BİR BİTCOİN ALMA HİKAYESİ

97nR...Npt9
8 Jan 2024
206

Uzaktan kumanda elinde, kanalları geziyordu. Kim milyoner olmak ister, Oses Türkiye, reklamlar, Game of Thrones… Game of Thrones? Gözlerine inanamadı, bir kanal geri gitti “Bu dizi ne zamandır TV’de yayınlanıyor?”
Şaşırmıştı ama durup da bunu sorgulayacak değildi şimdi. Sırtını koltuğunda bir sağa bir sola bastırdı, iyice yerleşip yemek dolu tepsisini dikkatlice kucağına aldı. Akşam yemeğini televizyon izlerken yemeyi seviyordu.

Günlerden Cuma; haftanın en sevdiği günü. Saat akşam 9:00; günün en sevdiği saati. Ayaklarını zigon sehpaya uzatmış, karşısında geniş ekran televizyonu, önünde yemeği, sağ tarafında, gri minderin hemen üzerinde televizyon kumandası… Gözlerini televizyondan ayırmadan hızlıca yemeğinden bir iki lokma aldı. Dikkati yediklerinde değildi, lokmaları yeterince çiğnemeden midesine indirdi. “Hık!”
Tıkanmıştı. Üstelik ağzının da kuruduğunu hissetti. Lokmalar ağzında yoğun çimento harcı gibi hissettirdi. Tepsisine şöyle bir göz attı; mercimekli köftelerin dizili olduğu yuvarlak tabak, marulların uzandığı yayvan tabak, buğulu ayran bardağı, su... Su? Tepside su bardağını göremedi. Hemen söylenmeye başladı, “Hay!”
Özenle hazırlayıp içine bir yarım limon sıktığı suyunu mutfak tezgahının üzerinde unutmuştu. Bu durumdan nefret ediyordu, “Tam da en güzel yerinde!” Ikına sıkıla ayaklarını sehpadan indirdi, kucağındaki tepsiyi özenle koltuğun kolçağına koydu, ayağa kalktı ve mutfağa doğru ilerledi.
Döndüğünde televizyona baktı, reklam girmişti, oturdu cep telefonunu eline aldı. Telefonu yeniydi, daha geçen hafta satın almıştı. Her sabah uyandığında telefonunu yastığının yanında görüyor ve yüzünde hafif bir gülümseme beliriyordu.
Parlak, pürüzsüz, yeni telefon hissi… Elinde evirip çevirip pürüzsüzlüğünü kontrol eder gibi dikkatle inceledi bu dikdörtgen objeyi, baş parmağını bir silecek gibi kullanıp cam ekrandaki toz zerrelerini sildi. Camın etrafını saran, gümüş bir tabak gibi ışıyan alüminyum çerçeve onun içini gıdıklıyordu — gerçi telefonunun taksiti henüz bitmemişti ve bu gerçek arada bir aklını kurcalıyordu. “Ding!” 1 yeni mesaj, Nakamoto:

“Abi selam müsaitsen bir çay içelim?”

40 dakika sonra dizisi bitmişti, yemeği de. Gerinip uzunca esnedi ve telefonunu tekrar eline aldı; 1 yeni mesaj, Nakamoto:

“Abi selam müsaitsen bir çay içelim?”

Bu mesaj tamamen aklından çıkmıştı. Cevaplamaya karar verdi.

“Neredesin?”

Soruya soruyla cevap vermeyi seviyordu, bunu yaparak konuşmanın kontrolünü elinde tuttuğuna inandırıyordu kendisini.

“Evdeyim senden haber bekliyordum, ne yaptın?”
“İyidir çıkıyor muyuz çaya?”
“Ha çıkalım, hazırım ben.”

Müdavimi oldukları kafeye geldiler, yine ağır sigara dumanından göz gözü görmüyordu. İçeride biriken insan nefesi kafenin camlarını buğulamıştı. Nakamoto söze girdi


“Abi üç ay önce alsaydık… Bak evden çıkmadan yazdım ben kağıda oranları bir dakika göstereyim, işte bak %300 yükselmiş. Şimdi düşünsene 10,000 koydun üç ay sonra 30,000…”

Nakamoto’nun heyecanla anlattıkları karşısında Satoshi dikkatini toplamakta zorlanıyordu, aklı karışmıştı. Söze girdi,

“Nedir oğlum bu Bitcoin, sahibi kim bunun?”

Temkinli bir şekilde basit ve direkt sorular sorarak anlamaya çalışıyordu Satoshi meseleyi. Nakamoto karşılık verdi,

“Abi bir sahibi veya merkezi falan yok. Elektronik olarak gönderip alabiliyorsun.”

Satoshi’nin aklı almadı. Merkezi yok, sahibi yok, “Bu işte bir bit yeniği var” diye geçirdi içinden.
Saat sabaha karşı 3:00. Satoshi 4 saattir internette geziniyordu. Gözleri kızarıp yanmaya başlamıştı ama içini kaplayan merak kalkıp dinlenmesine izin vermiyordu. Merkez bankası, sahibi, ülkesi olmayan bir para birimi. Aklı bir türlü almıyordu. Zaten pek de teknoloji adamı değildi.
Daha öncesinde bilgisayarın ve internetin nasıl çalıştığı üzerine 1 dakika bile kafa yormamıştı, buna ihtiyacı da olmamıştı; “Düğmeye basarsın bilgisayar açılır”, “Google’a sorarsın cevabını verir…” Çoğu insan gibi onun da İnternet ve bilgisayar bilgisi bundan ibaretti. Ona büyülü gibi gelirdi tüm bunlar. “Şeytan işi” deyip şaşkınlığını belli eder, kestirip atardı.
Son 4 saattir okuduğu ve anladığı kadarıyla internette gördüğü her fotoğrafın, yazının, sesin, yani bütün verilerin bir yerlerde, bir sunucuda bir karşılığı olmalıydı. Peki Bitcoin’in verileri nerede saklanıyordu, sunucuları hangi kötü adamların elindeydi? Gizli servis, gizli zenginler, Illuminati, Reptilians? Kim, hangi kapalı kapılar ardında saklıyordu bu meretin sunucularını?
Bu mümkün olabilir miydi? Hiçbir yerde bir sunucusu olmayan, tüm verilerinin kopyası tüm kullanıcılara dağıtılmış olan bir sistem. Bir muhasebe defteri tutup, onu kopyalayıp, her kopyasını bu defterin muhatabı olan kişilere dağıtmak gibi bir şeydi. Üstelik defterin birinde yapılan bir değişiklik diğer tüm defterlerde otomatik olarak senkronize oluyordu. Kafası karıncalanmıştı. Anlar gibi olmuştu ama yorgundu, gözlerini ovuşturdu.
Ertesi sabah uyandı. Nakamoto’nun sözleri kulağında çınlıyordu “%300 yükselmiş”, “10,000 koydun 30,000 aldın.” Kalbi hızlandı, yatırdığı para böylesine 3'e, 5'e hatta 10'a katlanırsa o parayla yapabileceklerini düşündü. Belki işinden bile istifa eder, Fethiye’de bir yere yerleşirdi.
Hemen bilgisayarını açıp Bitcoin’in birkaç ay önceki fiyatıyla şimdiki fiyatını karşılaştırdı. Yükseliş trendi gerçekten de astronomikti. Onun asıl ilgisini çeken Bitcoin sisteminin altında yatan teknoloji ya da ona dair yapılan spekülasyonlar değildi. Tek bir şey yankılanıyordu aklında “10,000 koydun 30,000 aldın.”
Satoshi her fırsatta “kapitalizm”, “sermayenin belirli ellerde toplanması”, “işçinin ezilmesi” gibi beylik laflar edip gelir eşitsizliğini eleştirir, sözü masada başka kimseye bırakmazdı. Arkadaşları da onun bu sözlerini dinlemek zorunda kalır, çünkü o bir konuşamaya başladı mı sözünün kesilmesi neredeyse imkansız hale gelirdi.
Konuştukça konuşur, kendi kendine heyecanlanıp hiddetlenir, daha hevesli ve iddialı bir şekilde ses tonunu yükseltip alçaltırdı. Diğerlerinin söze girememesi, girseler bile girenlerin sözünü hemen kesmesi onun bu illüzyona yürekten inanmasına sebep oluyordu; “Söylediklerim arkadaşlarıma ilginç geliyor, sözüm geçiyor, dinleniyorum.”
10,000'i 30,000 yapmak. O her zaman eleştirdiği büyük bankalar, dev şirketler, yatırımcılar da buna benzer bir şey söylüyordu “Kârımızı maksimize etmeliyiz.” Akşam hava kararınca daha fazla dayanamayıp Nakamoto’ya bir mesaj attı,

“Selam, müsaitsen bir çay içelim.”



Tellerle çevrili bir site, domino taşı gibi dizilmiş yüksek binalar, ufak bir süs havuzu, birkaç ağaç ve otopark. Evinden çıktı, kapüşonunu hızlıca kafasına geçirdi, fermuarını çekebildiği kadar yukarı çekti ve sitenin çıkışına doğru yürümeye koyuldu. Ne zaman Nakamoto’yla bir yere gidecek olsalar buluşma yerleri hep aynı olurdu; site araç çıkışındaki güvenlik kulübesinin yanı. Güvenliğin yanından hızlıca geçerken kafasıyla isteksiz bir selam verdi ve ileride farları yanan siyah arabaya doğru yürüdü, kapısını açtı ve bindi.
Aynı gün gece saat 11:00. Bir banka ATM’sinin önü. Satoshi söze girdi,

“Telefonumu iki dakika tutsana, aman düşürme ha daha taksiti bitmedi.”

Elleri üşümüştü, “Hohh!” ATM şifresini girdi, hesabını kontrol etti. Bir iki tuşa bastı ve bekledi.

“Tamam her şey hazır.”
“TL’ye geçmiş mi abi?”
“Evet.”

Satoshi epeydir dövizde tuttuğu parasını bozdurup TL’ye geçmişti. Arabaya bindiler. Nakamoto ön koltukta bilgisayarını çantasından çıkardı, cep telefonunu bilgisayara bağlayıp internet bağlantısını paylaştı. Satoshi sordu,

“Bağlandı mı?”
“Evet.”

Nakamoto bilgisayarından internet tarayıcısını açtı ve parmaklarını tıkırdatmaya başladı; “www…” kafasını Satoshi’ye bir keçi gibi uzatıp sordu,

“Abi hepsiyle mi?”

Satoshi kendinden emin bir gülümsemeyle göz kırptı. Nakamoto bir iki tuşa daha bastıktan sonra bilgisayarın ekranını indirdi, kafasını kaldırıp sordu,

“Çay?”





Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to ugurd91

43 Comments