DİCLE KELİMESİNİN ETİMOLOJİSİ
Bu yazıyı, bir eğitmen olarak, kendi anadillerinde bir tek ilkokulu bile olmayan, Kürt çocuklarına armağan ediyorum.
Alî Kardûxos
-I-
Alman arkeologlarının çizdirdiği ve ilk insanların sadece elinde ucu sivriltilmiş bir kuru sırıkla avlandıklarını gösteren temsili resim. Alman arkeologlar Bu sırkların benzerlerini arkeolojik kazılarda çıkardıkları için bu resmi çizdirdiler
Her Şey sivri bir ağaç parçasıyla başlamış
İlk insanın eline alıp kullandığı ilk alet sivri bir ağaç parçasıdır. Sivriliğini fark ettikçe insanlaşmış. Ağacı da, taşı da, sivriltmeye alet yapmaya başlamış. Sivriltince de, insanlığa ilk adımını atmış. Sivri ağaç, kendini tatmin etmeyince, sivri ağacın ucuna daha dayanıklı ve daha sert sivri maddeler takmış. Sivrilttikçe insanlaşmış. Ağacın sivriliğini mükemmelleştirdiği oranda insanlaşmış.
Önce sivri ağaç, sonra ağacın ucuna sivri ve keskin taş (çakmaktaşı, veya Yunanca opsianos diye bilinen siyah camvari volkanik taş. Bu taş kırılınca, kırılan cam parçaları gibi keskin parçacıklara ayrılır) ve kemik, sonra bakırdan uç yapmış ve bağlamış. Bunların ucuna da daha sonradan zehir de sürmüş.
-II-
Endonezya’da bulunan 18 000 yıl öncesine ait bir insan iskeleti
Avusturyalı bilim adamları, Bali adasının 600 km doğusundaki, Flores adasında, bundan 12 000 yıl öncesine ait bir kadın iskeleti buldular. Bir metre boyunda olan ve bir kadına ait olduğu tespit edilen iskelet, hiç bozulmamış ve tabiat tarafından gayet mükemmel bir şekilde korunmuş. Bugün nesli tükenmiş olan bu kısa insanın, köpek büyüklüğündeki tarla fareleri ile poni (küçük cins at Yunanistanın Skiros adasında da bu at türünden var) büyüklüğündeki küçük filleri avlayarak yaşıyormuş. Bulunduğu adanın isminden dolayı bilim adamlarınca kendisine Homo Floresiensis ismi verilen bu küçük adam, aynı zamanda bugünkü insanın atalarıyla da akraba, yani aynı soydan geliyor.
Araştırma yapan Avusturyalı ve Cakarta’daki Endonezya Arkeoloji Merkezinden bilim adamları ilk iskeleti Liang Busa mağarasında buldular. Bulunan bu iskelet günümüzden 18 000 yıl öncesine ve bir kadına ait. Araştırmaların devamında 6 iskelete daha rastlayan araştırmacılar bunların da 95 000 ila 12 000 yıl öncesine ait iskeletler olduğunu belirttiler. Günümüz insanı ise bölgede bundan 45 000 yıl öncesinde zaten vardı.
Günümüz insanı ortalama 1350 gramlık bir beyine sahipken, Homo Floresiensis’in beyni sadece 380 gram. Mağarada iskeletin yanı sıra Homo Floresiensis’in kullandığı aletler de bulundu. Bu ilkel insanın avlanmak ve yeri kazıp bitki kökleri çıkarmak için kullandığı alet sivri bir ağaç parçası.
-III-
Kürtçe pîj (yumuşak P ile okunur).
Kürtçe pij > pî j> pûj > jîj > tîj kelimeleri eşanlamlıdır ve uç, sivri, keskin, kuru (katı) ve ucu sivri anlamlarına geliyorlar. Pîj kelimesi anlaşılacağı gibi başlangıçta sadece sert ve ucu sivri kuru ağaç parçası için kullanılırdı. Ancak sert olan ağaç daha iyi sivriltilebilie ve daha iyi hayvan canına batardı.
Mesela bugünkü Kürtçede:
pîj-ûn : kuru ve sivri olduğu için cana batma özelliği olan ot parçacıkları.
pîj-ik : 1- sivri ağaç (sondaki -ik, küçültme ekidir). 2- sivri alet ve halı dokunurken kullanılan sivriltilmiş küçük ağaç çivi. 3- eşeğin yükünü sıkmak için kullanılan, bir ucu sivri ağaç parçası. Yani ağaç çivi. (Çağdaş yunanca da da çivi: “ucu sivri kuru ağaç parçası” anlamındadır. Yunanca “Karfi” demek, bu kelime, bugün artık sadeca demir çivi anlamında kullanılır. Ama İncilse ucu sivri aşaç parçası anlamında kullanılmış.
Türkçe’deki kerpetenin anlamı karfi çeken, yani çivi söken demektir. Yunanca’daki F, Latince PH olarak yazılır Yani KARPHE, Yunanca’daki Karfi’dir).
Binlerce belki de onbinlerce yıllık bu Kürtçe kelimede P, B, T dönüşümleri oluyor.
Yine çağdaş Kürtçede:
bîj-ik, pîj-ik:
1-Tırnakların uzaması (çünkü sivrilir batma ve kesme özelliğine kavuşur).
2- Küçük ağaç parçacıkları.
pîj kelimesinden tîj – tûj kelimeleri türetilmiş. Keskin, yakıcı, acı, sivri anlamlarına geliyor.
tîj ve pîj sivri uç’tur. Mesela tornavida ucu için (ucu sivri olduğu icin) tîj ve pîj denir.
Darik ê pîj : ucu sivri ağaç.
Ama bıçak için “keskin” kelimesiyle eşanlamlı tûj kullanılır (hem anlam hem de fonetik evrim, kök aynı kök).
Kêrê tûj: keskin bıçak. Biberin verdiği, ağzı yakan acı da tûj’dur. (Biber ağıza konduğunda cana batan ağaç parçası gibi yakar).
îsotê tûj (acı biber) gibi.
bîj-ik : Tırnakların hemen yanından çıkan, kurumuş deri parçaları. Yani kurumuş deri.
pîj-an, pûj-an, pû-nk: ağızı yakan, menta diye bilinen ve Latince menta pulegium denilen bitki). Sondaki “an” çoğul ekidir. Birisine çok vurulur ve ağır yaralanırsa pîj-an lêxistın denir.
pîj-ang > pîz-ang > pîzag sivri bir iğnesi olan eşek arısı.
pîz-pînek: sivri ve uzun kuyruklu kuş.
pîz-pîz-ok : söğüt ağacından yapılmış ve tiz bir ses çıkartan flüt .
pîj-jmar > (sonradan) pîj-mar > bizmar 1. çivi 2. çivi yazısı (pîj ve jmar kelimelerinden gelme). Kürtçe pîj +MAR’ın,“yılan”dan türetildiğini söylemek, bilimsel değildir, halk etimolojisi ketegorisine girer. (Bu kelime üzerinde ileriki yazılarımızda da duracağız)
P ve B dönüşümü
Kürtçe bij-ang. Suriye Kürdistranında mijank: kirpik (kirpiklerini ok eyle… hatırlayın). mû+pîj+ank > 1.mûjank 2.mijank, 3.bij-ang.
Kürtçe bijî (Suriye Kürdistanında bêj-ik ): at yelesi (yavaş yavaş üstteki en uzun ve sert kıllar bij’ dan türetilmiş). Kürtçe bij-ink : yuvarlanıp parçalanan ve yüksekten sapandan çıkar gibi, veya yaydan çıkar gibi hızla üzerimize gelen taş parçacıkları.
Yani sivri kelimesinden sert, katı, acı, yakıcı kelimeleri türetilmiş. Çünkü sivri bir şey keskindir, acı verir, yakıcı acılığı da vardır, katı ve serttir. Tabiatta atalarımızın gördüğü ilk sivri şey kuru dikendir. Başka sivri ve kuru şeyler de görüyor. Aynı kökten türettiği kelimelerle yeni isimler türetiyor.
Jûjî, Jojî
Buradan da jîjk, jijo, jûjî, jojî, jîjk kelimeleri türetilmiştir. Eş anlamlı kelimeler. Hepsi de sırtında keskin, sivri okları olan hayvan KİRPİ demek . Buradan da ÇUVALDIZ kelimesi Şûj-in türetilmiş ve devamla …
Şûre : Ağaç parmaklık
Şûr: kılıç
Şûnik, Şonik :1- çöpük>çöpüç 2- ağaç çekiç.
Yani yavaş-yavaş bu isim yalnız vücuda girip yakan acıtan şey değil, ağzı yakan şeylere de, ağız yakan şeylere de verilmiş. Mesela belirttiğimiz gibi, acı biberin acılığı Kûrtçede tûj kelimesi ile ifade edilir. Biçağın keskinliğine de tîj veya bazı bölgelerde de tûj denir.
Kürtçe öldürmek fiilinin kökü K+UJ > KUJ dur.
Öldürmek Kuj-tin >(sonradan) kuştin.
Kuj-are, kuj-ek, kuj-dar, kuj-er, bi-kuj (emir kipi) eş anlamlı kelimelerdir.
Kürtçe öldürücü: KUJ-ER. (…) Tûj veya tîj bir şeyle vurmak. Yani öldürmek demektir.
İnsan vucudunun sivri ve dişari doğru çıkık bir organı olan POZ da yine Pîj den türetilmistir.
Poz: 1-burun 2- dağların en yüksek (yani sivri) tepesidir. Çünkü burun insanın en üstte bulunan sivri ucu olan organıdır.
Mesela bıçağın ucu da pozkê kêrê (bıçak burnu)dir. Mesela daha eskiden pîjkê kêrê dendiğini pekala düşünmemiz sanırım yanlış olmaz.
pozkê solê ayakkabı burnu vaya başka bir deyişle ayakkabının sivri ucu.
poz-ik tepenin en yüksek, en uç ve sivri kısmı.
pûz: tûzik (italyanca crescione).
tûz-ik: dere otu (tûz-ik-ê avî: su teresi). Yakıcı olduğu için.
tûz-ik : 1 Şivît < Şewat (yanma) < Şewitîn (yanmak). 2 yara ateşi veya yaranın verdiği acı, ağrı. Yani vucuda tîj, tûj bir Şeyin batmasından sonraki durum.
Şewit : ateşin yakması.
Buradan fonetik ve anlam değişimi evrimi ile TîR.
TîR: Elle yapılmış, düzeltilmiş, sivriltilmiş, kuru, düz ağaçtır. TîR ismi annemizin ekmek açtığı düz ağaç parçasına da verilmiş TîR (oklava) ve TîR-EK veya sadece TîR-IK . (Türkçede de OK ve OKLAVA). Çünkü o da, oka benzeyen bir uzun ağaç parçası, sadece ucu sivri değil. (Kürtçede -ık eki küçültme ekidir.
Buradan da belki Kürdlerde kadınların ekmek açtığı oklavanın düşmana attıkları oktan daha küçük olduğunu da düşünebiliriz). Ksenefon: Kürdlerin bize attıkları okları bız onlara MIZRAK olarak atıyorduk diyor.
TîJ kelimesinden Tîr ve Tîr-êj, PîJ kelimesinden de eşanlamlı Pîj-n türetilmiş.
TîR ‘den “ok gibi yakıcı” ve bir delikten süzülen düz ve uzun güneş ışınlarının adı türetilmiş. OK gibi uzun ve düz ışık.
Kürtçe tîr ê roj > tîroj > TîRÊJ [belki de dirêj(uzun) kelimesi de buradan geliyor].
pêj-n: ışık.
pêjna rojê: güneş ışığı.
di+pêj+im: pişirmek. Artık okla vurup yakma değil, ateşle yakma dönemine geçiş.
Tekerlek okları da kürtçede TÎR-êj dir. (bu kelimenin ilk biçiminin Tîrj veya tîjr olduğu sonucunu çıkarıyoruz). Eski Kürtçede TÎRÎ “yıldırım”dır (O da ok gibi vurup yere seriyor. Güneşin tîrej’leri gibi ışık saçıyor. Çağdaş Kürtçede yıldırım: brûsk).
Kürdcede brûsk kelimesinin bir sinonimi de tirîşke‘dir.
Yunan mitolojisinde tanrılarının babası ZEVS in elinde ok veya mızrak yerine yıldrım vardır. Kızdığı ve öldürmek istediği kimseye ok atmaz yıldırım atar. Yan tarafta bir yunan mitoloji kitabından aldiğımız ve Tanrı ZEVSi yıldırım atarken görüyorsunuz.
Böylece Kürdcede YILDIRIM ile OK kelimelerinin köklerinin neden ortak olduğu hakkında bir f’kir ediniyoruz.
TÎR ’den ok gibi insanin canına batan “sivri” DİKEN kelimesi türetilmiş: Kürtçe S-TÎR-Î .
TîR’den toprağın sivri bir ağaçla sürüldüğü mevsim türetilmiş: Kürtçe TîR-MEH. (meh, AY demek, toprağın çizildiği ay, veya güneş ışınlarının ok gibi yaktığı ay).
Kürtçede TÎR-VAN okçu, TÎR-DAN(K) sadak.
Kürtçede TîR , karasaban boyunduruğunun bağlı olduğu, uzun, ucuna da ok gibi sivri maden parçası bağlanmış düz ağaçtır da, yani karasaban ok’u.
Tîr-ik sigara ağızlığı.
***
tîj ’den, karşı tarafta olupta kendisine sivri bir şeyle vurulan kişi dij+min (karşımda savaştığım kişi(!) olabilir.
Dîrek kelimesi Türkçe değildir. Kürtçedir. (Kürtçe DAR-IK . Kürtçe DAR ağaç’tır. Darık, bir ağaç dalı, bir ağaç parçası).
DAR ile TÎR ilişkisi açıktır.
Kürtçe jî, jîh : (kuru) deri iplik, deriden yapılmış yay kirişi. (Bazı bölgelerde ipliğe Kürtçe bend veya bend-ik te denir).
Kürtçe jî, jîh, jih : iplik, kuru deri parçası.
Kürtçe jîy : vucutta kasa benzer kalın damarlar (yani iplik gibi uzandığı için, iplikle eşleştirilmiş).
(….)
Kürtçe Ağaç anlamında olan DAR kelimesinin etimolojisi:
Grek (Greek) dendr-on
NG (New Greek) dendr-on
Yunanca bu kelime “dri” kökünden geliyor. “dris” meşe ağacı, sonradan “der-w” oluyor, daha sonradan da dendr-on. Buradan da “dori” mızrak demek ve sonradan “mızrak sapı”. Kürtçe meşe berî, berû.
Lat. (Latin) arbor
It. (Italian) albero
Fr. (French) arbre
Sp. (Spanish) àrbol
Rum. (Rumanian) arbore
Ir. (Irish) crann
NIr. New Irish) crann
ON (Old Norse) tre
Dan. (Danish) trœ
Sw. (Swedish) tràd
OE (Old English) tréow
ME (Middle English) tre
NE (New English) tree
ChSl (Church Slavic) drèvo, dabû
SCr. (Servo-Croatian) drvo
Pol. (Polish) drzewo
Russ. (Russian) derevo
Skt. (Sanskrit) dru
Kürtçe dar
Z İLE J SESİ KAYNAŞIYOR
Konumuza “Ağız tadıyla” devam ediyoruz.
TİRŞ Kürtçede ekşi demek. Buradan da TURŞU tadı (keskin) türetilmiş.
hevîr tirş = maya ve hevîr ê tirş = ekşi hamur.
Kürtçe TÎZ çokhızlı uçan okun çıkardığı ses. (Bu kelime sonradan Türkçeye de geçmiş. Buradan da “hızlı olmak” ve “acele” anlamındaki Türkçe TEZ kelimesi türetilmiş.
Kürtçe TÎZ-AV Persçeye TîZ-AB diye geçmiş. TîZ-AB > Kezzap, Türkçe’ye persçeden geçmiş, eski Persçede ve Hintçede su: ap, yeni Persçede ise ab’dır.
Kürtçe pîz-an, têz-an «sülfirik asit»
Kürtçe sîr: ağızı yakan SARMISAK
Kürtçe sîr-k-e, keskinleştirilmiş sıvı. Sîr’den türetilmiş.
Kürtçe pîz-av: soğan(sonradan bazı yerlerde piv-az, keskin (acı, yakıcı)+su.)
TÎR kelimesi kürdce kuru ve katı da demektir demektir ve yumuşak “T” ile okunur.
Mesela Hevîr tîr e, hinkî eve te ke bila sivik be: Hamur katıdır, biraz su kat ki sıvılaşsın. Türkçe’de onbirinci yy.dan sonra kullanılan sıvı kelimesi de kürtçedeki sivik’tan gelmektedir.
Kürtçe sivik: 1-hafif (çünkü katı olan Şey ağırdır) 2-ayağına çabuk kişi.
Bu kelimeyi Kürtçe şivik: yaş çubuk, yaş ağaç sürgünü, kelimesi ile karşılaştırınız.
Zamanla, kuru deri, kuru ağaç, sivri kelimeleri kaynaşmış.
Z ve J dönüşümü
Kürtçe zî diken, Latince rhamus palurius
Kürtçe zîx 1.sert, sağlam (yani iyi kurumuş) 2. ağaç dikeni
Kürtçe zî iplik, çizgi, tarla sürülürken toprakta çizilen iz. (düz olan şeylere de bu isim verilmiş güneş ışını ve tarlada düz çekilen çizgi).
Kürtçe TîR + Zî kelimelerinden dezî > derzî «iğne» türetilmiş. Aslında “iğne-iplik” demek. TERZİ, iğne-iplikle iş gördüğü için kendisine TERZi denmiŞ. (D ve T dönüşmesi).
Kürtçe Tîr tîjîr «Zehirli ok, keskin sivri ok» > TîRJîR olmuş. (zehir kelimesi TÎJ’den türeme, acı demek).
Kürtçe JEHR. (Zehirleyen, öldüren bakır pası da JENG dir). Jan dide.
Birkaç ilişkili kelime daha:
Kürtçe yumuşak “T” ile okunan Tîr: KATI. Mesela: dew pir tîr e, hinkî avê bike nav. (Buradaki tîr yumuşak “t” ile olunur). Anlamı: ayran çok katıdır, içine biraz su kat.
Lepetîr: pilav demek
Yine Kürtçe ter (yumuşak “t”ile) taze, yaş, demektir. Mecazi anlamda yumuşak. Buradan têr yani “taze ot”. Têr bûn: doymak. Otunu almak demek. (Kürtçedeki doymak ile taze ot arasındaki ilişkinin aynısı, Yunancada da mevcut. Yunanca’da ot, xorto, doymak fiili: xorteno.) Têr kuruyunca sivriltilir ve tîr yapılır. Ter-rik sonradan erkeklik uzvu olmuş. İlk anlamı yaş bir çubuk. Kürdistanda ağaç yerine hala kullanılır mesela, “dan ber terrika” (sopayla dövdüler, demek).
VI
Ksenofon: Onbinlerin Kürdistan’dan Geçişi
Bundan 2404 sene önce Kürdistan’dan geçen ve Kürtlerle savaşan Yunanlı filozof, tarihçi ve komutan Ksenefon, “Onbinlerin dönüşü” adlı eserinin 4. kitabında, Kürtlerin mükemmel okçu olduklarını yazıyor. Boyları büyüklüğünde yayları vardı, diyor. Karduklar’ın oklarını biz, yerden alıp tekrar mızrak olarak onlara atıyorduk, diye yazıyor.
“Bu kocaman yayları gererken sol ayaklarını yayın ağaç kısmına basarak kirişi gererlerdi. Bundan dolayı da, bu kadar iyi gerilmiş yaylardan çıkan oklar, çok büyük bir hızla üzerimize akıyor, kalkanlarımızı, manda derisinden yapılmış göğüslüklerimizi (zırhlarımızı) deliyor, vücudumuza saplanıyordu” diyor. Kürtçe OK’a TîR’denir.
“Kürt okları çok hızlı, çok uzun, çok kuvvetli” böyle yazıyor Ksenefon. Kürt okları üzerinize hızla (uçar) atılır, güçlüdür, kurtuluş yoktur, Kürt bunu gözlemleyerek Dicle nehrinin de, geçmek üzere suya değdiğimizde üzerimize hızla atıldığını ve Kürt okları gibi yere serdiğini görüyor. Bundan dolayı da yanıbaşında akan nehre OK’unun ismini vermiş. TîR olmuş TİJR > TiGRE sonradan DiCLE.
Buradaki R harfinin rıj dan geldiğini de düşünebiliriz. Ancak aşağıda yazdığımız ikinci görüşü daha uygun bulduk.
Kürt, kendi okları gibi hızla atılan ve değdiği avını hemen yere seren güçlü bir hayvana da aynı ismi takmışlar. KAPLAN’a da TîJR (TiR>TiGR) demiş. Yani ok kelimesinden türetmiş. (Çağdaş kürtçede “pılıng’’). Çok yükseğe atlayabilen demek. (Mesela Jaguar da Güney Amerika yerlilerinin dilinde avını ilk ve tek atlayışta yakalayan demek).
Tüm bunları “coğrafya biliminin isim babası, Yunanlı tarihçi, Stravon’dan öğreniyoruz. Günümüzden 2067 sene evvel dünyaya gelmiş olan Yunanlı Stravon: “Medler nehrin akışındaki hızlılıktan dolayı, kendi oklarının ismini bu nehre vermişler” diye yazıyor.
Ve Yunanlılar, Medleri Perslerden en iyi ayıran ve ayırabilecek tek ulustur. Her şeyi yazmışlar. Pers dilinde değil “Med dilinde Tîgr OK’tur” diyor. (Yunancasını aktarıyoruz: Tigris amikton filasson to revma dia tin oksitita, afu ke to onoma Midon tigrin kalundan to toksevma = “Nehre Tigr-is isminin verilmesi suyun hızlı ve keskin akışından dolayıdır, çünkü Medler’de ok ta, aynı kelimedir” diye yazıyor. Kelimenin sonundaki -is Yunanca isimlere verilen ek’tir).
Tüm sözlükler yanliş olarakStravon’un Perslerde TİGR OK’tur dediğini yazarlar. Biz orijinalinden yani eski Yunancasından aktardık. Persler değil MEDLER diyor Stravon.
-V-
Kaplan adlı hayvan, Dicle adlı nehir ve Kürt oklarının ortak bir tarafı var. Üçü de hızlıdır, güçlüdür, hızla atılır, ve avını yere serer. Üçü de Kürtçe Pîj-tîj-dar kelimelerinden türetilmişlerdir.
İşte bundan dolayı da Kaplan anlamındaki “TiGRiS” ile “DiCLE” kelimeleri Kürtçe kökenli iki kelimedir. TîR’den türetilmişlerdir.
Bilindiği gibi, Yunanca, Hint-Avrupa dil gurubuna girer. Yani Yunanca ile ortak dil hazinemiz vardır. Ancak Yunanca’da J harfi yoktur. Kürtçe’deki J, Yunanca’ya G olarak geçer.
Mesela:
a- Kürtçe JUNî (ayağın katlanan kısmı, diz) Yunanca Goni dir. (Türkçeye Gönye ve Köşe olarak geçen iki kelimenin kökü budur).
b- Kürtçe JIN (kadın), Yunanca Gin-i’dir.
Buradan TîJîR kelimesinin Yunanca neden Tigr yazıldığını rahatça çıkarabiliriz.
c- Yunanca AGO ise Kürdce AJO dur. Yani Stravon’un bahsettiği Ok, “Zehirli Ok veya hızlı ok veya sivri ok” tur.
Kürtçe B harfi Arapçaya M harfi olarak geçer. Mesela
Kürtçe Bınefş: Menekşe olmuş.
Kürtçe Bendêgoşe: Menteşe olmuş. (Bendêgoşe köşe bendi yani köşeyi bağlayan demek).
Pîj+jmar> bızmar: Musmar olmuş (Arapça çivi demek, Kürtçe’den alınma bir kelime).
Kürtçe Tîr Kewan “Ok ve yay” demek. Kewan kürdce YAY demek. Türklerin ve Yunanlıların kullandıkları “Kemençe” kelimesi de, Kürtçe’deki KEWAN’dan gelme (Bunları ileriki yazılarımızda açıklayacağız).
-VI-
TÎR’den Dicle nehri ve Avrupa dillerinde kaplan anlamına gelen Tiger, Tîjr, Tigr türetilmiş.
Kaplan İngilizce tiger,
Fransızca tigre,
Almanca Tiger,
ispanyolca tigre,
Yunanca Tigris.
Bu dillerin hepsi bu kelimeyi –KAPLAN ismini- Yunancadan almışlar. Bu kelime bu haliyle Türkçe’ye de geçmiş, Türkler vücudunda kaplanınki gibi çizgileri olan kediye “Tekir kedisi” derler. Çünkü Osmanlıca’da K ile G harfleri aynı biçimde yazılır. Ve okuyanlar K yi G diye, veya tam tersi G yi, K diye okur. (yani Tigir kedisi). Türkçe’de ise hayvan isimlerinin sonunda “-an “ vardır, Aslan, Kaplan, yılan(?), sırtlan, çayan, tavşan, sıçan gibi).
-VII-
Kürtçe gibi bütünsel bir dil olan Yunanca da da, Kürtçedeki gibi, aynı durum söz konusudur
Yunanca’da da, yukarıda bahsettiğimiz kelimelerin kökenleri Kürtçe’deki gibi ortaktır. yani kelimeler aynı mantıkla türetilmiş, sadece birkaçı şöyle:
Yunanca kökü AK tır, Keskin sivri uç buradan Karfi (kuru sivri ağaç parçası) türetilmiş
ak-antoxir: kirpi
ak-son: eksen (dingil ve karasabanın eksen ağacı)
ak-tina: güneş ışınları
ak-tinidia: Türkçede kivi diye bilinen meyve, içinde ıŞınları andıran çizgilerden dolayı bu isim verilmiŞ. Ak-ros: en uç… vs.
Ak-ropol: Şehrin en uç ve en yüksek kesimi olduğu için.
Ak giderek Ok-si olmuş.
oksia: kayın ağacı (kürtçesi: dara nerawanê, veya dara reş. Latincesi fagus Orientalis)
oksi: ekşi, keskin (ingilizce oxo…,oxi…, oxy… ile başlayan kelimelerin hemen hemen hepsi bu Yunanca kelimeden alınmıştır.
ok-si gala: ekşitilmiş süt, yani ayran.
oksigon: Türkçe’ye Oksijen olarak geçen kelime.
ak-on: cirit
ak-ondion: mızrak
ak-antha: deve dikeni
ak-anthos : ayı pençesi
ok-sino: sivriltmek
ok-sidio: oksit
ta-okson (çoğul)>tokson: ok
ok-sos :sirke
ak-mon:örs (daha sert olduğu için)
akti: kaya ucu
(o)ksidi : sirke (keskin sirke deyimini hatırlayınız…)
-VIII-
Türkçe’nin yapısına daha fazla yabancı kelime girdiği için ve birçok dilin hükmü altında kaldığı için, yapısında bütünsellik arz etmez. Diğer konularda olduğu gibi, şu anda ilgilendiğimiz konuyla ilgili ortak kelimelerin sayısı sınırlıdır.
Mesela:
sap: kuru ot. Ot’un batmaya elverişli kesilmiş kök kısmı. Mesela bicilmis bugday saplari.
sap-an: Taşı daha uzağa atmak için yapılmış alet. Kürtlerde ok’la ilişkili, Türklerde sapan’la. Öyle anlaşılıyor ki Kürtlerin ok’u icad ettikleri dönemde proto-Türkler taşı uzağa atmayı keşfetmişler.
sap-lamak: (sivri ve keskin bir şeyi, vücuda veya bir yere batırmak).
sapan>saban (karasaban): çift sürme aleti. B
sap(lı)≠sapsız: yani ağaç kısım. Örneğin bıçağın SAP’ı.
(Saman’ın Türkçe olmadığı inancındayım. Eski slavca seno, Yunanca sano).
Görüldüğü gibi proto-Kürtlerin ilk kullandıkları kelimelerden biri, yumuşak “P” ile okunan PîJ dir. Bugünkü Kürtleri oluşturan ilk insan gurupları insanlaşmaya başladığında, yani alet yapmaya ve yaptığı aletleri, tek heceli kelimelerle adlandırmaya başladığında, bu bölgenin sularına, dağlarına, taşlarına, ağaçlarına ve konuştukları dildeki fiillere, sıfatlara isimlere ilişkili isimler koymuştur.
Seçme Bibliografi
1. Ernest N. Mc Carus, A Kurdish grammar, American Council of Learned Societies, New York 1958.
2. D. İzoli, Ferheng, Kurd î- Tirkî û Tirkî- Kurdî, Deng yayınları, Köln 1992.
3- TÜRKCE-FARSCA SÖZLÜK. iBRAHIM OLGUN ve COMSIT DRAHMAN, ELHAN KITABEVI. Ankara 1970.
4- FARSCA DİLBİLGİSİ MÜRSEL ÖZTÜRK. TTT. Ankara 1988.
5- KURDISH-ENGLISH, ENGLISH-KURDISH DICTIONARY. Baran Rizgar. Londra,1993.
6- Mevlût Sari, Türkçe-İngilizce-Arapça- Persçe Sözlük . GONCA. İstanbul.
7- Hethitischew Elementarbuch Johannes Friedrich, Carl Winter – Universitätsverlag, Heidelberg1967.
8- OSMANLICA – TÜRKCE LUGAT, ABDULLAH YEGIN, HIZMET VAKFI.İstanbul, 1983.
9- FARSCA DILBILGISI, MÜRSEL ÖZTÜRK, TTK, Ankara 1988.
10- Latince Yunanca Sözlük. Koumanoudi. Grigori yay. Atina, 1972.
11- Büyük Yunan Dili Sözlüğü, HENRY G. LIDDELL-ROBERT SCOTT. Ioannis Sideris yay. Cilt I-IV. Atina.
12- GRIECHISCHE LEHNWÜRTER IM TÜRKISCHEN. CHRISTOS TZITZILIS. Academie der Wissenschaften WIEN 1987.
13- Mükemmel Osmanlı Lugati, Ali Nazima (Mekteb-i Mülkiye Müdür Muavini ve Mümeyyiz Reşad ). Dersaadet 1902.
14- Osmanlıca’nın Grameri. Aleksandru Konstantinidu, 1874, (Yunanca).
15- Eski Yunan Dilinin etimolojisi. A. Melezini. . Th. Spoudai. Atina.
16-Sevan Nişanyan, Sözlerin Soyağacı.
17-Türkçe Dilbilgisi, E.Zeginis-P.Xidiroglu. Vanyas yay. Selanik. 1995.
18-Carl Darling Buck, DICTIONARY OF SELEKTED SYNONYMS IN THE PRINCIPAL INDO-EUROPEAN alanguageS, THE UNIVERSITY OF CHICAGO PRESS, CHICAGO-ILLINOIS. U.S.A. 1949.
19-Alois Walde. VERGLEICHENDES WÖRTERBUCH DER INDOGERMANISCHEN SPRACHEN, Berlin und Leipzig 1930. (Cild: I-II-III).
20-FRANCESKO DA SCANDIANO-CAAP.M.A. SÖZLÜK TÜRKÇE-iTALYANCA, İzmir, 1966.
21- Apostolos M.Caferopulos, Etimolojik ve anlamsal inceleme, Yeorgiadis Yay. Atina, 2000 (Yunanca).
22- WILL DURANT. Dünya medeniyet tarihi, cilt I (Doğudan Aldığımız Miras, Yunanca çevirisi), Atina, 1957.
23-Arist. E. Konstantinidu. Yunan Dilinin ikumenik boyutu. (ingilizcedeki Yunanca kelimeler) Selanik 2001.
24-I. Xlorou, Türkçe -Yunanca sözlük. (Osmanlıca -Yunanca Sözlük) (cilt I.1048 sayfa. II. 2102 sayfa), İstanbul. 1899.
25- Yunanca Domi Ansiklopedisi, 32 cilt. Atina.
26- Kurmanci, Paris Kürt Enstitüsü.
27-Kürtçe-Türkçe sözlük. İstanbul Kürt Enstitüsü.
28- Dr. Kâmuran Bêkes, Bingehên Rêzimana Kurdî.
29-UNESKO’nun yayınladığı “insanlık Tarihi” adlı ansiklopedinin ilk 5 cildi. Yunanca çevirisi, Tegopulos-Nikas yayınları, Atina , 1970.