İSTANBUL'UN FETHİ/conquest of istanbul
İSTANBUL ÜZERİNE HAREKET
İlk Gelen Kuvvet ve Şehir Haricindeki Kalelerin İşgali
Daha muhasara başlamadan evvel Boğazkesen hisarının yapılmasından sonra Sultan Mehmed, İstanbul’u karadan askerî bir kordon altına aldırmış, şehirden dışarıya ve dışarıdan şehre kimseyi bırakmamaları hakkında kat’i emir vermişti; zaten imparator da dışarıdaki halkı şehre aldıktan sonra kapıları kapatmıştı; fakat denizle muvasala kesilmemişti. Rumlar bu deniz yoluyla sahildeki Türk köylerini basarak bir kısmını esir ve bir kısmını öldürüyorlardı. 1453 senesi Şubat ayında Sultan Mehmed dökülen topun İstanbul Önüne götürülmesini emretti. Top altmış manda ile çekiliyordu; topun kaymaması için iki tarafına ikişer yüz asker konmuştu; yolun bozuk kısmında ve köprü yapılacak yerlerde yolu düzletmek ve tahta köprü yapmak için önceden elli inşaat ustası ve iki yüz amele gönderilmişti. Nihayet top İstanbul’dan beş mil uzakta bir yere getirildi(1).Topun naklinden evvel on bin kişilik bir kuvvetle Karaca Paşa gönderilerek Misivri, Ahyolu ve Vize ve sair kaleleri aldı. Silivri taraflarındaki diğer bir kale harben alındı ve Silivri kalesi ise müdafaada sebat etti; Bigados teslim oldu. Sur önüne getirilen top Karaca Paşa’ya teslim edildi(2).
Mart başından itibaren Sultan Mehmed eyalet ve sancaklara hükümler göndererek İstanbul aleyhine hareket edileceğini bildirip orduya iltihaklarını emretti. Muvazzaf ve gönüllü olarak gelen kuvvet orduya iltihak ediyordu.
Mora’ya Akın
Pâdişâh İstanbul muhasarası esnasında Mora’da imparatorun kardeşleri olan Mora despotları Tomas ile Dimitriyos taraflarından İstanbul’a yardım yapılması ihtimalini gözönüne alarak buraya Turahan ile oğulları Ahmed ve Ömer Beyleri memur ederek akınlar yaptırarak onlara göz açtırmadı,
Sultan Mehmed’in İstanbul Üzerine Hareketi
Padişah bütün hazırlığını tamamladıktan sonra 12 Rebiulevvel 857/23 Mart 1453‘de Edirne’den üzerine hareketi hareket etti(3). Keşan mevkiinde durarak Çanakkale boğazından geçecek olan Anadolu kuvvetlerini bekledi ve bu kuvvetleri de aldıktan sonra yürüyüşe devam ederek 1453 Nisanının beşinde İstanbul surları önüne geldi ve ertesi gün yani 6 Nisan / 26 Rebiulevvel cuma günü şehri muhasara etti(4). Haliç’teki Ayvansaray mevkiinden Hrisi Pili (Yaldızlı kapı)’ye kadar karadan bütün suru kuşattı. Bu muhasaranın evvelkilerinden farkı oldukça inkişaf eden Osmanlı donanmasının da muhasaraya iştirak etmesi idi.
İstanbul’un Surları (5)
Topkapı sarayı’nın bulunduğu mevkideki Lygos şehri milâttan evvel IX. yüzyılda tesis edilmiş ve yine milâttan evvel 660 senesinde burayı zabt eden Meğaralı Bizas şehre kendi adını vermiş ve Sarayburnu’ndaki ilk tesis olan Akropl’u ve şehri, sur ile çevirmiştir. Bu ilk sur, Ahırkapı feneri kuzeyinden başlayarak Ayasofya’nın bulunduğu mevkii içeride bıraktıktan sonra Yerebatan sarayının bulunduğu yerden. Demirkapı^ya ve sonra oradan da Sirkeci limanına (Pros phorion mevkiine) inmekte idi. Ligos şehri yedi burçlu olan bu surun içinde bulunuyordu; sahil de surlarla çevrilmişti.
Daha sonra Roma imparatoru Septim Sever (193-211) burasını genişleterek ikinci bir sur yaptırdı; bu sur, Portaperema yani Balıkpazarı’ndan başlayarak Nur-i Osmaniye camii mevkii doğuda kalıp Hamzapaşa mescidi yerinden ve Sokullu Mehmed Paşa camii doğusundan geçerek doğuya dönüp Ayasofya’nın güneyinden geçer ve Bizans surlariyle birleşir.
Bu ikinci surdan birbuçuk asır sonra Büyük Kostantin (306-333) Roma’yı sevmediğinden payitahtını Bizans’a, naklettirmek için faaliyete geçti (8 Kasım 324); ilk Ayasofya’yı ve diğer mâbedleri ve bazı binaları yaptırdı ve devlet merkezi olması sebebiyle şehir surların dışına taşmıştı; bunun için Kostantin kendi ismine mensup surları yaptırdı; bu yeni sur evvelkilere nazaran çok geniş sahayı içine aldı. Yeni sur Haliç’teki Ayakapısı’ndan başlayarak evvelâ batıya giderek Sultan Selim Sarnıcı’nın (Bonos sarnıcı) kuzeyinden geçerek, sonra güneye doğru dönüp Bayrampaşa deresi, Altımermer, Çukurbostan, Davudpaşa, Hekimoğlu camii’nin yanından geçerek Samatya kapısı yakınından Marmara’ya, iniyordu. Kostantin, evvelce yapılmış olan sahil surlarını da tamir ettirdikten başka bu surları kendi yaptırdığı surlara kadar da uzattı.
İSTANBUL ÜZERİNE HAREKET
İlk Gelen Kuvvet ve Şehir Haricindeki Kalelerin İşgali
Daha muhasara başlamadan evvel Boğazkesen hisarının yapılmasından sonra Sultan Mehmed, İstanbul’u karadan askerî bir kordon altına aldırmış, şehirden dışarıya ve dışarıdan şehre kimseyi bırakmamaları hakkında kat’i emir vermişti; zaten imparator da dışarıdaki halkı şehre aldıktan sonra kapıları kapatmıştı; fakat denizle muvasala kesilmemişti. Rumlar bu deniz yoluyla sahildeki Türk köylerini basarak bir kısmını esir ve bir kısmını öldürüyorlardı. 1453 senesi Şubat ayında Sultan Mehmed dökülen topun İstanbul Önüne götürülmesini emretti. Top altmış manda ile çekiliyordu; topun kaymaması için iki tarafına ikişer yüz asker konmuştu; yolun bozuk kısmında ve köprü yapılacak yerlerde yolu düzletmek ve tahta köprü yapmak için önceden elli inşaat ustası ve iki yüz amele gönderilmişti. Nihayet top İstanbul’dan beş mil uzakta bir yere getirildi(
Topun naklinden evvel on bin kişilik bir kuvvetle Karaca Paşa gönderilerek Misivri, Ahyolu ve Vize ve sair kaleleri aldı. Silivri taraflarındaki diğer bir kale harben alındı ve Silivri kalesi ise müdafaada sebat etti; Bigados teslim oldu. Sur önüne getirilen top Karaca Paşa’ya teslim edildi(2).
Mart başından itibaren Sultan Mehmed eyalet ve sancaklara hükümler göndererek İstanbul aleyhine hareket edileceğini bildirip orduya iltihaklarını emretti. Muvazzaf ve gönüllü olarak gelen kuvvet orduya iltihak ediyordu.
Pâdişâh İstanbul muhasarası esnasında Mora’da imparatorun kardeşleri olan Mora despotları Tomas ile Dimitriyos taraflarından İstanbul’a yardım yapılması ihtimalini gözönüne alarak buraya Turahan ile oğulları Ahmed ve Ömer Beyleri memur ederek akınlar yaptırarak onlara göz açtırmadı,
Sultan Mehmed’in İstanbul Üzerine Hareketi
Padişah bütün hazırlığını tamamladıktan
Daha sonra Roma imparatoru Septim Sever (193-211) burasını genişleterek ikinci bir sur yaptırdı; bu sur, Portaperema yani Balıkpazarı’ndan başlayarak Nur-i Osmaniye camii mevkii doğuda kalıp Hamzapaşa mescidi yerinden ve Sokullu Mehmed Paşa camii doğusundan geçerek doğuya dönüp Ayasofya’nın güneyinden geçer ve Bizans surlariyle birleşir.
Bu ikinci surdan birbuçuk asır sonra Büyük Kostantin (306-333) Roma’yı sevmediğinden payitahtını Bizans’a, naklettirmek için faaliyete geçti (8 Kasım 324); ilk Ayasofya’yı ve diğer mâbedleri ve bazı binaları yaptırdı ve devlet merkezi olması sebebiyle şehir surların dışına taşmıştı; bunun için Kostantin kendi ismine mensup surları yaptırdı; bu yeni sur evvelkilere nazaran çok geniş sahayı içine aldı. Yeni sur Haliç’teki Ayakapısı’ndan başlayarak evvelâ batıya giderek Sultan Selim Sarnıcı’nın (Bonos sarnıcı) kuzeyinden geçerek, sonra güneye doğru dönüp Bayrampaşa deresi, Altımermer, Çukurbostan, Davudpaşa, Hekimoğlu camii’nin yanından geçerek Samatya kapısı yakınından Marmara’ya, iniyordu. Kostantin, evvelce yapılmış olan sahil surlarını da tamir ettirdikten başka bu surları kendi yaptırdığı surlara kadar da uzattı.
Bizans’ın nüfusu sonraları daha ziyade arttığından beşinci yüzyıl başlarında halk mecburen surlar dışında meskenler yapmışlardı, bu arada imparatora mahsus Vilahama varoşu – ki ondördüncü mıntaka addediliyordu – yapılarak surlarla çevrildi; bunun üzerine II. Teodosiüs (408-450) surları diye meşhur olan şimdiki surlar yapıldı. Bu surlar Marmara sahilinde Tabakhane kapısından başlayarak Tekirsarayı mıntakasında mevcut yukarıda adı geçen ondördüncü mıntaka surlariyle birleştirildi ve aynı zamanda on dördüncü mıntakanın kuzey batı tarafından temdid edilen sur Haliç’e kadar indirilerek Marmara ile Haliç arası tamamlanmış oldu. Bir zelzele neticesinde harap olan Teodosiüs surları tamir edilerek aynı zamanda kara surları önüne araları onbeşle yirmi metre açıklıkta ikinci bir sur daha yapılmış ve onun önüne de altı, yedi metre derinliğinde bir hendek açılmıştı, öndeki surun yüksekliği sekiz buçuk, genişliği yani kalınlığı iki metre ve gerideki ikinci surun yüksekliği ise on iki, genişliği de takriben beş metre idi.
Muhasara Esnasında Surların Hali
Sultan Mehmed’in muhasarası esnasında en son yapılan İstanbul surları kara tarafından iyice tamir görüp müstahkem bir durumda bulunduğu halde Marmara tarafındaki surlar hariç olarak Haliç kısmındaki surlar yalın kat olup zayıftı; fakat Haliç’in Sirkeci’den Galata’ya kadar zincirle kapalı olması sebebiyle Osmanlı donanması buraya yani Haliç’e giremediği için bu surlar emniyet altında bulunuyordu; kara surları çift duvarlı (yani içice iki sur) ve çift müdafaa hatlı idiler; birinci sur alınsa bile şehri ikinci sur müdafaa edebilirdi. En Öndeki surun duvarları alçak olmakla beraber kuvvetli olup bunun önünde de iki yüz kadem yani yedi metreye yakın yontma taşlarla örülmüş bir hendek vardı, iç taraftaki ikinci sur ise pek metin ve evvelkinden yüksekti.
O derecede ki imparator ile meclis azaları bu çift surdan hangisini müdafaa hattı yapacaklarında tereddüd etmişlerdi; nihayet II. Murad’ın İstanbul’u muhasara ettiği zaman yaptıkları gibi surlardan ikisini de kullanmağa karar verdiler(6).
İstanbul’a Yardımcı Kuvvet Gelmesi
İmparator, surların tamir ve tahkimi ve müdafaa tertibatiyle meşguldü, şehrin kara tarafındaki kapılarını ördürmüş olup vaziyete intizar ediyordu. 26 Ocak 1453’de İstanbul muhasarasına iştirak etmek üzere iki kadırga ve yedi yüz cenkçi ile Cenevizli Jüstinyani geldi. Bu faal zat, kale tamiri ve müdafaa hazırlıklarında imparatora yardım etti; bu iyi bir kumandan olduğundan imparator bunu başkumandan tâyin ile evvelâ Vilaharna sarayına yakın olan surların muhafazasına memur etti; eğer İstanbul muhasaradan kurtulacak olursa kendisine Limnos adasını verecekti(7). Fakat sonradan muhasaranın sıklet merkezi hafif olan surlar tarafına yani, Topkapı ile Edirnekapı arasındaki kısma intikal edince Jüstinyani emrindeki dört yüz zırhlı nefer ve üçyüz denizci efratla bu tarafın müdafaasına geldi(8).
Bundan başka Papa muhasara esnasında üç büyük kadırga ile ikiyüz asker ve mühimmat ve erzak göndermiş ve otuz geminin daha hazırlanmakta olduğunu da bildirmişti(9). Bundan başka Sakız Cenevizlileri iki gemi ile yedi yüz ve Ceneviz’den de bir gemi ile üçyüz ve ispanya ile adalardan da kuvvetler gelmişti (10).
Ticaret maksadiyle Karadeniz ve Azak denizi taraflarına gidip geri dönerek İstanbul’a uğrayan ve Venedik’e gitmek isteyen Venedik gemileri gerek imparatorun ve gerek İstanbul’da oturan Venediklilerin ısrariyle İstanbul’da alıkonulmuşlardı (12).
İstanbul’un Kuşatılma Vaziyeti
Surların dövülmesi için büyük toplar Vlaharna (Tekfur sarayı) ile Edirnekapısı ve Topkapısı karşılarına yerleştirilmişlerdi Bunlardan en büyük top Kaligarya (Eğrikapı) karşısına konmuştu (13). Fakat bu taraf surlarının pek kuvvetli olmasından dolayı bir netice alınamıyacağı düşünülerek buradan kaldırılıp Topkapı’nın kuzey tarafına alınmıştı (14). Topçular on dört gruba ayrılmış olup bunların üç grubu Vlaharna sarayı kısmında, ikişer grupta Eğrikapı ve Edirnekapi’sı ve dört grurup Topkapı (Ayaromanos) ve üç gurup ise Silivrikapısı mıntakasına yerleştirilmişlerdi (15). Barbaro’nun kaydından anlaşıldığına göre büyük top dörttü (16). Kale önünde de top dökülmüş ve top tamir edilmiştir (17).
Pâdişâh karagâhı Topkapısı’nın karşısına tesadüf eden sahanın gerisinde yani Maltepe tarafında idi (18).
Kara surlarının sol cenahı Ayvansaray’dan (Sinegion) Edirnekapı’ya kadar olan kısmı Rumeli beylerbeğisi Dayı Karaca Paşa kumandasında idi Edirnekapı ile Topkapı arası padişahın bulunduğu merkez kolunu teşkil ediyordu. Topkapı’dan Yedikuleye kadar olan kısım ise Anadolu beylerbeğisi İshak Paşa ile Mahmud Paşa kumandanları altında bulunuyordu (19).
Osmanlılar’ın Muhasara Kuvvetleri
İstanbul’un muhasarasına iştirak etmiş olan Osmanlı ordusu mevcudu muhtelif rivayetlere göre yüz elli bin ile iki yüz bin arasında tahmin ediliyorsa da (20) bunun ne kadarının hakikî ordu mevcudu ve ne kadarının gönüllü ve gayrı muharib olduğu bilinmemekle beraber kara ordusu mevcudunun (Kapıkulu ocakları, Rumeli ve Anadolu topraklı yani timarlı sipahileri; azaplar ve gönüllü olarak yüz bin ile yüz yirmi bin arasında olması ihtimal dahilinde görülmektedir; bu kuvvetin bir kısmı Zağanos Paşa kumandasında olarak Cenevizlilere ait Galata surlarının dışındaki Beyoğlu tarafında bulunmakta idi (21).
Osmanlı Donanması Nakliye gemileriyle beraber büyük, küçük yüzelli parçadan ziyade olduğu söylenen (22) Osmanlı donanmasını bazı Rum tarihleri dört yüz yirmiye kadar çıkarırlar (23). Bu donanma Baltaoğlu Süleyman bey kumandasında olup Haliç tarafındaki surlar hariç olmak üzere deniz tarafından İstanbul surlarını kuşatmıştı. Kritovulosa göre, Baltaoğlu İstanbul fethinden bir buçuk ay evvel 13 Nisan’da Büyükada (Prinkipos) kalesini (24) ve Pâdişâh da boğazdaki Tarabya kalesini zabt ederek (25) onu müteakip aynı günde Studyo yani Burgaz adasındaki kaleyi de elde etmek suretiyle (26) o taraflarda bir istihbarat ve emniyet tertibatı alınmıştı. Bizans’ın Kara ve Deniz Kuvvetleri İstanbul’u müdafaa edenlerin mevcudu da belli değildir; bu hususta müteaddid kaynaklar tetkik edilerek bir fikir elde edilmiştir. Sıhhate en yakın olarak muhasara esnasında imparatorluğun hazerî ordusu mevcudu beş bin, muhasaradan az evvel imparatorun şehirde eli silâh tutan halktan topladığı kuvvet (nefir-i âm) ise 4973’dü. Bu kuvvetlerden başka Venedik, Ceneviz ile Girit, Sakız adalarından İspanya, Provanş’dan gelen yardımcı kuvvet mevcudu üç bin olup buna gerek ecnebi ve gerek Rum donanmasından surlarda hizmet gören iki bin gemi mürettebatı ve Şehzade Orhan’ın maiyyetinde bulunan altı yüz Türkün de ilâvesiyle (27) Bizans’ın müdafaa kuvveti de en aşağı on beş bin kadardı (28). Maamafih bu miktarın muhasaranın devamı esnasında zayiatı telâfi etmek suretiyle artmış olduğuna şüphe yoktur. Surlar üzerinde müdafaa bölgesi yirmi yedi kısma ayrılarak her biri bir kumandana verilmişti. Ayos Romanos yani Topkapı mıntakası İmparator, Jüstinyani ve Kantakuzen taraflarından müdafaa ediliyordu. Bizans’ın gerek kendisinin ve gerek yardımcı olarak gelmiş olan donanma mevcudu da muhtelif ebadda olarak sekiz Ceneviz, on beş Venedik, altı adet İtalya Cumhuriyetlerine aid gemi ile yedi Bizans kadirgası ve diğer muhtelif yerlere âid gemilerden mürekkep olarak mecmuu 39 gemi idi (29). Bu gemiler, iki nisanda imparatorun emriyle Yalıköşkü ile Galata’da Kurşunlu mahzen arasına gerilmiş olan zincirin gerisinde Haliç’te bulunuyorlardı (30). Bunlardan on adedi gerilmiş olan zinciri kırmak için yapılacak taarruzu önlemek için müdafaa hattının önünde yer almışlardı.
İstanbul’un Teslimi Teklifi ve Red Cevabı
Nisanın altısında başlayan muhasara tertibatı altı gün sürmüş ve ayın on birinde ikmal edilmiştir.
İSTANBUL’UN FETHİ
Sen Rumen (Topkapı) yakınına yerleştirilen büyük topun gürültüsü, şehir halkının kuvve-i mâneviyesini sarstı; bu top günde ancak yedi sekiz defa atılabiliyordu; toplar tunçtan olup uzun menzilli idiler ve büyük çapta taşdan gülle atıyorlardı (31). Bu dehşete karşı halkın maneviyatını yükseltmek için sarayda bulunan Meryem’in tasvirini sokaklarda dolaştırıyorlardı. Diğer toplar mütemadi bir bombardımana devam ediyorlardı. Muhasaranın onuncu günü büyük toplardan birisi parçalandı ve etrafındakileri öldürdü. Fakat tekrar tamir olunarak yine faaliyetine devam etti; toplar bazı yerlerden gedik açtılarsa da şehir halkı erkek, kadın canla başla çalışarak gedikleri kapatıyorlardı; imparator hergün surları dolaşarak müdafileri teşci ediyordu (32).
İlk Hücum
Nisanın on sekizine kadar yapılan topçu atışın dan, surların zayıf noktası olan pâdişâhın bulunduğu Bayrampaşa deresi tarafından birinci ve ikinci surlardan bir gedik açıldı ve buradan gece bir yürüyüş yapıldı ve dört saat sürdü; büyük harb kuleleri hücuma iştirak etti ise de bu müteharrik kule grejuva ateşiyle yakıldı; askerin surlara merdivenler dayayarak çıkmak istemeleri de bir netice vermediğinden bu birinci hücum muvaffak olamadı. Bu başarısızlığı, aynı zamanda zinciri kırarak Haliçe girmek için donanmanın yapmış olduğu taarruz muvaffakiyetsizliği takib eylemiş, zincir kırılamıyarak o tarafa yani Haliç’e geçilememiştir.
Deniz Muharebesi (33)
Bu muvaffakiyetsizlikleri iki gün sonra yani 20 Nisandaki deniz muharebesi başarısızlığı takib etti. Papa İstanbul’a yardım olarak üç Ceneviz gemisiyle bunların her birinde dört yüz cenkçi göndermiş ve daha sonra otuz geminin de gönderileceğini bildirmişti. Bunlara yolda Bizanslılara âid olup Mora’dan içerisi zahire, harb levazımı ve şarap yüklü bir gemi de iltihak ederek müsaid lodos rüzgâriyle İstanbul’a doğru geldikleri, Osmanlı donanması tarafından haber alınmıştı (34). Bunun üzerine padişah bu filonun karşılanarak imhasını Balta-oğlu Süleyman Bey’e emretti (35); o da on sekiz gemi ile bunlara karşı gitti. Rüzgâr, Papa donanmasına müsaid ise de karşı giden Osmanlı donanmasına müsaid değildi; bu suretle Yedikule’yi geçtiler. Bu durumu imparator kale surundan ve Sultan Mehmed de Zeytinburnu tarafından heyecanla takib ediyorlardı. Nihayet iki donanma Yeşilköy’ün batı açıklarında karşılaştılar. Rüzgâr kesildi, Evvelâ uzaktan ve sonra yakından muharebe başladı. Osmanlı donanması bunları sarmıştı; Haçlı gemileri kendi başlarına hareket ederek etrafını saran Türk gemileriyle mücadele ediyorlardı. Müttefiklerin gemileri yüksek bordalı göğe denilen gemilerden ve
Ordu Görüşmesi
Karadan yapılan hücumun muvaffak olamaması ve denizden de donanmanın mağlup olması üzerine askere bir sarsıntı gelmiş ve orduda dedikodu başlamıştı; bunun üzerine bir harb meclisi kurularak durum görüşüldü. Düşmana hem askerle ve hem zahire ve sair harb levazımı yardımı gelmesi, muhasarayı uzatacağı için tehlike baş göstermişti. İstanbul muhasarasının batı devletlerinin müdahalesini celbedeceğinden çekinen vezir-i âzam Halil Paşa bu hal karşısında imparatorun senede yetmiş bin duka altın vergi vermek şartiyle muhasaranın kaldırılmasını teklif etti; fakat Halil Paşa’nın hasmı olan Zağanos Paşa diğer bazı kumandanlar ve ulema bu teklifin aleyhinde bulunarak harbe devama karar verdiler; Halil Paşa’nın yardıma gelmelerinden korktuğu kara ve deniz yardımlarının gecikmesi ve Papa’nın yolladığı donanmanın vaktinde yetişemiyerek İstanbul’un fethini yolda haber alması bir şans eseri olarak vaziyeti kurtarmıştı.
Haliç’e Donanma İndirilmesi
Galata surlarının gerisindeki Beyoğlu, Kasımpaşa, Hasköy tarafları Zağanos Paşa’nın kumandasına verilmiş olup maiyyetinde on beş bin kadar kuvvet vardı. Haliç ile karşı sahil Ayvansaray’a kadar bunun nezareti altında bulunuyordu. Zağanos Paşa Hasköy”den karşı sahile bir köprü yapmağa memur edildi; bu köprü yapılırsa surlarla Beyoğlu arasında irtibat tesis edilebilecekti. Bunun için Haliç’e sokulacak olan bir kısım Osmanlı donanmasiyle Haliç’teki düşman donanmasının bertaraf edilmesi ve köprünün emniyet altında bulunması lâzımdı. Galata Cenevizlileri, mavi boncuk hikâyesi gibi hem Bizanslıları ve hem de Osmanlıları idare ediyorlardı; bir taraftan imparatora olanca kuvvetleriyle yardım ederlerken diğer taraftan da pâdişâha dostluk gösteriyorlar, istenilen harb levazımını bol bol veriyorlardı; toplar için lâzım olan zeytin yağını ve diğer her şeyi Osmanlılara verdikleri gibi geceleri de gizlice rumlar tarafına geçerek onlarla da çalışıyorlardı (37).
Sultan Mehmed, donanmasının mağlubiyetini, eski gemiler, variller, kalın zincirlerle bağlı olan Yalıköşkü ile Kurşunlu Mahzen arasındaki maniayı geçip Haliç’e giremediği için başka bir çareye başvurdu. Osmanlı donanmasının Haliç’e, sokulmak istenmesi buradaki surların metin olmamasından dolayı tahrip edilmesi kolay olduğu içindi; zaten zincirin gerilmesine de sebep bu idi (38).
Padişah Haliç’teki düşman donanmasını batırmak için top makinesi yaptırarak bununla yüksekten taş gülleler atmağa karar verdi; Beyoğlu sırtına koydurduğu bu makineler ile Haliçteki gemilerden bazılarını batırmıştı.
Bir kısım donanmanın Haliç’e indirilmesine kat’î zaruret hasıl olmuştu; ve ona göre hazırlığa başlanmıştı; bu suretle hem düşman donanması bertaraf edilecek ve hem de Hasköy’le Ayvan-saray arasına köprü yapılarak iki ordu arasında irtibat tesis edilmiş olacaktı. Verilen karar üzerine evvelâ gemilerin karadan çekileceği yer tetkik edildi. Açılacak kısım ormanlıktı ve Kasımpaşa mevkiine kadar iniyordu. Gemilerin çekileceği yol Tophane önündeki sahilden başlayarak Boğazkesen’den geçiyor ve buradan güney batıya dönüp sırtları aşarak Löbon Pastahanesi tarafına çıkıyor ve tepeyi aşarak Perapalas yanından Kasımpaşa’ya yani Haliç sahiline geliyordu (39). Bunun tesbitinden sonra yol tesviye olundu ve yuvarlak ağaçlardan kızaklar yapıldı; gemilerin kızaklar üzerinden kayması için Galata Cenevizlilerinden zeytin yağı, sade yağı ve domuz yağiyle bu kızaklar iyice yağlandı, bu işler yapılırken Galata Cenevizlilerine bu hazırlığı duyurmamak için tedbir alındı, bu taraflardan düşman donanmasına havan topları atılmak ve zincire karşı taarruz edilecekmiş gibi aldatıcı hareketler yapıldı.
Nihayet Çiftesütun altındaki cihetten yani Tophane’den itibaren donanmadan ayrılan iki, üç ve beş sıra kürekli altmış yedi veya yetmiş iki gemi (40) bir gece içinde (21 – 22 Nisan) yukarıda tesviye edildiğini gösterdiğimiz yoldan (Barbaro, gemilerin tekerlek üzerinde bulunduğunu beyan ediyor) Kasımpaşa’ya indirilmiştir; gemiler inerken bir taarruza uğramamak için bir kaç top, okçu ve arkebuzcular tarafından himaye olunmuşlardır (41).
Gemilerin bir gece içinde Haliçle indirilmesi düşmanı hayrette bıraktı ve şaşkınlık verdi (42), ilk iş olarak Hasköy ile Ayvansaray arasına (Avcılar kapısı tarafına) bir köprü kurmak oldu; bir çok sandallar, fıçılar sıkı sıkıya birbirine bağlandı ve sonra bunların üstüne tahtalar döşendi ve kancalar geçirmek suretiyle eni elli ve boyu yüz kulaç bir köprü vücuda geldi. Dukas’a göre bu köprüden beş kişi yan yana geçebilirdi. Köprünün üzerine yerleştiririlen toplar ve Haliç’te Türk donanmasının toplariyle bu taraftaki surlar dövülmeğe başladı; bu kısmın müdafaasında pek az müdafi vardı; bunun üzerine imparator diğer yerlerden alarak buradaki surlara da kuvvet göndermek mecburiyetinde kaldı.
Donanmanın Haliç’e inmesi ve köprü yapılması büyük endişeyi mucip olduğundan toplanan bir harb meclisinde köprünün yıkılmasına karar verdilerse de muvaffak olamadılar; yakalanan kırk Rum askeri derhal öldürüldü; buna mukabele olmak üzere imparatorun emriyle iki yüz altmış kadar Türk esiri burçlar üzerinde katledildiler.
- Galata’da Aios Teodoros tepesine konan toplarla Haliç’teki düşman donanması dövülmeğe başlandı. En büyük gemi batırıldı, düşman gemileri Galata tarafındaki kıyılara sokularak top ateşinden kurtulmuşlardı; fakat artık faaliyet ve hareketleri görülmüyordu; imparator Haliç suruna koydurduğu iki topla Türk gemilerini ateş altına alarak ikisini batırdı; buna mukabil Kasımpaşa tepesine konulan üç büyük topla Bizans topçusunun bulunduğu surlar mütemadiyen top ateşi altına alındı.
- 6 Mayıstaki İkinci Hücum
- Surlara karşı her gün top ateşi devam ediyordu, Eğrikapı tarafına konmuş olan büyük toplardan birisi oradaki surun metin olmasından dolayı kaldırılarak Topkapı cephesine getirildi. Top adedi burada ziyadeleşmek suretiyle neticenin buradan alınması tekarrür etmişti; surlar mütemadi doğuluyordu; Pâdişâh, kâfi derecede tahribat yaptığına kani olduğundan mayısın altısında güneşin batmasından dört saat sonra gece âni olarak yine Bayrampaşa deresi vadisindeki surlara mevzii ikinci bir taarruz daha yaptırdı; fakat bu yoklamadan bir netice çıkmadı ve bu kısmın müdafaası için üç Venedik gemisinden alınan dört yüz gemici Topkapı surlarına getirilerek burası takviye edildi.
12 Mayıs Taarruzu
Bu mevzii taarruz 12 mayısta Vlaherna sarayı ile Edirnekapı arasındaki surlara yapıldı. O tarafta açılan bir gediğe yapılan taarruzda ilk hamlede muvaffakiyet hâsıl olur gibi olduysa da ihtiyat kuvvetlerinin yetişmesi üzerine püskürtüldü; onu müteakip tekrar edilen taarruz yine başarı verecek iken Edirnekapı mıntakasından yetişen bin kişilik bir kuvvetin yardımiyle bir netice elde edilemedi.
Bundan sonra top muharebesi, ok, kurşun atışları, lağım hafriyatı ve büyük müteharrik harb kulelerinin surlara taarruzları ile günler geçti. Açılan lağımları Bizans lağımcıları buluyorlardı.
İmparatora Son Teslim Teklifi
Fatih umumî hücum yapılmasın sırası geldiğini tahmin ederek ondan evvel imparatora sulh teklifi yapmağa karar verdi ve 23 veya 24 Mayısta İsfendiyaroğlu Kasım Bey’i elçi olarak imparatora gönderdi ve umumî hücumun doğuracağı feci neticeye sebebiyet vermemesini bildirdi. Pâdişâhın teklifi şöyle idi:
- 1— Şehrin kendisine terki,
- 2— İmparatorun bütün maiyyeti, hazinesi ile sağ ve salim, arzu ettiği yere gitmesi veya Mora despotluğunu kabul eylemesi,
- 3— Ahalinin de gitmek veya kalmakta serbest olduğu bildiriliyor ve aksi halde şehir harben alınacak olursa halkın harb esiri olacakları tebliğ ediliyordu.
- Kasım Bey bu güç durum üzerine imparatoru sulhe imale etmek istedi; imparator da bazı mukabil tekliflerde bulunmak üzere Sultan Mehmed’e elçi gönderdi ve Rum elçileri pâdişâh ne kadar vergi isterse iktidarı dışında olsa dahi vereceğini ve daha başka tavizlerde de bulunacağını söyledilerse de Dukas’ın söylediğine göre Pâdişâh:
- — “Buradan gitmekliğim kabil değildir; ya ben şehri zabtederim, yahut şehir beni ölü veya diri olarak zabt eder, eğer şehirden sulhen çekilirsen sana Mora’yı ve kardeşlerine diğer eyaletleri vereceğim; bu suretle dost oluruz, şayet şehre harben girecek olursam eşraf ve ayanını ve seni öldürüp halkı esir edip mallarını yağmalattırırım” cevabını gönderdi (43).
Macaristan Kralının Elçisi
İstanbul muhasarasının sonlarına doğru (25, 26 Mayıs) bir Macar heyeti Osmanlı karargâhına geldi. Bu heyet ile Jan Hunyad’ın naiplikten çekilerek genç kıral Ladislas’ın kıral olduğu bildiriliyordu. Bu münasibetle Jan Hunyad Sultan Mehmed’le üç sene müddetle yapmış olduğu mütareke, idareyi kirala devretmesi münasibetiyle imzalamış olduğu ahidnâmeyi geri istiyor ve Osmanlı hükümdarının ahidnâmesini de iade ediyordu. Macar murahhası vezir-i âzam ve onun yanında bulunan iki vezirle görüştü; sefir efendisinden aldığı talimat üzerine İstanbul muhasarasının kaldırılmasını pâdişâhtan rica etti ve aksi halde Macarların, Rumlar lehine hareket edeceklerini beyan eyledi; Macar murahhası bundan başka batı devletlerine âid bir filonun da imparatorun yardımına gelmekte olduğunu da söyledi; Macar heyetinin gelmesi ve Macarların Rumlara yardım edeceği ve donanma geleceği şayiası yayılarak dedikodu başladı (44).
26 Ocak 1453’de Venedik Cumhuriyetinin İmparatorla aktetmiş olduğu muahede mucibince cumhuriyet, adalar denizindeki donanmasiyle yardımı imzalamış ve henüz donanması gelmemiş fakat İmparator, yardımın acele yapılması için Venedik’in Akdeniz kumandanı Loredano’ya haber göndermişti ki (45) Macar elçisinin Batı filosu dediği bu olacaktır.
Ordu Müzakeresi
Macar elçisiyle olan görüşme pâdişâha arzedildi; Macarların, Rumlara yardım edileceği tehdidi ve bir Batı filosunun yardıma geleceği sözleri Sultan Mehmed’i düşündürdü. 27 Mayıs akşamı bir meclis toplanarak vaziyeti görüştü. Vezir-i âzam Halil Paşa, evvelce gördüğü üç haçlı seferinin tehlikelerini yakinen bildiği ve garp hıristiyanlarının yeni bir haçlı seferi yapacaklarından korktuğu için imparatorun ağır bir vergiye bağlanarak muhasaranın kaldırılmasını teklif etti. Ve bilhassa batı hıristiyan hükümdarlarının ittifak ederek Türkleri Balkanlardan atmak üzere harekete geçebileceklerini ve daha büyük bir felâkete meydan vermemek için ricat etmek gerektiğini söyledi. Şüphesiz daima Yıldırım Bayezid’in akıbetini Izladi, Varna ve ikinci Kosova muharebelerini hatırlıyordu (46). Bu mütaleaya mukabil Zağanos Paşa, İstanbul’a yardım yapılamıyacağını ve yardım yapılsa bile ehemmiyetli olmadığını ve sair pâdişâhın heyecanını teskin edici mütalealar beyan ettiler. Zağanos Paşa’nın mütaleasına bazı ümera ile ulema ve Ak Şemseddin iştirak eylediklerinden son bir ümid olarak umumî hücuma karar verildi.
Filhakika Venedik veya Papa donanmasının Sakız’a, geldiği haber alınmıştı; son yapılacak hücumun neticesine kadar Macar elçisi iade edilmiyerek alıkonuldu; muhasaranın uzaması ve bir muvaffakiyet elde edilememesi sebebiyle asker arasında da dırıltı başlamıştı; pâdişâh hakikaten endişeli idi. Ak Şemseddin’in sebat ve hücum edilmesi hakkındaki mektubu ve mânevi tebşiratı havi yazısı da herhalde Sultan Mehmed üzerinde müessir olmuştur (47).
Umumi Hücum Hazırlığı
Sultan Mehmed, deniz ve kara kuvvetleri kumandanlarını toplayarak teşci yollu hitabede bulundu; onlara gösterdikleri gayret ve fedakârlıklardan dolayı teşekkür etti ve yapılacak son hücumda da büyük fedakârlıklar beklediğini ve İstanbul’u fethetmeden geri dönmiyeceklerini anladığını ve kazanılacak zaferin temin edeceği menfaatleri ve şehrin bütün servetini kendilerine bıraktığını ve asırlarca düşmanlığını gördüğü İstanbul’un zabtının zarurî olduğunu, surların artık girilebilecek bir hale geldiğini, surları müdafaa edenlerin az ve yorgun olduklarını ve Türk askeri gibi nöbetle dinlenmediklerini ve bunun da muvaffakiyet için bir âmil olduğunu, bunun için yakında hücum yapılacağını gaye elde edilmedikçe sulh veya mütareke olamıyacağını beyan ederek kendilerini teşci etti (48).
27 Mayısta yapılan ve üç gün süren bombardımanla surların bir kısmı yıkıldı (49). Rumların bu yıkılan yerleri kapatmamaları için gece bile bombardımana devam edildi; ertesi günü bu yıkılan yerlerden bazı Türk askerleri içeriye girdilerse de Jüstinyani yetişerek Türkleri çıkardı, bu sırada Murad Paşa, Jüstinyani’yi öldürmek üzere saldırdıysa da kendisi maktul düştü; imparatora kaçması teklif edildi ise de bunu kabul etmedi ve hemen surlar tarafına koştu bu sırada Türkler içeriye girdilerse de imparator tarafından geri atıldılar.
29 Mayısta umumî hücum yapılacağı Galata Cenevizlilerinden ve Osmanlı ordusunda bulunan Rumların okların ucuna takıp attıkları kâğıtlardan haber alınmış olduğundan imparator ile Jüstinyani mümkün olduğu kadar hazırlanmışlardı; 28 Mayıs gecesi Ayasofya kilisesinde büyük bir âyin yapıldı, imparator da bu âyinde bulundu; sonra Vlaherna (Tekfursarayı) sarayına geldi, vedalaştı; surları teftiş etti; ayın 28 inci sabahı saat ikiden itibaren hücum esnasında yapılacak işler ve malzeme hazırlandı; sabahtan başlayan top ateşi açılan gediklere teksif edildi ve Topkapı’da Liküs vadisine inen sırt tarafındaki gedik büyütüldü.
Çiftesütun’larda yani Tophane ile Fındıklı limanında yatan donanma Bahçekapısı’ndan Langa ve Samatya’ya kadar olan surları abluka ederek müsaid yerlerde karaya asker çıkarıp merdivenlerle surlara çıkacaklardı; bunların surlara tırmanma hareketi gemideki ok ve manciniklerle himaye olunacaktı. Haliç’teki donanma da Tahtakapı’dan Unkapanı kapısına kadar olan mahalle karşı cephe aldılar.
Kara muhasarası tertibatı evvelce gördüğümüz gibi ilk muhasara günündeki tertibatın aynı idi; yani sağ kolda îshak ve Mahmud ve sol kolda Karaca Paşa’lar ve Topkapı cephesinde de bizzat Sultan Mehmed bulunuyordu.
(50).
Bu hücum esnasında yeniçeriler hendek önüne kadar gittiler. Pâdişâh bunları orada durdurdu ve okçular ve arkebozcuların yağdırdıkları ok ve arkebozların himayesi altında olarak hücuma sevk etti; yeniçeriler hendeği aşarak sura dayandılar. Yeniçeriler arasında iri yarı Ulubadlı Hasan isminde bir yeniçeri kalkanını sol eli ile başının üzerinde tutarak sağ elinde palası olduğu halde ilk olarak surun üstüne çıktı; bunu gören otuz kadar yeniçeri onu takip ettiler ise de müdafilerin ok ve taşlar ile sekizi öldürüldüler.
Topkapı ile Edirnekapı arasından girilerek surlar işgal olunacağı sırada Karaca Paşa kolunda bulunan ve dışarısı ile muhabere etmek üzere evvelden kapatılmış olup Kostantin’in emriyle açılmış olan Kerkaporta (Canbazhane kapısı)’nın açık bulunduğunu anlayan Türk askerlerinin elli kadarı buradan içeri girmişler ve arkalarından iltihak edenlerle kuvvetlenerek o tarafta Karaca Paşa kuvvetlerine karşı müdafaada bulunan Rumlara baskın yaparak bunları kaçırmışlar ve bu suretle bu taraftan da suru işgal etmişler ve Osmanlı sancağını dikmişlerdir.
- İşte elli dört gün süren ve 18 Nisan, 6, 12 ve 29 Mayısta yapılan dört büyük hücumdan sonra —ki sonuncusu bunları en umumisi idi— Şarkî Roma împaratorluğu’nun 1125 senelik başşehri olan (54) İstanbul ( Kostantiniyye) 20 Cemaziyelevvel 857 / 29 Mayıs 1453 salı günü zabtedildi (55). Deniz tarafında donanmaya karşı müdafaada bulunan müdafiler, sura çıkmak isteyenlerle mücadele edip mukavemet ediyorlardı. Fakat bunlar şehrin karadan işgal edildiğini Türk askerlerinin saat üçte o tarafa gelmeleri üzerine anlamışlardı. Rumların sur haricindeki Türk kuvvetleriyle harb ettiklerini gören Türkler surlarda bulunan Rumların üzerlerine hücum ederek bunları öldürmeğe başlamışlar ve bu suretle dışarda gemilerde bulunan askerler de deniz tarafındaki kapıdan içeriye girip ganimet elde etmeğe muvaffak olmuşlardır. Şu halde deniz tarafındaki surlar İstanbul’un kara tarafından işgalinden bir buçuk, iki saat sonra işgal olundu (Dukas s. 293). Marmara tarafındaki surların bir kısmına kumanda eden Çelebi Mehmed’in oğlu Şehzade Orhan, şehrin işgal edildiğini haber alınca elbisesini değiştirerek askerler arasına karışmış ise de aranıldığını haber alması üzerine kendisini surdan atarak intihar etmiş ve başı kesilerek pâdişâha getirilmiştir. Donanma efradının da şehre girdiğini gören Haliç’teki ecnebi gemileri fırsatı kaçırmıyarak kaçabilenler mültecileri alarak limandan uzaklaştılar. Françes, Türklerin saat iki buçukta şehre hâkim olduklarını yazar ki öğleden sonradır (56).
İmparator XI. Kostantin pek çok müşkilâta ve yapılan ihanetlere rağmen büyük bir azimle şehri müdafaa etmiş, kendisine deniz yoluyla kaçması teklif edildiği halde bunu red ederek askerinin başında ve memleketinin müdafaası uğrunda can vermiştir. Kostantin ölümünde kırk dokuzla elli yaş arasında idi (57). İstanbul fethini müteakip alınan esirlerin mikdarı elli bin kadardı.
Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’a Girmesi (58)
Yirmi iki yaşında İstanbul’u fethederek tarihte FATİH unvanını almış olan II. Mehmed, surların işgal edilip askerin şehre girmesinden sonra halk, kadın, çocuk, büyük kiliseye doğru kaçışıyor ve kaçamıyanlar esir ediliyorlardı (59). Askerler, Ayasofya’ya kadar gittiler, kiliseye dolmuş olan halk arasından istedikleri kadar esir aldılar. Fatih sıkı bir muhafaza altında olarak maiyyetinde vezir, ulema ve sair ileri gelen devlet adamlariyle birlikte muhteşem bir alay ile Topkapısından şehre girdi. Fatih’in İstanbul’a girişi hakkında müellif, eski tarihçiler tarafından görülmiyerek son senelerde yayınlanmış olan bir vekayinâmeden aldığım hulâsayı aşağıya yazıyorum (60).
“Şehirde yer yer mücadele oluyordu; kumandanlar Padişaha: Sen bizzat şehre girmezsen biz ahaliyi itaat ettirmeğe mecbur kalamayız deyince, Sultan Mehmed: imparatorun aranmasını emrettiği gibi, halka taarruz edilmemesini ve halkın itaat eylemesini emreyledi; bu suretle şehirde sükûnet hasıl oldu. Şehirdeki bütün ölüler yakıldı, şehir temizlendi; padişah Romanos (Topkapı) kapısından şehre girerek, Ayasofya kilisesine gitti, oraya gelince atından indi, (Şükrane olarak) yere kapandı ve toprak alıp başının üstüne götürdü; bu esnada patrik, papaslar, pek çok halk, kadın, çocuk toplanmışlardı; padişah şehrin fevkalâde olduğunu görerek:
- — “Hakikaten bunlar erkek adamlarmış. Onların muharebe esnasında böylece çarpışmaları ve ölmekten saadet duymaları boşuna değilmiş” dedi; sonra Ayasofya’ya girdi, mukaddes mahalde durdu, patrik ve halk yerlere atılarak ağlaştılar; Sultan Mehmed onlara elleriyle susmalarını işaret etti; sükûnet teessüs edince patriğe:
— “Ayağa kalk. Ben Sultan Mehmed sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bu günden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi. Sonra, ordusunun kumandanlarına dönerek: askerin halka hiç bir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacağını bildirdi (61).
Kilisenin her tarafını ve hazinelerini görmeği arzu ederek herkesin dışarı çıkmasını emretti; fakat halk ağır ağır çıktığından ve kendisi de bunu bekliyemiyeceğinden dışarı çıktı ve imparatorun sarayına gitti. Orada karşısına Kostantin’in başını getiren bir Sırp çıktı; padişah Rum beylerine bu başın Kostantin’in başı olup olmadığını sordu. Onundur dediler, bunun üzerine:
— “Allah seni ne kadar yüksek yaratmıştı ve seni imparator yapmıştı; niçin böyle boş yere helak olmak istedin?” dedikten sonra kesik başı patriğe gönderdi (62).
Kostantin’in zevcesi împaratoriçe kocasiyle son defa vedalaşıp ayrıldıktan sonra İstanbul’un işgali üzerine Rum beyleri tarafından kızları ve asıl ailelere mensup kadınlarla birlikte Jüstinyani’nin gemisiyle Mora’ya götürüldü. Sultan Mehmed bunları kaçıranların kimler olduğunu tahkik edip öğrendi ve bunları idam eyledi; akşam üzeri sur dışındaki karargâhına döndü (63).
Tarihin ikinci cildinde görüleceği üzere Fatih Sultan Mehmed, patrik intihabı ve İstanbul’un tanzimi için görülecek işleri tertip ve icabeden memurları tâyin ettikten ve on sekiz hazirana kadar İstanbul’da kaldıktan sonra Edirne’ye döndü ve büyük bir zafer alayiyle şehre girdi (64).
İstanbul’un zabtından üç veya beş sene sonra (1456 veya 1458) Lâtinlerin elinde bulunan Atina alındı ve Peloponez de dahil olduğu halde bütün Yunanistan elde edildi.
Dipnotlar:* Kaynak: Osmanlı Tarihi, I. Cilt, Anadolu Selçukluları ve Anadolu Beylikleri hakında bir mukaddime ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar, Ord. Prof. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, 467-493 ss.