FREUD VE VYGOTSKY: SOVYETLER BİRLİĞİ’NDE PSİKANALİSTLER VE PSİKANALİZ ELEŞTİRMENLERİ*

Ga1T...NqX1
30 Jan 2024
23

Vygotsky’nin olgusal psikanaliz araştırması zamanında Sovyetler Birliği’ne egemen olan ve psikanalizi temelde mücadele edilmesi gereken bir burjuva düşüncesinin ifadesi olarak gören parti çizgisine uymuyordu. Bu eleştiri sonuçta psikanalizin Sovyetler Birliği’nde yasaklanmasına yol açtı, çünkü psikanalizin emperyalizm yararına tanıtlar geliştirdiği, etkisi altına aldığı insanların cesaretlerini kırdığı ve onları proleter sınıf savaşımını kabul etmek ve sürdürmekten alıkoyduğu ileri sürülüyordu. Buna uygun olarak psikanalize, yanlış bir insan psişesi öğretisi olarak saldırıldı. Ayrıca psikanalize karşı getirilen tanıtlar insanın cinsellikten çok daha fazlasından oluştuğunu ve sürekli bilinçdışı olarak belirlenmiş davranışlara göre yaşamadığını söylüyordu. 

“… psikanalizin son yıllardaki büyük bilimsel gelişimi Rusya’da psikanalize yönelik ilgiyi daha da arttırdı… ümit edelim ki önümüzdeki dönemde Rus psikanaliz hareketi yeni dalları da içine alsın ve araştırmayı sınır alanlara da genişletebilsin; fakat bu sadece gelecekte çözülebilecek bir sorun.” [Alexander R. Luria (1925a, S. 37 ve S. 398)]1 

“Freud… bilimsel psikolojinin… başından itibaren aynı zamanda sosyal psikoloji olduğunu… söylerken tümüyle haklıdır. Sadece bir tek insan ve onun kişisel yaşantılarının olduğu yerde, toplumsal olan da vardır.” [Lev. S. Vygotsky (1925, S. 18 ve S.295; aynı zamanda bak. S. 16)]

Psikanalizle Sovyet psikolojisinin karşılıklı olarak birbirleriyle hiçbir ilişkileri olmadığı muhtemel bir kural olarak kabul edilir. Bu kabul – kimi sınırlar içinde – Pavlov’un yüksek sinir aktiviteleri öğretisi anlayışı ve Freud’un psikanalizi arasındaki ilişki açısından geçerli olabilir. Oysa Lev S. Vygotsky(1896-1934) ve Alexander R. Luria’nın (1902-1977) 20’li yıllardan itibaren temel olarak kurdukları kültür-tarihsel okul için bu kabul bir yanılgıya işaret eder. Vygotsky ve Luria biçimsel olarak 30’lu yıllara dek varlığını koruyan “Rus Psikanaliz Birliği”nin üyesidirler. Kültür-tarihsel okulun kuruluşuna yol açan temel çalışmalarına başladıklarında – bu, Sovyet psikolojisini kesin olarak şekillendiren ve geçmişte bir süre kendisine karşı mücadele edilmiş ve baskıya uğramışsa da, günümüzde geliştirilmiş biçimiyle Sovyetler Birliği’nde yeniden dikkate alınan bir okuldur – Vygotsky ve Luria hala daha kesin olarak psikanalitik düşüncesinin etkisi altında bulunuyorlardı.


Alexander R. Luria (1902-1977)

Luria şüphesiz 20. yüzyılın en önemli psikologları arasındadır.2 Bilimsel çevrelerde her şeyden önce organik beyin süreçleri araştırmacısı ve organik beyin bozuklukları terapisti olarak tanınır.Nöropsikoloji alanında büyük bir uzman olma ünvanını 1977’de 75 yaşındaki ölümünün çok daha öncesinde kazanmıştır. Örneğin Josef Brožek ve Jiří Hoskovec 4-11 Ağustos 1966 tarihleri arasında Moskova’da düzenlenen 18. Uluslararası Psikoloji Kongresi çerçevesinde, Luria’nın daha 1938’den itibaren “fokal beyin hasarlarında psişik süreçlerdeki (yüksek kortikal fonksiyonlardaki) bozukluklar”lailgilendiğini yazarlar (1966, s. 26). 30’lu yıllarda başlayan ve 50’li yıllara kadar süren “Sovyet psikolojisinin, zayıf yıllarında,” (s. 26) Luria bu konuyla ilgili en az yedi makale yazdı. Luria’nınaraştırmacı olarak faaliyetiyle nöropsikolojinin kuruluşuna belirleyici bir katkı yaptığı söylenebilir. Bugün onun çalışmaları sayesinde – ve tabii ki sayısız başka araştırmacıların çalışmaları sayesinde de – araştırma nesnesi “insanın psişik faaliyetinin nöral (serebral) temelleri” (s. 25)3 olan bir alana sahibiz.

Luria’nın çalışmasını derinlemesine tanıyan herkes, onun kendini, ötesiyle ilgilenmeden, sadece nörolojide olup bitene vermediğini bilir. 30’lu yılların başında kesinlikle, başka konuları az çok dışarıda bırakarak, sadece nöropsikolojiyle uğraşmıyordu. O zamanlar esas olarak, kültür-tarihsel okulun iddialarından araştırma faaliyeti için kesin mantıksal sonuçları çıkarmaya çalışıyordu. Eğer insan, kültürü yaratan ve aynı zamanda onu benimseyen, işleyen, taşıyan, değiştiren, ileten vs. tarihsel bir varlıksa, diyordu, onu somut tarihsel durumlar içinde, ampirik-bilimsel olarak ve kendi bireysel vekollektif görünümleri içinde araştırmak gerekir. Ve Luria da bunu yaptı. 1931 Temmuz’unda ve 1932 yazında kültürün, hızlı değişim dönemlerinde, o zamana kadar kapitalist gelişme – ve bence ayrıca endüstri devrimi – tarafından dokunulmamış insanlara etkisini yerinde araştırmak üzere bir araştırmacı ekibiyle birlikte iki kez Özbekistan ve Kırgızistan’a gitti (krş. Luria 1974).

Luria tarihsel süreç içinde bulunan ve kendi tarihini de yapan bir varlık olarak insanın yaşamında kültürün önemi düşüncesine Vygotsky’den esinlenerek ulaşmıştı. Vygotsky, psikoloji çevrelerinde bilindiği gibi, her şeyden önce kendisinden esinlenen kültür-tarihsel okulun önde gelen düşünürüydü ve Luria’yı kendi psikoloji anlayışına kazanan da Gomel’li bu adam oldu.

Luria, Vygotsky’i 1924 Ocak’ında tanıdı. Bu zamana kadar Luria psikolojiyle uğraşmıştı, ama kendi aktardığı biçimiyle, yaklaşık 1920’ye kadar insanı tarihsel yasalara tabi olan toplumsal ilişkiler içinde pek az ele almış olan bir psikolojiyle: Psikanalizle.

Öyle görünüyor ki Luria’nın psikanalize olan ilgisi 1902’de doğmuş olduğu Volga kıyısındaki memleketi Kazan’da, 1920 civarında gelişmiştir. Kısa sürede Sigmund Freud’un eseri üzerinde derinleşmek isteyen tek kişi olmadığına karar verdi. 1921 yılında ya da 1922 yazında “Kazan Psikanaliz Birliği” adını taşıyan bir dernek kuruldu. Bu dernekte Luria zabıt katibi görevini yüklendi ve faaliyetlerinden biri de “Uluslararası Psikanaliz Dergisi” redaksiyonunu derneğin çalışmaları hakkında bilgilendirmekti.

Luria’nın başlangıçta 13 kadın ve erkek doktor, psikolog ve eğitimciden oluşan ve amacı yaklaşık olarak teori ve terapi arasında bölünme olmaması, psikanalizin insan bilimlerine ve sosyal bilimlere uygulama alanlarının araştırılması olarak saptanmış olan Kazan Psikanaliz Birliği’nin kuruluşu için canla başla çalıştığı görünmektedir. 1933 Mart’ına kadar derneğin dokuz toplantısı yapılmış ve Luriabu süre içinde en az beş konferans vermişti. Bu konferansların dördünün başlığı şöyleydi: “Psikanalizin Günümüzdeki Durumu”, “Kostümün Psikanalizi Üzerine”, “Rus Psikolojisinin Bugünkü Yönelimleri Üzerine” ve “Psikanalizin Kimi İlkeleri Üzerine”.

Ama Luria sadece konuşmacı olarak görünmemektedir. Diğer dernek üyelerinin konferanslarında da tartışmalara aktif olarak katılıyordu. Muhtemelen Luria’nın Kazan Psikanaliz Birliği için heyecanlı faaliyeti sonucu dernek hızla büyüdü; Şubat 1923’te yedi yeni üye ve beş yeni misafir dinleyici sayılıyordu.

1923 yazına kadar Luria dernekte iki konferans daha verdi. Bunlardan biri büyük olasılıkla aynı yıl yayınlanan ve Kazan Psikanaliz Birliği’nin ilk yayını olarak kabul edilen yaklaşık 50 sayfalık bir kitabın ana içeriğini oluşturuyordu. Bildiğim kadarıyla bu kitap ne Almanca’ya ne de İngilizce’ye çevrildi. Kitabın başlığı şöyle aktarılabilir: “Modern Psikolojinin Temel Eğilimleri Işığında Psikanaliz”.

Muhtemelen 1923 sonuna doğru Luria Moskova Psikoloji Enstitüsü’nde (I. Moskova Üniversitesi) bir asistanlık alarak Moskova’ya taşındı. Bu bilinen bir olgu. Görece bilinmeyense, Luria’nın 1923 Sonbaharında Moskova’da görevli olarak Rus Psikanaliz Birliği’ne katıldığı ve bu derneğin 17 Aralık 1924’teki 22. toplantısında sekreter olarak yönetime seçildiği. Luria başkentte de dernekteki meslektaşlarına sunduğu konferanslar kaleme aldı, örneğin 29 Mayıs 1924’te “Monistik Bir Psikoloji Sistemi Olarak Psikanaliz” hakkında konuştu. Bu konferansta şöyle diyordu:

“Psikanaliz… bireysel psişik fonksiyonların karşılıklı ilintililiğini gösterdi ve ruhu yeniden organların bütün sistemiyle ve onların biyolojik olarak belirlenmiş faaliyetleriyle bütünleştirdi… Psikanaliz bütün kişiliği, bütün bireyi, onun davranışlarını, onun içsel işlev biçimini ve onun motive edici güçlerini incelemek istediği (için)… artık, organizmayı bir toplumsal etkiler sistemiyle bütünleştirmek zorundadır” (1925b, s. 14 ve s. 35 vd.).

Luria, üç yıldan daha az bir süre sonra – 23 Şubat 1927’de – çocuklarda ilkel düşünce üzerine deneysel incelemeler sundu; ve 17 Mart 1927’de Bychovsky’nin Freud’un metapsikolojisi üzerine tezleri hakkında konuştu.

Takip eden ay, yani 1927 Nisan’ında “derneğin sekreterlik görevinden affını” diledi (Wera Schmidt1927, s. 371). Yönetim tabii ki Luria’nın dileğine uydu, ama görevden ayrılmasıyla ilgili üzüntülerini bildirdi ve gösterdiği hizmet için de kendisine teşekkür etti. Luria’nın sekreter özelliğiyle gerçekten de Rus Psikanaliz Birliği için çok şey yapmış olduğu Almanca ve İngilizce’den bildiğim yazıları sayesinde bile açıktır. 1927/1928’den itibaren artık yoğun olarak dernek için çalışmadıysa da, bu, onun psikanalist olmaya son verdiği anlamına gelmez! En azından 1930 ilkbaharına kadar Rus Psikanaliz Derneği’nin vasıfsız bir üyesi olarak kalmıştır. Kurum düzeyinde daha sonra ne olup bittiği bilgim dahilinde değil. Benim görüşüme göre Luria, sekreter olarak görevinden, kültür-tarihsel okula olan ve onu Vygotsky’le bir araya getiren ilgisini aktif araştırma faaliyetine dönüştürmek için daha fazla zamana ihtiyaç duyduğu için ayrılmıştır.

Lev S. Vygotsky (1896-1934)

Bu zamana kadar Vygotsky aralarında Tarihsel Anlamı İçinde Psikolojinin Krizi’nin (1927) de bulunduğu bir çok temel çalışma kaleme almıştı. Luria ve Vygotsky birbirlerini iki farklı çalışma aracılığıyla tanıyorlardı: Birincisi ikisi de Moskova Psikoloji Enstitüsü’nde çalışıyorlardı; ikincisiVygotsky de 1926’dan 1930’a kadar Rus Psikanaliz Birliği’nin vasıfsız bir üyesiydi. Daha 4 Aralık 1924’te Vygotsky bu dernekte psikanalitik yöntemin edebiyata uygulanması üzerine bir konferans vermişti. Vygotsky dernekte ikinci defa 10 Mart 1927’de konuştu. Gecenin konusu: Freud’un Çalışmalarında Sanat Psikolojisi. İki yıl önce Vygotsky bu açıklamaların püf noktasını şöyle formüle ediyordu:

“Psikanalitik yöntemin pratik uygulaması hala… gerçekleştirilmeyi bekliyor. Sadece, uygulamanın, psikanalizde kendinde bulunan sonsuz teorik değeri gerçeklik içinde, pratik içinde gerçekleştirmek zorunda olduğunu söyleyebiliriz. Bu değer genel itibariyle bir sonuca varır: Bilinçdışının açıklanmasına, araştırma alanının genişletilmesine, bilinçdışının sanatta nasıl toplumsal hale geldiğinin saptanmasına.

Sanat psikolojisinin temelinde bulunması gereken görüşler sisteminin ana hatlarını belirlemeye çalışırken psikanalizin olumlu yanlarıyla daha da meşgul olmamız gerekecek. Buna karşın pratik uygulama, ancak teorinin bazı temel ve kalıtsal hastalıklarını bertaraf ederse, bilinçdışıyla birlikte bilinci de salt edilgin değil, kendi başına, etkin bir faktör olarak ele alırsa, sanatsal formda sadece dış görünüşü değil, sanatın en temel başarısını gördüğü için sanatsal formun etkisinin nasıl açıklanacağını anlarsa, nihayet panseksualizmi ve infantiliteyi reddettikten sonra, insanın sadece birincil ve şematik çatışmalarını değil de bütün insan yaşamını araştırması içine dahil edebilirse gerçek bir yarar sağlayabilir.

Ve en son olarak: Eğer sanatın hem semboliğini hem de tarihsel gelişimini sosyal psikolojik olarak doğru bir şekilde anlamlandıracak durumdaysa ve sanatın asla özel yaşamın küçük çemberinden hareketle sonuna kadar açıklanamayacağını, tersine toplumsal yaşamın geniş çemberinden hareketle açıklanmaya ihtiyaç duyduğunu anlarsa.

Bilinçdışı olarak sanat problem, bilinçdışının toplumsal çözümü olarak sanat olası yanıttır” (Vygotsky, 1925, s. 94 vd.).

Alıntıdan da görüldüğü üzere Vygotsky Rus Psikanaliz Birliği’nin üyesi olarak, psikanalizin teorik ifadelerinin aynı zamanda eleştirel bir yorumcusuydu da. Daha sonraki bir çalışmasında VygotskyFreudçu psikanalizde kesinlikle tamamlanmış, çelişkilerden bağışık bir sistemin değil, daha çok devamla incelenmeyi gerektiren bir düşünce eserinin söz konusu olduğunu gösterir:

“Psikanalizin önsel, bilinçli sistematik bir teorisi yoktur. Pavlov gibi Freud da soyut bir sistem kurabilmek için çok şey keşfetmiştir. Ama Molière’in farkında olmadan hayatı boyunca düzyazı konuşan kahramanı gibi, araştırmacı Freud da bir sistem yaratmıştır: Yeni bir sözcük kullanarak, bir terimi diğerine ekleyerek, yeni bir olguyu tanımlayarak, yeni bir sonuca bağlayarak, hep birbiriyle yan yana, adım adım bir sistem yaratmıştır. Ve bu sadece sistemin son derece kendine özgü, çelişkili, karmaşık olduğu ve değerlendirilmesinin zor olduğu anlamına gelir” (Vygotsky, 1927, s.119).

Alıntının gösterdiği gibi Vygotsky’e göre Freud hiç de psişenin mükemmel monistik bir sistemini önerme peşinde değildi. Vygotsky psikanalizde daha çok Freud’un çok çeşitli düşüncelerinin, gelişim aşamalarının ve buluşlarının içerildiği bir öğreti gördü. Luria, Siegfried Kätzel’in psikanalize Sovyet yaklaşımıyla ilgili derinlemesine analizinde yazdığı gibi, önceleri tersine, psikanalizle ilgili olarakmonistik bir bakış açısını temsil ediyordu ve bu bakış açısını “psişenin organik tetikleyicilere bağımlılığını içeren ve böylece psişeyi organizma sistemine dahil eden Freudçu dürtü anlayışıylatemellendiriyordu” (1987, s. 46). Ayrıca Luria, diye yazar Kätzel, “psikolojinin insan davranışlarının uyarıcılarının araştırılmasına da kendini adamasının zorunlu olduğuna dikkat çekiyordu” (s. 47). Kazanlı psikanalist, Freud’un dürtü teorisini savunurken, hiçbir zaman mekanik-biyolojik bir bakış açısının temsilcisi olmadı. Luria, Freud’un bir grup ve kitle psikolojisi gelişimi hakkındaki görüşlerini değerlendirmeyi çok iyi biliyordu (krş. daha ayrıntılı olarak Kätzel, 1987, s. 47vd.). Sosyolojisiz bir psikanaliz ona, biyolojisiz bir psikanaliz gibi düşünülemez geliyordu. Psikanaliz psişenin oluşumu üzerine “bir toplumsal etkiler sistemini” göz önünde tutmak zorundaydı (Luria, 1925b, s. 35). SadeceLuria toplumsal türdeki bu “etkileri”, Kätzel’e göre “davranışçı bir şekilde dışsal uyaran” olarak tasarlıyordu (Kätzel 1987, s. 48; krş. Vygotsky, 1925, s. 15vd.) ve ben de Kätzel’la aynı fikirdeyim.Luria’nın Vygotsky’den, bu toplum ve beraberinde insan bilinci yaklaşımının savunulamazlığını duyduğuna kaniyim. Kätzel’in, muhtemelen Vygotsky’nin o zamanki yaklaşımını onaylayarak, yazdığı gibi kişilik ve toplum arasında bölünmez bir birlik vardır ve gerçek insani itkiler (motiv) ancak bu kabul temelinde çalışılırsa kısmen anlaşılabilir (krş. Kätzel 1987, s. 48).

Kätzel’in eleştirisinin tam aksine, Vygotsky’nin eleştirisi psikanalistler çevresinin kendisinden gelir.Vygotsky Tarihsel Anlamı İçinde Psikolojinin Krizi (1927) yazısını Rus Psikanaliz Birliği’nin düzenli bir üyesi olarak yazdı. Vygotsky psikanalizi Luria’ya göre daha az deneysel psikolojik anlamda ele aldı, daha çok, metodolojik-eleştirel olarak psikanalitik teoriyi gestalt psikolojisiyle, refleksolojiyle, reaktolojiyle, personalizmle ve behaviorizmle ilişki içinde incelemeye çalıştı. Vygotsky’e göre her psikologun bir öncelik ortaya koyduğu görülüyordu: psikanalist bilinçdışını, behaviorist bilinci,refleksolog şartlı refleksi vb. Bu ne demektir? Bunun arkasında ne vardır? Bundan ne çıkar?Vygotsky’nin soruları kulağa kısmen Ludwig Biswanger’in (1922) kitabı Genel Psikolojinin Sorunlarına Giriş’te sorduğu ve temel olarak açıklamaya çalıştığı soruları gibi gelir, ayrıca Biswanger de Vygotskygibi bir psikanaliz birliğinin üyesidir, tek farkla ki, Rus Psikanaliz Birliği’ne değil de İsviçre Psikanaliz Topluluğu’na dahildir.

Ayrıca Vygotsky’nin Rus dilinde yazdığı incelemesi – Biswanger’in Almanca yayınlanan çalışmasının tersine – o zamanlar Vygotsky’nin tezleriyle üretken bir şekilde uğraşabilecek önemli bir okuyucu çevresine (en azından Sovyetler Birliği’nin dışında) ulaşamadı. Böylece Vygotsky, (Freud’un o ana kadar önerdiği şekliyle) psikanalitik teoriye yönelik epistemolojik ve metodolojik açıklamalarına psikanalist meslektaşlarının nasıl tepki verdiklerini öğrenemedi, ya da sınırlı bir oranda öğrenebildi. Belki Vygotsky’nin ölümünden sonra kalan yazıları arasında Sovyetler Birliği’nde o zamanki psikanalistlerin olası tepkileri açısından açıklayıcı olabilecek başka belgeler (yazılar, mektuplar ya da toplantı tutanakları) vardır. Örneğin, Vygotsky ve Mosche Wulff arasında bir yazışma olup olmadığını bilmek ilginç olabilirdi. 1925’ten 1928’e kadar Rus Psikanaliz Birliği’nin başkanı olan Wulff 1930’dan sonra Batı tarafından benimsenen az sayıda Sovyet psikanalistinden biriydi. 1927’de önce Berlin’e taşındı, sonra 1933’te ölümüne (1970) kadar uluslararası değişime katıldığı Filistin’e kaçtı.Vygotsky’nin mirasıyla ilgili olarak akla gelen uygun sorular Luria’nın mirasıyla ilgili olarak da formüle edilebilir. Örneğin kapsamını bilmiyorsam da, Luria’yla Freud arasında bir yazışma olduğunu biliyoruz. Freud’un Luria’ya en az iki mektubundan bahsediliyor (bak. Luria 1979, s. 24). Bu bağlamda Freud’unLuria’nın tezlerinin içeriğiyle meşgul olup olmadığını bilmek de ilginç olurdu.

Sovyetler Birliği’nde Psikanalizin Kaderi Üzerine

Ama bir kez daha Vygotsky’nin tezleri, daha doğrusu tezlerin yayınlanmasının kaderiyle ilgilenirsek: Sanat Psikolojisi yazısı 1925’te tamamlandı, ama Rusça’da ancak ya 1965 ya da 1968’de, Almanca’daysa ilk defa 1976’da yayınlandı. Yani Batılı dönemdaş psikanalistlerin (örn. Freud, SándorFerenczi, Heinz Hartmann, Otto Fenichel, Franz Alexander, Theodor Reik, Paul Federn ya da ErnstJones gibi) Vygotsky’nin psikanalizin temel teorik araştırmasına yaptığı katkıyla tanışmaları mümkün değildi. Vygotsky’nin ikinci önemli yazısı (Tarihsel Anlamı İçinde Psikolojinin Krizi) 1927’de tamamlandı, Rusça’da 1982’de, Almanca’da 1985’te yayınlandı.

Benim görüşümce bu bir rastlantı değil. Vygotsky’nin olgusal olarak mükemmel psikanaliz araştırması Freud’un teorik görüşlerindeki zaafları açığa çıkardıysa da, bu zaafları tutarlı bir şekilde analiz de eder (hem de yalnız yeni doğmakta olan kültür-tarihsel okul açısından değil, aynı zamanda eleştirel düşünen bir psikanalistin bakışıyla), ama psikanalizi asla lanetlemez.4 Nesnesini ciddiye alan bu farklılaşmış eleştiri şüphesiz zamanında Sovyetler Birliği’ne egemen olan ve psikanalizi temelde mücadele edilmesi gereken bir burjuva düşüncesinin ifadesi olarak gören parti çizgisine uymuyordu. Bu eleştiri sonuçta psikanalizin Sovyetler Birliği’nde yasaklanmasına yol açtı, çünkü psikanalizin emperyalizm yararına tanıtlar geliştirdiği, etkisi altına aldığı insanların cesaretlerini kırdığı ve onları proleter sınıf savaşımını kabul etmek ve sürdürmekten alıkoyduğu ileri sürülüyordu. Buna uygun olarak psikanalize, yanlış bir insan psişesi öğretisi olarak saldırıldı. Ayrıca psikanalize karşı getirilen tanıtlar insanın cinsellikten çok daha fazlasından oluştuğunu ve sürekli bilinçdışı olarak belirlenmiş davranışlara göre yaşamadığını söylüyordu. Daha başka saldırılar, psikanalitik terapinin yalnızca yeterli parası ve zamanı olan ayrıcalıklı insanlar için geliştirildiği şeklindeydi. Burada kısaca bahsettiğim bu şekildeki bakış açıları ve itirazlar Sovyetler Birliği’nde yakın zamana kadar vardı. Vygotsky’nin psikanalize farklılaşmış eleştirel yaklaşımı açıkça bunlardan ayrılır. Vygotsky’nineleştirisi Freud’un öğretisinin devlet eliyle çarpıtılması ve birey olarak Freud’un emperyalizmin (belki sadece bilinçsiz) bir ajanı olarak değersizleştirilmesine uymuyordu. Vygotsky’nin o zamanki çalışmaları yayınlanmış olsaydı, psikanalize karşı devletçe yürütülen mücadeleye hizmet etmezdi.

Bildiğim kadarıyla Vygotsky, Josef Stalin’in ideolojik ittifakları tarafından psikanalize yönelik karalamaların benimsenmesi ve sürdürülmesi yolunda hiçbir zaman harekete geçmedi. Buna karşın aynı şey Luria için söylenemez. Kişisel bir konuşmamızda Brožek Luria’yı, çeşitli engelleme ve baskı dalgalarını savuşturmak ve yine de kendi çalışmalarını çok fazla kendini inkâr etmeden sürdürebilmek için her zaman uygun sözcükleri, uygun pratiği bulmuş olan bir “survivor type” olarak adlandırmıştı.Luria daha sonraları, kendini artık bir psikanalist olarak kabul etmezken, bir çok yazısında (örn. 1940, 1957) psikanalizde neye itiraz ettiğini ortaya koymuştur. Ama ben bu eleştiride içerik olarak ciddiye alınması gereken şeyi Luria’nın neredeyse tümüyle Vygotsky’den almış olduğunu düşünüyorum. Buna karşın psikanalize karşı devlet ideologlarıyla uyum içinde getirilen itirazlar Luria’nın Vygotsky’nineleştirel düşüncelerine kendi katkısı olarak görünmektedir. Eğer Luria’nın ve Vygotsky’nin bugüne kadar çevrilmemiş ve ölümlerinden sonraya kalmış yazıları hakkında daha fazla şey bilseydik, belki de bu noktada başka sonuçlara varabilirdik.

Luria psikanalize açık bağlılıktan psikanalizin herkesçe malum olan reddedişi arasındaki geçişdöneminde bulunduğu sıralarda, 1932’de şöyle yazıyordu:

“Eğer psikanalizin görevi kısa bir şekilde ifade edilmek istenirse, psikanalizin sosyal-tarihsel koşulları dışarıda bırakmaya ve kişiliğin ilkel, tarih öncesi dürtülerini, insanların içindeki ‘kadim hayvanı’ görünür kılmaya uğraştığı tezleri, onun sisteminin doğasını en iyi şekilde ifade eder” (Elrod 1989, s. 845’ten alıntı).

Sonuçta, o zamanlar (ve sonrasında da uzun süre) Sovyetler Birliği’nde egemen olan politik koşullar altında yalnızca psikanalizin lânetlenmediği, Luria ve Vygotsky’nin de, psikanalist olarak eski faaliyetlerinden dolayı değil, ama başka şeylerin yanı sıra, yine ideolojik kalıplara uymayan bir gelişim psikolojisini temsil ettikleri için zorluklarla karşılaştıkları, bir gerçekliktir.

Sonuç olarak, Luria’nın ve Vygotsky’nin Rus Psikanaliz Birliği’ndeki konumlanışları ve etkileri üzerine gelecekte daha çok bilgi elde etmeyi ümit etmek kalıyor. Viyana Grubu’nun uzun bir zaman dilimi boyunca çok iyi bir şekilde tutanağa geçirilmiş tartışmalarıyla karşılaştırıldığında (krş. Nunberg &Federn 1962 vd.), bu şubenin faaliyetleri ve tartışmaları hakkında toplamda çok az şey biliniyor. Luriave Vygotsky’nin yaptıklarıyla uğraşmaya devam etmenin, özellikle arşivler açıldıkları zaman, bir görev olduğu söylenebilir, çünkü ikisi de kesinlikle Freud’un gölgesinde durmuyorlar, tersine kendileri – tam da psikanalizin eleştirel bir değerlendirilmesiyle ilgili olarak – dikkate değer başarılara sahipler. Freud,Luria ve Vygotsky – her biri kendi tarzında bu yüzyılın bilimsel tartışmasına mükemmel katkılar sundular. İlginçtir ki, her üçü de psikanalistti.5


Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to lehrerin

0 Comments