BİREYSEL FARKLILIKLAR
Bilindiği gibi insanlar dünyaya tamamen eşit olarak gelmezler. Maddi anlamda birbirlerinden farklı oldukları gibi gelişim düzeyi, zekâ, yetenek, tutum gibi özellikleri bakımından da farklı yönlere sahiptirler.
Nitekim söz konusu farklılıklarımızın idrak edilmesi, buna vesile olan psikoloji bilimi gibi bilim dallarının da önemli bir başarısı olarak değerlendirilmektedir. Zira bu farklılıklar insanı daha iyi anlayıp tanımaya ve toplum düzenin sağlıklı biçimde nasıl devam edebileceğine dair tutarlı fikirlerin gelişmesine vesile olmaktadır.
Bir kavramı anlamanın en etkili yollarından biri onu zıttı ile tanımlamaktır. Bu noktadan hareketle psikoloji bilimi açısından farklılıklarımıza temas etmeden önce, yine psikoloji tarafından ele alındığı üzere hem diğer canlılarla hem de insan olmak bakımından hepimizde benzer olan özelliklerin bulunduğunu kısaca vurgulamak yerinde olacaktır:
Söz konusu benzerliklerin başında insanların diğer canlılar gibi doğmaları, büyümeleri, çoğalmaları ve ölmeleri; aynı zamanda duyu organları vasıtasıyla çevrelerinden gelen duyumları almaları gibi özellikleri gelmektedir. Bütün canlılarda bulunan bu gibi ortak niteliklere psikolojide “örgensel nitelikler” denmektedir.
İnsanların örgensel niteliklerinin yanı sıra, diğer canlılardan farklı fakat birbirine benzeyen yanları mevcuttur: Düşünmek, bilinç sahibi olmak, tarih ve gelecek fikrine sahip olmak gibi. Yine bütün insanlar genel olarak aynı fizyolojik özelliklere sahiptirler ve yaşamak, sevilmek, başarılı olmak gibi benzer temel psikolojik ihtiyaçlar duyarlar ki bütün bunlara “insanî nitelikler” denir.
Belli yerlerde yaşayan insanları diğer toplumlardan ayıran kültürel ve sosyal niteliklere ise “millî kişilik nitelikleri” denilmektedir.
Görüldüğü üzere insan olmak bakımından hepimizin sahip olduğu benzer birçok nitelik vardır. Ancak tüm bu niteliklerin içerikleri, gerek bireysel gerekse toplumsal şartlar bakımından bireyden bireye ve hatta toplumdan topluma değişmektedir. İşte insanı ve toplumu doğru anlamak için bu farklılıkların da doğru anlaşılmasının büyük önemi vardır.
Psikolojinin sınıflandırdığı benzerliklere binaen Kur’an’a baktığımızda, insanın insan olmak bakımından diğerleriyle benzer yönlerinin tümünü kendine özgü tek bir kavram altında topladığını görmekteyiz: Fıtrat.
Tabii fıtrat kavramı altında benzerlik derken aslında kastedilen “insanın ne olduğu”dur. Yani aslında fıtrat kavramı bir manada “insan” dediğimiz zaman “neyi” kastettiğimize İslam açısından verilen cevap niteliğini taşımaktadır ki benzerlik derken insan olmanın mahiyeti itibariyle her bireyin ortak yapısı kastedilmektedir.
Kelime anlamı olarak “fıtrat” kelimesi yarmak, yarıp çatlamak, mühürlemek, icat etmek, bir şeyi açmak ve onu ortaya çıkarmak gibi anlamları ihtiva eden ‘fe-ta-ra’ kökünden mastar isim olup genel olarak yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş, ilk yaratılışta bütün mevcudatın kendisiyle muttasıf olduğu sıfat anlamına gelmektedir. İslam açısından bakıldığında kısaca “Allah’ın yoktan yaratışı, O’nun insana bahşettiği doğa, değişmeyen bir kanun”dur.
İnsan olmak anlamında yani tür bakımından genel benzerliklerimiz, Kur’an tarafından genel olarak “fıtrat” kavramı altında ifade edilmekle birlikte, belirtmek gerekir ki bu ifadenin kendi içinde kategorilere ayrılması da söz konusudur. Buna göre fıtrat kavramı varlık türü olarak insan için kullanıldığı gibi insanın genel özellikleri ve aynı zamanda, bizim de konumuzu teşkil eden insanlar arasındaki ferdi farklara işaret için de kullanılmaktadır.
Bireylerarası veya bir diğer ifadeyle farklılıklar, bilindiği üzere tarih boyunca insanoğlu tarafından değişik bilim sahaları içinde ele alınarak tespit edilmeye çalışılan ve toplum yapılarının bu manada şekillendirilmesine sebep teşkil eden unsurlardan biri olmuştur.
Farklılıkları nasıl algılamamız gerektiği meselesi de daha ziyade ferdi ve dolayısıyla sosyal farklar söz konusu olduğunda problematik haline gelmektedir. Yani bu farklılıklar zorunlu mudur? Faydalı mıdır? Yoksa ortadan kaldırılmaları mı gerekir? İşte bu sorulara verilen cevaplar değişmektedir ve bu değişim, bireysel farklılıkların unsurlarına dair farklı teoriler geliştirilmesine yol açmıştır.
Örneklendirmek için zeka kavramını ele aldığımızda görülmektedir ki insanların zeka yapılarının farklı oluşu, zekaya dair hem tanım hem de içerik olarak farklı yaklaşımların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu bağlamda zekayı bazı psikologlar soyut düşünme yeteneği olarak tanımlarken, bazıları öğrenme ve günlük hayattaki tecrübelerden fayda çıkarabilme yeteneği şeklinde ele almaktadırlar.
Yine bazıları zekaya dair tanımlarında rasyonel düşünme yeteneğine önem verirken, bir kısım psikologlar ise amaçlı davranma yeteneği olarak değerlendirmektedirler.
Esasen tüm yaklaşımlar zekanın içerdiği unsurlardan birine diğerlerinden fazla ağırlık verdikleri için farklılaşsalar da yaklaşımların farklılığı onun nasıl ele alınması gerektiği konusunda da farklı bakış açılarının oluşmasına yol açmıştır. Öyle ki zeka konusu tek faktörlü yaklaşımdan çok faktörlü bir anlayışa doğru yönelen bir seyir izlemiştir.
Aynı şekilde bireysel farklılıklar arasında en çok tartışılmış konulardan biri olarak “kişilik” kavramına baktığımızda da, zeka gibi farklı yaklaşımların, bu kavramın içeriğindeki unsurlar sebebiyle, geliştirildiğini görüyoruz. Öyle ki, genel olarak, “bir kişinin çevreye intibakını belirleyen karakteristik davranış örüntüleri ve düşünme biçimleri”, bir diğer ifadeyle, “bir insanın kendine özgü fiziksel ve ruhsal bütün nitelikleri” olarak tanımlanabileceğimiz, bir kişiyi diğerinden ayıran özellikler kapsamında ele alınan kişilik kavramına da dair psikologlar tarafından geliştirilmiş ortak bir tanımdan bahsedilememektedir. Zira hem fizyolojik yapıdan gelen özelliklerin, hem de sosyalleşme neticesinde kazanılan “şahsiyet” özelliklerinin dayandığı temellerin daha ziyade kalıtım mı yoksa sonradan kazanılan özelliklerle mi şekillendiği hala araştırma konusudur. Bunun neticesinde kişiliğe dair sosyal öğrenmeye dayalı, davranışa dayalı yaklaşımlar geliştirildiği gibi, psikanalitik yaklaşım gibi vücudun enerji sistemine dayalı yaklaşımlar da geliştirilmiştir.
Yine bireysel farklılıklar kapsamında ele alınan gelişme, yaratıcılık, bilişsel kontrol gibi pek çok yönümüze dair değişik teorilerin ve yaklaşımların bahsettiğimiz bağlamda söz konusu olduğunu da ifade etmek gerekir. Dolayısıyla “insanın ne olduğu” sorusuna “farklılıklar” açısından verilecek cevaplar da değişiklik kazanabilmektedir.
Kur’an-ı Kerim farklılıkların Allah’ın birer ayeti olarak hayatın içinde yer aldığını vurgulamak suretiyle “doğal bir olgu” olduklarını ifade eder:“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık…” (Hucurat, 13) Bu ayetten anlıyoruz ki bireysel farklılıkların ilk basamağı insanların dişi ve erkek olarak yaratılmasıdır. Erkeklik ve dişilik biyolojik farklılıkları öne çıkarmakla beraber, duygusal yani psikolojik farklılıkları da gündeme getirmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah kendi kaderinde, yaratmasında farklılıkları kanun haline getirmiştir. (Bakara, 203; Nahl, 71; Zuhruf, 32)
Hz. Peygamber (S.A.V.) de insanlar arasında farklılıkları madenlerin farklılıklarına benzetmekte ve böylece tabiattan bir örnek göstererek ferdi farklılıkların önemini vurgulamaktadır: “İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi madenlerdir.” Hz. Peygamber bu hadisinde insanların kabiliyet ve yetenekler bakımından farklı oldukları gibi şahsiyet bakımından da farklı olduklarını ifade etmektedir. Şahsiyeti sağlam, kabiliyet ve yetenekleri üstün olanları altına, bu seviyede olmayanları ise gümüşe benzetmektedir. Bu farklılaşmayı insanların bütün psikolojik özelliklerine yaymamız mümkündür. Nitekim İslam eğitim tarihi içinde konu hakkında ortaya konulan görüşlere bakıldığında Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in (S.A.V.) söz konusu yaklaşımının temel alınarak farklılıkların eğitim çerçevesinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği hakkında hemen hemen benzer yaklaşımların söz konusu olduğu görülecektir.
Misal vermek gerekirse, konuyla ilgili olarak İbn-i Sina “insanlık” kelimesinin manasından hareketle insanlık kavramından anlaşılan şeyin tek ve bütün insanlarda ortak olduğunu vurgulamaktadır. Tüm insanlar insanlık kavramı itibariyle aynı özelliklere sahiptirler. Yani insanlık kavramı kendi başına ele alındığında mahiyet özelliği taşımakla birlikte, bir bedenle ele alındığında değişik şekillere girmektedir. Zira insanlık kavramı mahiyet itibariyle tüm insanlar için aynı olmasına karşın, cisimleştiği yani bir beden içinde ele alındığı zaman, bedenle olan nicelik, nitelik, yer ve konum ilişkisinin farklılaşması sebebiyle bireyden bireye farklılıklar göstermeye başlar. Ferdi farklılıkların fiilen ortaya çıkışı da bu aşamada başlamaktadır.
İbn-i Sina ferdi farklılıkları Allah-ü Teala’nın insanlara bahşettiği bir nimet olarak görmektedir. Zira ona göre herkes gerek hayat şartları gerekse kabiliyetler yönünden eşit olsaydı rekabet ve haset duyguları, toplum hayatında zulüm ve kötülüğün yaygın oluşu gibi sebeplerden dolayı fesat ve bozgunculuk kaçınılmaz olurdu. Halbuki ferdi farklılıklar bu duyguları dengelemekte, insanlara toplumsal hiyerarşi içinde varlıklarını devam ettirme imkanı vermektedir.18
Yine İbn-i Sina’ya göre bireysel farklılıklar insanın diğer insanlara ihtiyaç duymasından kaynaklanan dostlukların kurulmasının da sebebidir. Zira insanlar birbirlerine ihtiyaç duymasalardı kimsenin kimseye minnet ve sevgi duyguları olmazdı. Bu yönüyle bireysel farklılıkların sosyal bütünleşmeyle bağlantısını da ortaya koyan İbn-i Sina doğuştan getirdiğimiz bireysel farklılıklarımızın ortadan kaldırılmasını doğru bulmamaktadır. Yapılması gereken noksanlıkların eğitim vasıtasıyla tamamlanması, yani yakınlaştırma prensibinin benimsenmesidir. Bu noktada onun eğitimin gücü açısından çevre ve kalıtım faktörlerine ferdi farklılıklarla sınır çizdiği söylenebilir.
Ferdi farklara insan tabiatının anlaşılması bağlamında önem veren bir diğer önemli Müslüman filozof da Farabi’dir.
Farabi’ye göre “insan tabiatı bütün fertlerde aynı değildir ve onlar zihni ve ruhi özellikleriyle birbirlerinden farklıdırlar. Bazıları ilk makuleleri kolaylıkla anlamaya yatkınken, diğerleri onları doğrudan doğruya anlayamazlar. Diğer bir kısmı da bu makuleleri anlamaya yaratılıştan yatkındır. Çünkü her insan, yaratılışı gereği, eşit olmayan güçler ve farklı ön hazırlıklara sahiptirler. Onun içindir ki, bazıları ilk makulelerin hiçbirini anlayamaz, bazıları da anlaşılması gerekenden başka türlü anlar; diğerleri de onları oldukları gibi anlarlar. Üçüncü grup noksanlıktan uzaktır. Onların tabiatı birbirine benzer. Onlar için müşterek olan düşünce, iş ve davranışlara müşterek olan fıtratlarıyla yönelirler.”
İnsanların farklı kabiliyet ve potansiyellerle yaratılmış olmasının Farabi’ye göre sebepleri vardır: “Bu farklı yaratılışlar, insanlara doğal olarak yatkın oldukları şeyi kolayca yapabilmeleri için verilmiştir. Bir insan kendi isteğine bırakılır ve dışarıdan bir itici güç onu harekete geçirmezse, kendisinin yatkın olduğu şeye yönelir. Dış güç, onu yatkınlığının zıddı olan bir işe doğru harekete geçirirse, bu sefer de ona doğru hareket eder; fakat bu işi zorlama ve güçlükle yapar. Zamanla kazanacağı alışkanlık, ona bu işi kolaylaştırır. Belli bir yatkınlıkla yaratılmış insanlar, bu durumlarını çok zor değiştirir, hatta bazıları için imkansız olur.” Dolayısıyla Farabi, her insanın hayatta belli bir rolü olduğunu, bu role uygun bir potansiyelle dünyaya geldiğini vurgulayarak, insanın eğitim imkanını bu çerçevede ele almaktadır.
Nitekim yukarıdaki noktaya ilaveten Farabi ferdi farklılıkları verimli eğitimin yapılabilmesi anlamında da değerlendirerek, verasetle gelen bu farkların ancak eğitim ile ulaşabilecekleri son noktaya ulaşmalarının mümkün olduğunu vurgular. Zira ona göre “her insanın doğasında belli bir amaç vardır. Bu amaca ulaşması için eğitime muhtaçtır. Yatkın oldukları şeylerin doruğuna ulaşmak veya ona yakın bir seviyeye gelmeleri için eğitilirler. Bazı insanlar, bazı işlerde üstün yeteneğe sahiptirler; eğitilmediklerinde o yetenekleri kaybolup gider. Bazen de kötü şeylerle eğitilenler, kötü davranışlarda en yükseğe çıkarlar.”
Ferdi farklara Mevlana da ilahi lütuf ve fıtrat açısından temas ederek, bu iki kanun gereği insanların hem biyolojik hem de fizyolojik bakımdan birbirlerinden farklı olduklarını vurgulamaktadır: “Ayak, elbette kendisine uyan, kendisinin olan ayakkabıyı bilir alır. Ayak, başkasından daralır, sıkılır, fakat kendi ayakkabısından hoştur, rahattır.” “Her boyun, aşk kılıcına layık değildir; benim kanlar içen arslanım, köpeklerin kanını içer mi hiç. Benim ucu-bucağı olmayan denizim, her geminin tahtasını taşır mı? Senin çorak yerin, benim inciler yağdıran bulutumdan oklayı yeşerir mi hiç?” Başkasını taklit etmenin ferdi farklılıkların mahiyeti bakımından zor olduğunu ifade ederek Mevlana, ferdi farklılıkların nasıl anlaşılması gerektiğini ve bu hususta nasıl bir metot takip edilmesi gerektiğini kendine has bir bakış açısıyla ortaya koymaktadır. Dolayısıyla herkes “kendi potansiyeli” göz önüne alınarak eğitime tabi tutulmalıdır.
Nitekim psikolojik manada da aynı durumun geçerli olduğunu ve bu sebeple insanların farklı davranış ve tutumlar sergileyeceklerini şu şekilde vurgulamaktadır: “Can da eşini, dengini bilir, iyiyi kötüyü anlar, çünkü gayb aleminden her cana, kendi miktarınca bir biliş, bir anlayış verilmiştir.”27 Dolayısıyla ona göre her insan hem öğrenme bakımında hem de manevi gelişimi tecrübe etme bakımından birbirlerinin aynı değildir ve eğitimde bu husus dikkate alınmalıdır.
Mevlana gibi Gazzali de bireysel farklılıklara eğitim metodu açısından yaklaşarak, öğretmenin dersini öğrencinin seviyesini göz önüne alarak vermesini; zihninin kavramakta zorluk çekeceği kadar zor konulara girerek öğrenciyi yormamasını ve ona bıkkınlık vermemesini tavsiye etmektedir.
Ferdi farklarla alakalı olarak Nesefi’nin görüşleri de bahsi geçen düşünürlerle ve Kur’an’ın ortaya koyduklarıyla paralelliği görmek bakımından dikkate değerdir. Zira Nesefi ferdi farklılıkların var oluşunu dünya düzeninin temini ilkesine dayandırmaktadır. Buna göre her insan kabiliyet bakımından dünyada ifa edeceği göreve göre donatılmıştır. Eğer mutlak bir eşitlik söz konu olsaydı, iş bölümünden bahsedilemeyeceği için dünyanın düzeninden de bahsetmek mümkün olamayacaktı.
Görüldüğü üzere ferdi farklılıklar konusu İslam eğitimi açısından önemli bir husus olarak değerlendirmeye tabii olmuştur. Bu bakımdan yeni bir problematik olarak karşımıza çıkmamaktadır.
İfade etmek gerekir ki bireysel farklılıklar İslam eğitim tarihinde olduğu kadar Batı eğitim tarihinde de üzerinde önemle durulan bir konu olmuştur.
Daha antik çağlardan itibaren bireysel farklılıklar ve bunların konumunun ne olması gerektiği meselesi değişik düşünürler tarafından ele alınan bir husus olarak göze çarpmaktadır. Mesela Platon, diğer ismiyle Eflatun, bireysel farklılıkların keşfinin çocuk yaşlardan itibaren ciddiye alınmasını vurgulayarak, eğitimin en temel vazifesini bireysel farkların tespiti olarak belirlemiştir. Oyunların bu keşfi sağlayacak biçimde kullanılmasını tavsiye etmek suretiyle söz konusu eğitim için metod da vermiştir.
Daha yakın zamanlara geldiğimizde ise eğitim açısından önemli bir psikolog, filozof ve reformcu olan Dewey’in de konuya büyük önem verdiğini görmekteyiz. Nitekim ona göre, değişim ve ilerleme ancak farklılıklar ile söz konusu olabilir. Bu sebeple eğitim insanlar arasındaki bireysel farklılıkları dikkate alacak ve bu durumla uyum içinde bulunacak biçimde geliştirilmeli; bireyin doğuştan getirdiği yetenek ve kapasite farklılıkları ile sınırlı olduğu göz ardı edilmemelidir.
Konuya insan tabiatının önemi ile bakan Henderson’a göre de bu tabiatın en belirgin özelliklerinden biri birbirlerinden farklı tarzlarda olmak üzere insanların akıl yürütmek, yaratmak, semboller kullanmak gibi kabiliyetlere sahip olmalarıdır. Dolayısıyla eğitimin en önemli vazifesi bu kabiliyetleri geliştirmeye çalışmak, böylece her insanın potansiyelini en iyi biçimde kullanmasını sağlamak olmalıdır.
Netice itibariyle, ferdi farklar tarih boyu pek çok alanda olduğu gibi insanı doğru anlayabilmek bağlamında eğitim alanının da en önemli meselelerinden biri olarak ele alınmış ve alınmaya devam etmektedir. Dolayısıyla her insanın bu bağlamda ihtiyaç ve kapasitesi farklı olacağından bu farklılıklar din eğitimi sürecinde de dikkate alınması gereken bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
BANU GÜRER