Koton'un Başarı Hikayesi
Emekli SAS Tim Komutanı Yılmaz Yılmaz, Koton'un Başarı Hikayesi
Sakin bir ses tonu ve duruşun kendinden son derece emin bir kişilikle birleştiği; daha ilkokul sıralarında hedefe kilitlenerek kafasına koyduğunu gerçekleştirme gayreti olan; takım inancı, eğitime verilen değer ve sürekli gelişme ve geliştirme çabası içerisinde hangi işe girse belli ki ciddi başarılar yakalayacak bir isim.
Gülden Yılmaz Bu haftaki konuğumuz, bir dünya markası olma yolunda hızla ilerleyen ve nereye gitmek istediğini çok iyi bilen bir ekibin lideri; Koton Mağazalarının Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Yılmaz... Eşi Gülden Hanım'la omuz omuza başladıkları bu serüvende; 77'si yurt dışında 256 mağazayla Koton'u bugün dünya markası haline getirme yolunda emin adımla ilerliyorlar. Bu büyümede bir ismi de çok önemsiyorlar, Prof. Dr. Arman Kırım...
Yılmaz Yılmaz Yılmaz Bey'in dediği gibi şans mıdır, Allah'ın kısmet kapılarını açarak görevlendirdiği, binlerce kişiye istihdam sağlayan sağlam bir kapımıdır Koton bilmiyorum ama; arzularınızı doğru insanlarla, doğru niyetlerle ve azimle birleştirdiğinizde yapılamayacak iş yok gibi görünüyor... - Bildiğim kadarıyla siz deniz subayı, Gülden Hanım da öğretmenken, kendinizi tekstil işinin içinde buldunuz, bu hikâyeyi sizden dinlesek? - Evet, deniz kuvvetlerinde SAS Tim komutanıydım, Gülden de öğretmenlik yapıyordu. 1988 yılının yazında Gülden ve bir arkadaşı mağaza açmak istediler. Gülden'in ablasının da Adapazarı'nda ihraç fazlası ürünler satan bir mağazası vardı. Oradan gelen bir bilgi kaynağımız vardı. Bu işe Kuzguncuk'ta bir ara sokakta küçük bir dükkanla başladık. Az bir riskle böyle bir iş tutar mı, denemek istedik. 2 bin dolar sermayemiz vardı, 2 bin dolar da ortağımız koydu, bin dolar babama borçlandık ve 5 bin dolarla dükkanı açtık. Hatta mağazanın raflarını da, Kuzguncuk'ta raflarını değiştiren bir dükkan sahibinden aldık, tamir ettik, boyadık kullanılır hale getirdik. Askıları bile Bahariye'de bir dükkandan düşük bir bedelle aldık...
Mağazanın ismi neydi?
SG'ydi. Eşimin ve arkadaşının isimlerin baş harfi. Ancak, Eylül ayı yaklaştığında ilk ortağımız ayrılarak okula dönmek istedi. Aslında iyi bir yaz geçmişti. Gülden öğretmenliği bırakarak bu işe devam etmek istedi. O arada deniz kuvvetleri de beni iki aylığına Londra'ya gönderdi. Bana verilen harcırahı yemeyip içmeyip biriktirip yurda döndüm. Bu arada da yaz boyunca ortağımızın yatırdığı iki bin dolar, Eylül ayında yedi bin olmuştu. Yatırdığımız sermaye üçe katlanmıştı. Ayrılan ortağın payını verdik ve biz devam ettik.
Koton'un temelleri Kuzguncuk'ta atılmış o halde...
- Evet, Gülden 1991 yılına kadar Kuzguncuk'ta tek başına devam etti. Her sabah 7.30'da Beykoz'dan otobüse biner ve dükkâna gelirdi. Bu süreçte çok özel müşterileri oldu. Suna Kıraç iki kere geldi o mağazaya. Aslında mağaza değil de dükkân demek lâzım, ama taa Bakırköy'den gelenler olurdu. Sonra 1991'de ben de meslekten ayrıldım ve yine ortaklıkla ikinci mağazamızı açtık. O da Gülden ile Cemre isimlerini baş harfi oldu.
33 BİN ÜRÜNÜ DEPOLADIK Sizin katılımınız nasıl oldu?
- Ben 1991'de ordudaki görevimden ayrıldım. O sırada 2 mağazamız vardı ve toptana da girmek istiyorduk. Nasıl yaparız, nerede yaparız bilemiyorduk. Biz düşünürken bir gün Merter'de imalatçı bir firmanın sahibi beni aradı. Ben oradan ihracat fazlası ürünler alıyordum. “Benim durumum çok iyi değil, elimde de bir hayli ürün var, gel bak bunları sana satayım”dedi. Gittim baktım. 33 bin ürün var. Düşündüm, “Tamam” dedim. “Ama ürünleri hemen alman lazım, burada tutamazsın belki yarın haciz gelecek”dedi. Ürünleri aldım, civardan bir kamyoncu çağırdım. Ürünleri yükledim. Şoföre “Güneşli'ye gidelim” dedim ve etrafı dolaşmaya çıktım. Depo olacak gibi bir yer arıyorum. 100 metrekare bir yer buldum, malı indirdim. Derken, böylece toptana gidecek ürünleri toplamaya başladım. İhraç fazlalarını buldum. Ocak ayına geldiğimizde elde 110 bin ürün vardı. Parayı bitirdik yani, satacak birilerini bulmak lâzımdı...
SONRA ÜRETİME BAŞLADIK Müşteri oluşturmadan bu kadar ürüne yatırım, bir risk olmuş sanki...
Başta da belirttiğim gibi benim ticari hayatımda şansın payı yüksektir. Laleli piyasasında tanıdığım biri aklıma geldi, ona gittim. “Elimde mal var, müşteri yok, bize müşteri bul, sattığının yüzde onu senin olsun” dedim. “Olur” dedi. Bir Avusturyalı müşterisi varmış... Ürünlerden seçtiklerimizi ütüledik, poşetledik ve Avusturyalı Willy için numuneler hazırladık. Bir hafta sonra geldi. “Ürünler nerede görmek istiyorum” diye... Biz ürünleri poşetliyor, düzenli gönderiyoruz ama ona gösterecek düzgün yerimiz yok, bir depoda titrek ışık ve ürünler dağınık halde, üst üste... Depoyu gösterdik, ona da; “Sen merak etme biz istediğin gibi göndeririz” dedik. Başta almaya cesaret edemedi. Ama anlaştık, sonra da iyi müşterimiz oldu. Willy'den kazandığımız parayla Merter'de mağaza açtık, ardından bir atölye kiraladık ve üretime başladık. Artık, iki mağazası, toptanı ve küçük de olsa üretimi olan bir firmaydık.
ALMANYA'DA ZARARLA BAŞLADI Yurt dışına açılmanız nasıl oldu?
- O yıllar bir taraftan da ihracat yapmak istiyoruz ama çok deneyimsiziz. Bunun üzerine ben Almanya'ya giderek bir showroom kiraladım. İhracat yapamıyoruz madem; ürünlerimizin satışını yapalım dedik. Ufak ufak koleksiyon yapmaya başlamıştık. İlk yıl 200 bin mark zarar ettik. 2. yıl dengelendi. 3 yıldan, 96'dan itibaren yavaş yavaş para kazanmaya başladık. 2000'li yıllara geldiğimizde Almanya'da kendi markamızla çok ciddi bir iş yapar olmuştuk. 20 milyon dolar hacme ulaşmıştık. Ardından diğer mağazalar geldi. Bugün bakıldığında yurt dışında 77 mağazamız var.
Koton ismi ne zaman devreye girdi?
- Koton ismiyle ilk mağazayı 1996 yılında Bakırköy'de, sonra aynı yıl Kadıköy'de bir mağaza açtık.
Neden Koton?
- Herkese hitap edecek, Türkiye'de kabul görürken, dünyada da anlaşılabilecek bir isim ararken, Gülden'in tavsiyesiyle Koton ismini bulduk. Logomuzu da o dönem Gülden'in kuzeni yaptı, hâlâ onu kullanıyoruz. 2000 yılına geldiğimizde Koton adıyla 10 mağazamız vardı
YILMAZ BEY'DEN TAVSİYELER:
Şartları oluşturun, hedeften kopmayın Bugün geldiği noktayı değerlendiren Yılmaz Bey, şunları anlatıyor: “Bu kadarını tahayyül edemezdim. Ticari hayatımızda fırsatların, ilginç tesadüflerin, nasibin önemli bir yeri olduğuna inanıyorum ve Allah'ın kısmetli kullarından biri olduğumu düşünüyorum hep... Ama hedeften kopmayan bir kişiliğim var. Adapazarı'nda, ilkokul 4. sınıftayım... O zaman basketbol ve voleybol pek yaygın değil. Ben voleybola heves ettim ama; saha yok. Arkadaşlarımı topladım. Okul bahçesine iki direk diktik, çamaşır iplerinden ağ yaptık, sahanın sınırlarını da kireçle çizdik. Bütün yaz o sahada voleybol oynadık, sonra okul takımına seçildim ve Türkiye dördüncüsü olduk. Demek istediğimiz o ki; inandığınız zaman, şartları bir şekilde bir araya getiriyorsunuz, ona göre çalışıyorsunuz ve başarıyorsunuz. Bundan sonra kendimizi görmek istediğimiz yer, dünyanın en önde gelen markalarından birisi olmaktır...”