   Üstkurmaca: Aslında okuduğumuz bir hikayenin anlatılış öyküsüdür. Asıl hikaye Galip’in Rüya’yı aramasıdır. Fakat bu arayış hikayesinin içine Celal’in yazılarıyla farklı hikayeler yerleştirilmiştir. Yani hikaye içinde hikayeler, arayış yolculuğu içinde başka yolculuklar gerçekleştirilmiştir.


7-   Arayış: Okuyucu olarak Galip’in romanın başından sonuna kadar kendini arayışına ortak oluyoruz. Buna içsel bir yolculuk diyebiliriz, onun bu yolculuğunu başlatan Rüya’nın kayboluşu. Bir kayboluş, bir arayışı başlatıyor. Romanda Galip’in Rüya’yı aramaktan ziyade olmak istediği insanı aradığına şahit oluyoruz. Aslında bu, gerçek diye önüne konulanları sorgulayan, simülakra dünyasında kafası karışan günümüz insanının kendini arayışını resmetmektedir.

En çok etkilendiğim bölümlerden biri olan, “Şehzade’nin Hikayesi” adlı bölümde nasıl ki Şehzade, kendisi olabilmek, kendi sesini işitebilmek, kendi hikayelerini yazabilmek adına bütün kitapları yaktırdı, odasında onun zihnini bulandırabilecek tüm eşyaları kaldırdı, öyle de Galip çıktığı bu yolculukta onu sınırlıyan engelleri tek tek ortadan kadırdı. Bu engeller Rüya ve Celal’di. Şahsi düşüncem; Celal ve Rüya’nın ölümleri karşısında Galip’in duygusuz tavrı, onların ölümleriyle ilgili ifadelerin çok soluk ve silik olması, matem tutmaması, hemen gündelik hayata adapte olması, onları öldürenin Galip olduğu fikrini bende uyandırdı.



8-   Taklit-Gerçek ya da Simülakra: Galip, Celal’in bütün yazılarını ezbere bilecek kadar okumuş ve daha sonra onun yaşadığı eve girip onun resimleri ve notlarını inceleyerek sanki onunla bütünleşmiştir. Artık o Celal olmuştur, sesi de zaten ona bezemektedir, öyle ki halası Hale telefonda onun sesini Celal’le hep karıştırmaktadır. Oymuş gibi telefonlarına cevap verir, onun gibi konuşur, hatta İngiliz gazetecilere röportaj bile verir. Sadece Galip değil, Galip’in telefon konuştuğu ve Celal’i sürekli arayan Mahir İkinci karakteri, Celal’in bütün yazılarını takip etmiş, artık kendini onun yerine koymuştur. Celal karakteri artık gerçeğinden kopmuş, bir simülakraya dönüşmüştür. Ya da Galip’in Beyoğlu’nun arka sokaklarında Türkan Şoray taklidi yapan bir kadınla birlikte olması. O kadının filmlerdeki repliklerle konuşması, onu taklit etmesi, insanın gerçek ve taklit arasındaki farkın ne olduğu sorusunu düşündürüyor. O filmlerde oynayan Türkan Şoray’da zaten rol yapıyordu, belki o da başkasını taklit ediyordu. Yani Galip’in birlikte olduğu kadın Türkan Şoray’ın gerçek olan kendisini değil, onun taklidini taklit ediyordu. Türkan Şoray taklidi gerçek olan Türkan Şoray’dan kopmuş, bağımsız bir simulakra olmuştur. 


9-   Mekan – İstanbul: Yazar mekan olarak İstanbul’u semt, mahalle ve sokaklarıyla, camileriyle, Bizans ve Osmanlı tarihiyle, insan ve kültür farklılıklarıyla, gizli saklı köşeleriyle kısacası birçok yönüyüyle kullanmış. İstanbul, Doğu ve Batı’nın iki nehir gibi birbirine kavuşup kaynaştığı, anlatılan hikayelerdeki bütün şehirlerin birleşip tek bir şehir olduğu yer olmuştur. Sanki bütün dünyanın gizemleri,sırları ve onları açacak anahtarlar İstanbul’da toplanmış gibidir. Yurtdışında bu kitabı okuyan birçok kişide muhakkak İstanbul’u ziyaret etme isteği uyanmıştır diye düşünüyorum.


10- Dekanonizasyon: Sorgulanmaz gibi görünen şeylerin sorgulanması, büyük anlatıların parçalanması. (Bayrak Akyıldız, 2016:185) Yazarın karakterler üzerinden, Mevlana ve Şems-i Tebrizi arasındaki ilişkiye farklı bir boyuttan bakması, Mesnevi’deki hikayelerin başka kitaplardan alıntı olduğunu söylemesi, Fatih’in Hurufiliğe olan inancından bahsetmesi, şehzadelerin ölüm korkusuyla geçen yaşantılarını aktarması, kıyafet satıcılarının insanların Batı’daki insanların fiziksel özelliklerine özendiklerinden dolayı gerçek Türk insanın fiziksel yapısına benzeyen mankenleri satın almak istememelerini anlatması, Noel Baba’dan bin yıllık amca olarak bahsetmesi, Markist ve Leninist gençlerin aslında farkında olmadan Bektaşilere hizmet ettiklerini, Hazar Türklerinin aslında Yahudiliğe geçmiş Türkler olduğunu ifade etmesi aslında sorgulanmaz gibi görünen şeylerin sorgulanması anlamına gelmektedir. Önemli olan yazarın söylediklerinin doğru ya da yanlış olması değil, kırmızı çizginin ötesindeki konuların sorgulanması ve tartışılması meselesidir. Yazarın bu konulara değinmesiyle birlikte insanların kutsaldır diyerek sorgulamaktan kaçındıkları değerlerin içlerinin boşaltılması gerçekleştirilmiştir.


11- İmge ve Simgeler: Yazar renkleri, rakamlari, harfleri, isimleri, mekanları ve daha birçok şeyi imge ve simge olarak kullanılmış. Bunlar aracılığıyla farklı anlamlara göndermeler yapmıştır. Örneğin cellatın hikayesinin anlatıldığı bölümdeki kuyu ya da Şehrikalp apartmanının aralığı imgesi aslında bellektir. İnsanın belleği, unutmak istediği anılarını, hatalarını, pişmanlıklarını, başarısızlıklarını attığı karanlık bir kuyudur. Ya da yazarın seçtiği isimler; Galip isminin Şeyh Galip’i, Celal isminin Mevlana Celaleddin Rumi’yi, dükkan sahibi Alaaddin isminin Binbir Gece Masalları’nın kahramanlarından Alaaddin’i çağrıştırmaktadır.


SONUÇ

Kara Kitap için aslında hiç bitmeyecek bir arayışın öyküsüdür diyebiliriz. İnsanın son nefesine kadar sürecek bir arayış. Kara Kitap insanın sırlarla, esrarla dolu hayatıdır. Kavuşmak ve sırları çözmekten ziyade arayışın önemli olduğu bir hayat. Şimdiye kadar zaten kim bütün gerçekleri bulmuş, esrarı çözmüş, kim Rüya’sına ya da Şems’ine ulaşmış ki? Kim bilir belki bizi iyi yapan şey kavuşmak, ulaşmak, bulmak değil arayışın kendisidir.



KAYNAKÇA

Pamuk, Orhan (2018). Kara Kitap, İstanbul:Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.

Bayrak Akyıldız, Hülya (2016). Batı Edebiyatında Akımlar-II Postmodernizm, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.


Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to Blackcap

1 Comment