Antroposen
Antroposen:
İnsan Çağı İnsanlığın Sonumu?
Jeolojide çağlar arasındaki sınırlar tortul kayalarda korunan değişimlerle ile tanımlanır. Jeolojik zaman çizelgesinde şu an içinde bulunduğumuz çağ 11.700 yıl önce başlayan Holosen olarak adlandırılır. Fakat gezegen üzerindeki geri döndürülemez değiştirici kitlesel etkimizi ifade etmek adına yeni bir çağ adı gündeme taşınmıştır: Antroposen.
Yunanca insan anlamına gelen antropos kelimesinden türetilen bu çağ adı, insanın doğayı olumlu ya da olumsuz yönde değiştirebilecek bir güç olduğunu ifade eder. Değişen denizler, yerinden edilen dağlar, ormansızlaşma, plastik atık, hızlı kentleşme, gıda kimyası… McKenzie Wark, başta atmosferdeki karbon yüklenmesine temellenen bu çağı “kolektif insan emeği” olarak yorumlar.
İçinde bulunduğumuz yüzyıla kadar insanın doğa karşısındaki tüm faaliyetleri doğada hayatta kalmasını sağlamıştır fakat teknik/emek, bugün artık bir yanıyla da insanın kendi kendisini yok etmesine yol açmaktadır. İnsanın bu “var olarak - kendini yok ediyor” durumu, aslında doğal bir sürecin nihai sonucudur. Bu durumda son 60.000 senenin istilacı türü olan insan, hayatta kalabilmek için yeni bir ilişkisellik içerisinde kendisini yeniden tanımlamak zorundadır.Biyolog ve filozof Donna Haraway, Antroposen çağını Yunan mitolojisinde yeryüzünü temsil eden tanrıça olan Gaia imgesi ile düşünür. Aslında yerküre, ne tahakküm edilmeye çalışılan bir nesne ne de besleyici bir annedir. Gaia olarak yerküre, insanın isteklerini önemsemeyen kendi içsel doğasını koruma eylemi gösteren organik ve karmaşık bir sistemdir. İnsan, müdahale ettiği ekosistemin iç dinamiklerine tam olarak hakim olamayacağı için, bu müdahalelerin Antropos’un yani bizim lehimize sonuçlanmayacağı neredeyse kesindir.
Böyle olduğunda gerçekte fail olan insan, mağdura; Gaia ise tabiat anadan yokediciye dönüşmektedir. Bu noktada Haraway durumun, Antroposen olarak adlandırılmasının insan merkezli olduğunu ve asıl faili kararttığını ifade eder. Ona göre fail, tüm insanlık değil; kapitalist ilişkileridir. Antroposen kavramının çağrışımları ve barındırdığı çelişkilere dair şu veriler ilgi çekicidir:
Bir Bangledeşli, bir Belçikalı’dan 26 kat daha az enerji tüketmesine rağmen deniz seviyenin yükselmesi durumunda bir Belçikalı’dan çok daha fazla mağdur olacaktır. Ya da Birleşmiş Milletler önderliğinde hazırlanan küresel ısıtmayı önlemeye yönelik bağlayıcı maddeleri içeren 1997 Kyoto Protokolü’nü tek imzalamayı reddeden, hatta masaya dahi oturmayan tek gelişmiş ülke olan Amerika, anlaşmayı imzalayan 192 ülke arasında atmosfere sera gazı salınımı konusunda en yüksek orana sahiptir.
Yokoluş şafağında umut
Bu açıdan Antroposen kavramı, tüm insanları doğaya aynı ölçekte etki etmekte ve ondan aynı oranda etkilenecekmiş gibi gerçekçi olmayan bir soyutlama ile tanımlar. Burada Antropos kavramı ile kastedilen hangi insandır?
Umutsuz gözüken yok oluşun şafağında Donna Haraway, muhalif ve ütopyacı bir tavır benimser. O yalnızca insan odağında kalmayarak türler arası ilişki kurabilen bir çeşit yoldaşlık önerir. Yerkürede yaşayan insan veya insan olmayan pek çok sığınmacı, tıpkı bir örümcek gibi ağ örerek yeni yaşam biçimleri ortaya çıkartmalıdır. Haraway, birlikte var olabilmek için sorumluluk almanın zorunluluğunu vurgular.
Günümüzde biyologlar yirminci yüzyıldaki insanların nüfus artış düzeninin primatlardan çok bakterileri andırdığını söylemektedir. Bu yüzden Haraway ve posthümanizmin takipçileri “Making kin beyond babies” (Çocuk yapma akrabalık kur!) sloganını vurgular.
Elbette Haraway antroposeni düşünmek için başvurulabilecek düşünürlerden yalnızca biri. Maksat tartışmaya açmak… Ama asıl düşünmeye değer soruyu 16. İstanbul Bienali’nin küratörü olan Nicolas Bourriaud sormuştu:
Kapımıza dayanmış tüm krizler dikkate alındığında diğer canlıları basit kaynak olarak görmekten vazgeçip canlılar dünyasının içinde yaşayabilecek miyiz; yoksa dünyayı biz ile etrafımızdaki çevre olarak ayırmaya, insan türünü tarihin biricik öznesi, diğer her şeyi de ona fon olarak görmeye yönelik eski alışkanlığımızda ısrar mı edeceğiz?