Malazgirt Savaşı(1071)
26 Ağustos tarihi, her yıl Malazgirt Zaferi kutlaması olarak anılıyor. Türklere Anadolu’nun kapılarını açan zafer olarak bilinen ve Selçuklu Sultanı Alparslan’ın komutasında Bizans’a karşı kazanılan savaş sonrasında Anadolu’nun Türk devletlerine geçiş süreci de başladı. Geçen yıl, 26 Ağustos Zaferi günü için yapılan bu savaşı detaylı olarak sizlere aktarmıştık. Yazıya buradan ulaşabilirsiniz. Bu yıl ise Malazgirt Meydan Muharebesi’nin 948. Yıl dönümünde bu savaş öncesindeki tarihsel arka planı ve aynı zamanda zaferin kazanıldığı Malazgirt’i yakından inceleyelim.
1071 Öncesi Anadolu, Ön Asya ve Kafkaslar
Türklerin ana yurdu olarak geçen Orta Asya, bugün Moğolistan, Çin’in güneyi ve Türki Cumhuriyetlerin yer aldığı alanı ifade ediyor. Burada köken olarak göçebe boylar olarak yaşayan Türklerin ilk devletleri olan Hun, Göktürk ve Uygurlar, Milattan öncesi ile hemen sonrasına rastlıyor. Çin ile yaşanan savaşlar ve göçebeliğin getirdiği daha verimli arazilere geçiş yaklaşımı ile Kafkaslar yönünde ilerleyen Türk boyları, yine bu alanda da devletler kurmuş ve kendisinden önce orada yaşayan halkları da yönetimi altına almıştır. Türklerin Araplarla olan ilişkileri sonrasında Müslümanlığa geçmeye başlamaları ile birlikte yine o dönemlerde Müslüman olan Persler (Farslar/Farisiler) yani bugünkü İran’ın çekirdeğini oluşturan halk, İslam dininin de merkezde yer aldığı medeniyetleri oluşturmaya Kafkas ve Ön Asya coğrafyasında başlamıştır. 1071 Malazgirt zaferi öncesinde ise Anadolu, stratejik değeri, verimli toprakları, Roma ve Bizans İmparatorluğu’ndan gelen zenginliği ile bu medeniyetin en önemli hedefiydi. Oğuz Türklerinin Kınık Boyu tarafından 1034 yılında kurulan Selçuklu Devleti, Türk egemenliğinde olup içinde Sünni İslam ve Fars izleri taşır. Çağrı Bey’in Dandakan zaferi sonrasında kuruluşunu ilan ettiği ve kardeşi Tuğrul Bey’i de imparator olarak belirlediği Selçuklu İmparatorluğu, Malazgirt öncesinde Kafkasya ve Ön Asya’ya hakim olmuş, Bizans İmparatorluğu’na komşu hale gelmiştir. Sultan Alparslan ise Çağrı Bey’in oğludur ve Tuğrul Bey’in ölümünden sonra tahta geçmiştir. Bu projeksiyondan bakıldığında aslında Malazgirt, bir kültürel savaş, deyim yerindeyse Doğu – Batı mücadelesidir. İnsanlık medeniyetinin en eski dönemlerinin beşiği olan Anadolu – Mezopotamya coğrafyası, dinlerin de etkisini birlikte düşündüğümüzde dünyanın merkezi gibidir ve elbette buradaki mücadelenin nüvesinde İslam – Hristiyanlık mücadelesi de yer alır. Tarihte Yunan medeniyeti ile ciddi savaşlar veren Persler ile yine onlar gibi Müslüman olan ve savaşçı özellikleri gelişkin Türkler, Doğu ve İslamı bir yönüyle temsil ederken Rum tarafı da Hristiyan ve Batı dünyasını temsil etmektedir. 1071 tarihinden önce Persler ve Türkler gibi Mezopotamya coğrafyasında yer alan Kürtler de Müslümandır. Bunun yanında göçebe Türkmen boyları da bu savaş öncesinde Karadeniz üzerinden Anadolu’ya yerleşmeye başlamıştır. Bir yandan da güç kaybeden ve artık egemen olduğu topraklardaki etkinliği azalan Bizans İmparatorluğu yönünden bu savaş, her ne kadar askeri açıdan Hristiyan dünyasından aldığı askeri destek üstünlüğü olsa da yenileceği bir savaş durumundadır. Yani, 1071 öncesinde tarihin akışı Müslümanların lehine işlemektedir. Malazgirt Meydan Muharebesi sonrasında yukarıda özetlediğimiz tablonun sonuçları, Anadolu’da kurulan Selçuklular ile devamında kurulan Osmanlılar’ın İstanbul’u fethine kadar olan süreçte kendisini göstermiştir. Anadolu’da kurulan Türk devletlerinin fikriyatını Kafkaslardan ve Ön Asya’dan gelen Hoca Ahmed Yesevi, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli çizgisi belirlemiştir. Selçuklu’nun mimarisi, devlet yönetim biçimi ve İslam dinini kullanma biçiminde Arap etkisinden çok Türk – Fars kompozisyonu görülür. Selçuklu’nun yıkılışı da Batıdan değil doğudan gelen Moğol istilası ile olmuştur. Moğolların bu savaşlardaki amacı da Batı’ya karşıdır ama onlara karşı Türk – Fars – İslam mevzisini ortadan kaldırmaya dönük bir hamledir. Ancak gerek Selçuklu gerekse de Türkmen kültürünün Ön Asya – Kafkaslar – Anadolu hattındaki yerleşimi Moğolların bu zaferlerine karşın ayakta kalabilmiş ve devamında Anadolu beyliklerinden Osmanlı hakimiyeti ortaya çıkıp İstanbul’u fethederek bir imparatorluk haline gelmiştir. İstanbul’un fethi ise aslında bu süreçte safların değişimi açısından bir kırılma noktasıdır. Öyle ki Osmanlı’ya kadar Roma, Latin ve Bizans’ın başkenti olarak Batı – Hristiyan cephesinde en önemli nokta olan İstanbul, Osmanlı’nın burayı alışı ile birlikte Türk – İslam egemenliğine girmiş ancak o zamana kadar Kafkasya – İran hattı ile Türklerin arasında da bir kopuşun başlangıcı olmuştur. İstanbul’un fethi, 1500 yıl öncesinde Türklerin Attila önderliğinde kurduğu Avrupa Hun Devleti gibi bir kez daha Avrupa yönüne girişin öncüsü olmuştur. İstanbul’un fethinden sonra gelen hükümdar Yavuz Sultan Selim’in Arap Yarımadasını fethederek kutsal emanetleri alıp halifeliği Osmanlı’ya vermesi de yine süreçte bir başka kırılma noktası olacaktır. Sonuç olarak Malazgirt Savaşı’nı yalnızca bir savaş, kazanılmış bir zafer olarak görmeyip bunun Kafkaslar, Türkler – İran – Mezopotamya, Arap Medeniyeti- Batı ekseninde gerçekleşen ve tarihi çok eskilere dayanıp bugün hala devam eden stratejik mücadeleler içinde kilit bir role sahip olduğunu söylemek gerekir. Malazgirt Zaferi’nin tarihi olan 1071 ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu olan 1923 arasında geçen 852 yılda bu mücadelenin içeriğe çok fazla etkisi olmuş ve sosyolojik yapının esasları da haliyle oldukça değişime uğramıştır. 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi, Orta Asya kökenli Türklerin devlet kurma geleneklerini Kafkas – Ön Asya hattında farklı bir yere evirip her açıdan etkiye en açık bölge olan Anadolu’ya taşıyarak devamında kaderlerini de değiştirdikleri savaştır.
Malazgirt Nerede? Malazgirt’in Bugünkü Durumu
Bugün Muş iline bağlı olan bir ilçe olan Malazgirt, coğrafi yapısı ve geniş ovası ile savaşın yaşandığı dönemde stratejik bir nokta olarak görülmüştür. Van Gölü havzasında yer alan ilçe Milattan önce kurulan ilk medeniyetlerden Urartuların egemenliğine girmiştir. Urartu Kralı Menuas’ın adından türeme bir ismi olduğu düşüncesi vardır. Ermeni kaynaklarında Manavazekert, Arapça kaynaklarda Manazcird, Bizans kayıtlarında ise Manazkert olarak geçer. Malazgirt’te yer alan Kale sebebiyle bugün burada yaşayanların ilçeye Kele dedikleri de bilinmektedir. Kürtçe’de bir anda alınan, tez yakaladı, anlamına gelen “Me lez girt” cümlesinden türeyerek Malazgirt isminin geldiği de bir başka sav. Malazgirt, tarihte Selçuklulardan önce; Asurlular, Hasaniler, Urartular, İskitler, Ermeniler, Gürcüler, Medler, Persler, Romalılar, Partlar, Sasani, Bizans, Emeviler, Abbasiler, Ahlatşahlar himayelerine girmiştir. Yani çok geniş bir yelpazede kültür ve medeniyet izleri taşır. Moğol istilası sonrasında İlhanlılar’ın egemenliğine giren bölge, daha sonra Karakoyunlular, Akkoyunlular, Timurlenk, ve Eyyubilerin egemenliklerini görmüş ve ardından Osmanlı tarafından alınıp bir dönem İranlı Safeviler’in toprağı olduktan sonra yeniden Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Bugün Muş ilinin en büyük ilçesi olan Malazgirt, kutlamaların da yapıldığı Ahlat’a 34 kilometre uzaklıktadır ve Doğubeyazıt ile Bakü arasındaki Gürbulak sınır kapısına da 156 kilometre mesafededir. Bugün 51.000 civarında bir nüfusa sahip olan Malazgirt, birçok medeniyet görmüş bir iz noktasıdır. Yerel halkın Kele demesinin sebebi olan enfes Malazgirt Kalesi de mutlaka görülmesi gereken yerlerdendir