Harf İnkılabına Dair 2
Türkler tarih boyunca geniş coğrafyalara yayılarak bir çok devlet kurmuşlar ve
gittikleri yerlere kendi örf-âdet, gelenek-görenek ve kültürlerini götürmüşlerdir. Tabii ki
gittikleri yerlerin kültürlerinden de etkilenmişlerdir. Bu kültür etkileşimi sırasında 10’a
yakın yazı kullanmışlardır. Türkler’in İslâmiyet’i kabulünden önce kendilerine özgü
kullandıkları Köktürk(Göktürk) yazısı Göktürkler tarafından kullanılmış ve Kültiğin
Anıtı bu yazıyla yazılmıştır. Uygurlar döneminde Uygur yazısı kullanılmış ve daha
sonra Karahanlılar da bu yazıyı kullanmıştır. Yusuf Has Hacip eseri Kutadgu Bilig’i
yine bu yazıyla yazmıştır. Bunların dışında Uygurlar Brahmanizm’in etkisiyle Brahmi
yazısını, Museviliği benimseyen Hazar Türkleri İbrani yazısını, Hristiyanlığı kabul eden
Kumam-Kıpçak Türkleri Latin yazısını kullanmışlardır. Ayrıca Yunan yazısı, Kiril
yazısı, Mani yazısı, Ermeni yazısı, Gürcü yazısı Türkler tarafından kısa süreleri ve daha
çok ticari amaçlı kullanılmıştır. Türkler’in İslamiyeti kabulüyle birlikte İslamiyet’in etkisiyle Arab yazısı yaklaşık bin yıl Türkler tarafından kullanılmıştır. Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu
Selçuklu Devleti, Beylikler, Mısır’da kurulan Memlüklüler, Altınordu Devleti bu yazıyı
kullanmışlardır. Osmanlı Devleti de uzun süre bu yazıyı kullanmış, özellikle İstanbul’un
fethi ve halifeliğin Osmanlı’ya intikali Arapça ve Farsça’nın daha fazla önem
kazanmasına, dolayısıyla medreselerdeki derslerin Arapça okutulmasına, edebiyat dili
olarak da Farsça’nın kullanılmasına sebep olmuştur. Bu durum Osmanlı’nın son
dönemlerine kadar devam etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında askeri yenilgiler alması ve ardından büyük
toprak parçalarının kaybedilmesi devlet adamlarını bir dizi ıslahatlar yapmaya
yöneltmiş ve bu çerçevede Batı’dan askeri uzmanlar getirtilerek askeri alanda Batı
tarzında yeniliklere girişilmiştir. Ancak zamanla Batı karşısında alınan yenilgilerin
sadece askeri sebeple olmadığı anlaşılmış ve III. Selim ve II.Mahmut döneminde Batı
tarzındaki askeri ıslahatların yanında sosyal ve ekonomik ıslahatlara da girişilmiştir.
Tanzimat’tan sonra Osmanlı Devleti Batı’nın tekniği ve bilminin yanında kültürünü de
almaya başlamıştır. Bu dönemde Avrupaî tarzda yeni okullar açarak dış dünyadaki ilmi
buluşlarla eserleri Türkçe’ye kazandırmak amacıyla Latin harfli Fransızca‘dan Arap
harfli Osmanlıca’ya tercümeler yapılmıştır. Bu tercümeler sırasında okunması ve
yazılması gü. olan bazı kelimeler metne sadık kalınarak aynen Latin harfleriyle
yazılmıştır. Bu devirde üzerinde durulan başlıca konulardan biri eğitim alanındaki
yenilikler olmuştur. Okuma-yazma usulünün kolaylaştırılması, dolayısıyla harflerin
ıslahı, hatta değiştirilmesi fikirleri zaman zaman ileri sürülmüş ve tartışmalar olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde alfabe konusundaki asıl tartışmalar ve girişimler 1862’de basın
hayatının başlamasından sonra gelişmiştir. Tanzimat Dönemi’nin önemli simalarından
biri olan Münif Paşa 1 Mayıs 1862’de Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye’de verdiği
konferansta alfabe meselesini ele almış, Arap harfleriyle okuma-yazmayı
kolaylaştırmak düşüncesiyle Arap harflerinin ıslah edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Münif Paşa konferansta; hareke kullanılmadığı için kelimelerin çeşitli biçimlerde
okunabildiğini, anlamları bilinmez bazı kelime, terkip ve özel isimlerin okunmasının
mümkün olmadığını, dilimizde Arapça ve Farsça terkiplerin çokluğu ve bu durumun
okuma-yazmayı güçleştirdiğini, büyük harf de olmadığı için özel isimlerin diğer cins
isimlerden ayırt edilemediğini, harflerimizin kitap basımı için de uygun olmadığını
belirtir. Münif Paşa’nın bu görüşünü devrin aydınları da desteklemiştir. Meşrutiyet
dönemlerinde ise yine harflerin ıslah edilmesi gerektiği fikri savunulmuş ve Enver Paşa
Cihan Harbi arefesinde harflerin daha kolay okunması için ıslah yoluna gitmiş, ancak o
günün şartlarında onun bu girişimi başarısız olmuştur. Bu dönemde harflerin ıslah
edilmesi yerine, tebdiline yani değiştirilip Batı’nın kullandığı Latin harflerinin kabul
edilmesi fikrini savunanlar da olmuştur.
Cumhuriyet Dönemi’nde ise harfler meselesi uzun süre tartışılmış, 1923 yılında
İzmir’deki Milli İktisat Kongresi’nde işçi temsilcilerinde İzmirli Ali Nami ile iki
arkadaşı Latin harflerinin kabulü hakkında kongreye teklif vermişler, bu teklifleri
kongre başkanı Kâzım Karabekir Paşa tarafından okunmasına dahi lüzum görülmeden
reddedilmiştir. Daha sonra Kâzım Karabekir Paşa gazetelere verdiği demeçte Latin
harflerinin kabulünün mümkün olmayacağını, bu durumun İslam Birliği’ni bozacağını,
yazımızın güzel ve kolay olduğunu ama ıslah edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Kâzım
Karabekir Paşa’nın gazetelerde çıkan bu demecini ele alan Hüseyin Cahit Bey,
memleketin cehalet karanlığı içinde kalıp ilerleyemeyişimizi kullandığımız Arap
harflerinden kaynaklandığını, Arap harfleriyle okuyup yazmanın zor olduğunu ve Latin
harflerinin kabul edilmesi gerektiğini söyler. Hüseyin Cahit Bey’i Kılıçzade Hakkı Bey
de destekler. Bundan bir yıl sonra İzmir mebusu Şükrü (Saraçoğlu) Bey, Meclis’te Bütçe Kanunu Tasarısı görüşülürken söz alarak okuma-yazma konusuna değinmiş, Arap
harflerinin Türk dilini yazmaya uygun olmadığını ve halkın okuma-yazma oranındaki
düşüklüğü sebebinin Arap harfleriyle yazmaktan kaynaklandığını ifade etmiştir. Bunun
üzerine Şükrü Bey mecliste büyük tepki almıştır. Basında da Şükrü Bey’i eleştiren
yazılar çıkmıştır. 1925 yılı harf tartışmalarının yavaşladığı bir dönem olmuştur. Doğu’da Şeyh
Said İsyanı’nın gelişme göstermeye başlaması ve yer yer yayılması hükümeti sıkı
tedbirler almaya itmiş, çıkartılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla birçok gazete kapatılmış
ve onlarca gazeteci ya tutuklanmış ya da Latin harflerinin ateşli savunucularından
Hüseyin Cahit Bey gibi sürgüne gönderilmiştir. 1926 yılında Bakü’de I.Türkoloji Kongresi toplanmış, kongrede harfler meselesi görüşülmüş ve Arap harflerinin ıslahının mümkün olmadığını, Türkler için en uygun alfabenin Latin alfabesi olduğu ve böylece Türk toplulukları arasında birliğin ve Batı medeniyeti ile olan ilişkilerin daha kolay sağlanmış olacağı ileri sürülmüştür.
Kongre sonunda Latin harflerinin kabulüne dair karar alınmış, ancak her Türk topluluğu veya
devletinin yeni alfabe uygulama metodlarını kendisinin bulması uygun görülmüştür.
Bakü Türkoloji Kongresi ve kongrede alınan kararlar Türkiye’de harf tartışmalarını
yeniden alevlendirmiştir. Akşam Gazetesi “Latin Harflerini Kabul Etmeli mi, Etmemeli
mi?” adıyla bir anket başlatmış, bu ankete katılan devrin ileri gelen bilim adamları,
yazarlar görüşlerini belirmişlerdir. Ankete katılanlar arasında Halit Ziya(Uşaklıgil),
Necip Asım(Yazıksız), Veled Çelebi(İzbudak), Ali Canib(Yöntem), Avram Galanti,
Gombates Zoltan, İbrahim Necmi(Dilmen),Halil Nimetullah(Öztürk), Muallim
Cevdet(İnançalp) gibi kişiler latin aleyhine olduğunu belirtirken; Abdullah Cevdet,
Refet Avni(Aras) ve Mustafa Hamit Latin harflerinin lehine olduklarını belirtmişlerdir.
1927 ve1928 yılları Latin harfleri için bir hazırlık dönemi olmuş, Gazi Mustafa
Kemal 9 Ağustos 1928 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Sarayburnu Parkı’nda
düzenlenen bir eğlenceye katılmış ve Latin harflerinin kabul edileceğini açıklamıştır.
Gazi, başöğretmen sıfatıyla yurt gezilerine çıkarak yeni Türk harflerini herkese
öğretmiş, kamuoyunda, basında ve devlet dairelerinde yeni Türk harfleri kullanılmaya
başlamış ve nihayet 3 Kasım 1928’de Arap harfleri kaldırılarak Latin harfleri kabul
edilmiştir.
HARF İNKILÂBINA GİDEN SÜREÇ
(1923 – 1928)
Adem Çelik