NASIL NEFES ALIYORUZ?
Gün boyu en çok ne işle uğraştığımızı sorsalar, belki yürüyüş, belki araç kullanmak yada bazılarımız kitap okumak diyecektir.
Ancak bir aktivite vardır ki kontrolü bizzat bizde olmasa da gün boyunca en çok vaktimizi bu aktivite için harcıyoruz. Yazımızın başlığından anlaşılabileceği üzere bu aktivitenin adı nefes alıp vermek. Ancak nefes alıp verme faaliyetinin kontrolü tam olarak bizde diyemeyiz.. Otonom sinir sistemimiz ilgili süreci bizim adımıza yönetir.
Kendi Kendine mi? Yoksa Akılcı Bir Planın Ürünü mü?
Peki Nefes alıp verme faaliyetinin kontrolü bizde değilse, kontrol nasıl yada kim tarafından yapılıyor? Bu kontrol bizim tarafımızdan yapılsaydı yaşayamazdık. Çünkü düzenli nefes alıp verme için sürekli konsantre olmamız ve gerekli kaslarımızı kasıp gevşetmemiz gerekecekti. Doğal olarak bu aktivitenin gerektirdiği yoğun konsantrasyon gün içindeki diğer tüm yaşamsal faaliyetlerimizi de etkileyecek, bu yüzden hızlıca ya açlıktan, susuzluktan yada yürürken dikkat yetersizliğinden meydana gelebilecek yaralanmalardan dolayı yaşamımız tehlikeye girecekti.
Bir tehlike anında ise koşma yada hızlı hareket etmemiz gerekeceğinden, kalp atışımızın artması dolayısıyla nefes alıp vermemizin artması kaçınılmaz olacaktır. Tehlike anının geçmesinden sonra ise makul seviyelere düşürülmesi böylece kalp atışının dolayısıyla kan basıncımızın düzenlenmesi gerekecektir. Tüm bu durumlarda mutlaka hata yapacak ve nefes alıp verme işlemlerinin düzenini kuramayacak olmamız bedenimiz için kalıcı hasarlara sebep olacaktır, hatta henüz çocuk yaşlarda üreme yaşlarına bile gelemeden yaşamımızı kaybedecektik.
Soluk Alıp Verme Nerede Yönetiliyor?
Ancak bu sistemleri inceleyen doktorlar, hatta dünya üzerindeki insanların aklında çok daha yüksek bir Akıl, adeta böyle bir durum ile karşılaşabileceğimizi düşünmüş ve bizim için otonom sinir sistemi var etmiştir. Biyolojik varlığımızdaki detayları anlamak için bile binlerce bilim adamı tarafından yüzlerce yıldır tıbbi araştırmalar yapılmışken, tüm bu indirgenemez kompleks ve adeta “yaşam koruyucu” sistemlerin “doğadaki karmaşanın ürünü” yada “tesadüfen oldu” demek büyük bir akılsızlık olacaktır.
Beyin sapının konumu
Şimdi konumuza dönecek olursak, her insan için hayati öneme sahip nefes alma işlemi aslında solunum merkezimiz tarafından düzenlenir. Bu merkezin boyutları bir mercimek tanesi kadardır ve beynimizin bir uzantısı olan beyin sapı bölgesinde yer alır. Bu merkez 3 grup sinir hücresinden oluşur.
Birinci grup hücreler, solunumun temel ritmini belirlerler. Bu sinir hücreleri ciğerlerimizin hava ile dolması için elektrik sinyali üretirler. Ardından ihtiyacımız olan hava ciğerlerimize dolmaya başlar.
İkinci grup hücreler ise solunumun hızını ve gidişatını belirlemekte görevlidirler. Bu hücreler devreye girdiklerinde birinci grup hücrelerin faaliyetleri bir sinyal ile geçici olarak durdurulup akciğerin hava dolum durumu kontrol edilir. Bu sayede solunum hızımız artmış olur.
Üçüncü grup hücreler ise sadece yüksek oranlarda nefes alıp vermemiz gerektiğinde devreye girerler. Normal nefes alıp verme işlemi sırasında bu grup aktif değildir. Yüksek oranda nefes alıp verebilmemiz için gerekli olan destek kuvveti yani karın kaslarımızı solunum faaliyetine dahil ederler.
Spor / Yoga Faaliyetlerinin Nefes Üzerindeki Etkisi
Aslında şan dersi alanlar yada yoga ile uğraşan kişiler bu kas grubunu kullanmayı özel olarak çalışırlar. Böylece kısa sürede yüksek oranda hava alıp, alınan havayı daha uzun süre için kullanmayı öğrenirler.
Tüm bu işlemler sırasında solunum faaliyeti kimyasal olarak da kontrol edilir. Kandaki oksijen oranının belirli bir dengede tutulması, solunum faaliyetinin temel amacıdır. Bu oranda meydana gelen değişiklikler bir grup hücreyi harekete geçirir ve bozulan değerler ne oranda olursa olsun mutlaka olması gereken düzeye getirilir.
Kandaki oksijen miktarının aslında doğrudan solunum merkezi tarafından kontrol edilemez. İşte burada mucizevi bir şekilde ayrı bir kontrol mekanizması devreye girer. Şah damarımız gibi bazı büyük damarlarımızda yer alan hassas sensörler, kandaki oksijen seviyesi belli bir oranın altına indiğinde solunum merkezine sinyaller gönderirler. Solunum merkezide çok hassas düzenlemelerle solunum faaliyetini yeniden düzenler.
Otomatik olarak alınan nefes işlemi hiçbir şekilde bastırılamaz ancak eğitilerek sınırlı bir zaman aralığı için geçersiz kılınabilir. Örneğin, yüzme, konuşma, şarkı söyleme veya diğer vokal eğitimi sırasında belirli bir zaman için nefes alma sınırlandırılabilir. Ancak bu durumda bile hangi kas lifleri ne kadar kasılacak hangi oranda hava çekecek gibi detaylar bizim tarafımızdan belirlenmez.
Hipoksi noktasına kadar nefes alma dürtüsünü bastırmak imkansızdır ancak gerekli eğitimler alınarak nefes tutma süresi artırabilir.
Dünya Nefes Tutma Rekoru
Şubat 2016’da, İspanyol profesyonel serbest dalgıç Aleix Segura Vendrell, nefesini su altında 24 dakikadan biraz daha fazla tutarak bu alanda dünya rekorunu elinde tutmaktadır.
Solunan havada % 78.08 azot, % 20.95 oksijen bulunur ve az miktarlarda argon, karbondioksit, neon, helyum ve hidrojen içerir.
Solunum ile havaya geri verilen karışımındaki oksijen oranı alınan nefestekine oranla %4 – %5 azalmış olur, ancak aynı durumda verilen nefesteki karbondioksit oranı %4 – %5 civarındadır. Verilen nefesteki karbondioksit oranı neredeyse %100 artmıştır.
Solunarak havaya geri verilen karışımın içeriği aşağıdaki gibidir: % 5.0-6.3 su buharı, % 74.4 azot, % 13.6–16.0 oksijen, % 4.0 ila % 5,3 karbondioksit, % 1 argon ve milyonda birkaç birim (ppm) hidrojen ve karbonmonoksit, 1 ppm amonyak ve 1 ppm’den az aseton, metanol, etanol ve diğer uçucu organik bileşikler.
Nefes eğer ağızdan verilirse içerisindeki subuharı havanın sıcaklığı yeterince düşük ise görünebilir bir sis/duman gibi şekil alır.
Yukarıda sıraladığımız tüm bu sistemler entegre bir şekilde ve bir ömür boyunca hiç hata yapmadan çalışırlar. Oturuyorken, uyuyorken yada koşuyorken yaklaşık yüz trilyon hücremizin ihtiyaç duyduğu oksijen alınır ve zararlı olan karbondioksit ise nefes verme ile bedenimizden uzaklaştırılır.
Nefes almanın fiziksel sağlığımız üzerindeki etkisinin gerçekten farkında mıyız? Yemek yemeden 30 gün, su içmeden 3 gün ama nefes almadan sadece 3 dakika hayatta kalabiliriz. Nefes, bizim en önemli ana yaşam kaynağımız. Amerika’da yapılan araştırmalar, insanların yüzde 90’ının, solunum kapasitelerini sadece yüzde 30 oranında kullandığını gösteriyor. Yani aslında, ölmeyecek kadar az nefes alıyoruz.
Nefes = Yaşam ise, “Nasıl nefes alıyorsak öyle yaşıyoruz” diyebiliriz. Dolayısıyla da az nefes alıyorsak az yaşıyoruz.