Medeniyetin Sınırlarını Zorlamak 2
Selamlar, bugünkü blog yazımda dün ele aldığım konunun devamı niteliğinde bir yazı ele almak istiyorum. Daha önce Kardaşev Ölçeği ve Dyson küresinden bahsetmiştim. Bu konulara devam niteliğinde yeni blogumla karşınızdayım.
Tip 1, Tip 2 ve Tip 3 medeniyetlerden herhangi biri mevcutsa, nasıl oluyor da hala tanışmamış olabiliyoruz?
Tip 1 medeniyetlerden konuşurken bahsettiğimiz üzere; insanlık olarak henüz Tip 1 medeniyet bile değiliz. Üstelik hem insanlığın hem de gezegenin gidişatını düşünürsek, bu kolay kolay da olmayacak. Yani aslında insanlık, her ne kadar yüzlerce ışık yılı uzaklara radyo sinyalleri gönderip kendini evrene tanıtmaya çalışan ‘akıllı’ bir tür olsa da, evrenden dönüp baktığımızda kelimenin tam anlamıyla ‘görünmez’ bir türüz.
Üstelik evrenin pek çok köşesinde henüz ‘medeniyetin’ bizim ulaştığımız seviyesine bile ulaşamamış; bizimle aynı çizgide ilerleyen ya da bir Tip 1 olmayı yeni yeni başarmış pek çok tür olabilir. Fakat az evvel insanlık için söylediğimiz şey, onlar için de geçerli. Yani bu türden bir gelişmişlik seviyesiyle aslında onlar da bir nevi görünmezler.
Bunu bilimsel olarak açıklayacak olursak da, bildiğiniz üzere insanlık olarak 200 ışık yılına kadar hayal bile edemeyeceğimiz uzaklıklara radyo sinyalleri gönderiyoruz. Fakat bu miktar bile galaksimizin 100 bin ışık yılı genişliğindeki devasa ölçülerini düşünecek olursak çok da büyük bir mesafe değil. Ayrıca ne yazık ki 200 ışık yılı uzaklığa ilettiğimiz sinyallerin de çok büyük bir kısmı biraz yol katettikten sonra birer cızırtıdan ibaret oluyor. Bu ‘cızırtılar’ zeki bir yaşam formuna işaret etmeyecek kadar anlamsızlaşıyor. Bu da biz ve bizim gibi olası ‘akıllı’ medeniyetlerin kendi galaksisi içinde bile keşfedilmesini oldukça zor hale getiriyor.
Tip 2 için bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Burada da aslında benzer bir mantık yürütecek olursak; Tip 2 medeniyetlerin kendi güneş sistemlerine tamamen hakim konuma gelmiş olmaları gerektiğini biliyoruz. Gezegenimize ‘yakın’ diyebileceğimiz yıldız sistemlerinin büyük çoğunluğu ise yaşama uygun olmayan genç yıldızlardan ve kızıl devlerden oluşuyor.
‘İletişim kurabileceğimiz’ yani sinyaller gönderip onlardan gelecek sinyalleri en azından birkaç yılda/on yılda alabileceğimiz kadar yakın olanlardan ise şimdiye kadar hiçbir işaret almadık. Yani ya bu galakside yalnızız ya da var olan tüm medeniyetler henüz en az bizim kadar ‘aciz’ olduğu için birbirimizi bulamadık. Bir diğer seçenekse uzaklardan, örneğin 200 ışık yılı uzaktan gönderilen ve dün yola çıkan bir mesaj varsa bile, bize ulaşması 200 yıl sürecek. Yani, zaman da karşımızda büyük bir engel olarak duruyor.
Tip 3’e geldiğimizde ise artık ‘galaksisine hükmeden’ aşırı gelişmiş bi türden bahsediyoruz. Bu türden bir medeniyet varsa bile bambaşka bir galakside olması gerektiğini biliyoruz. Ayrıca çok gelişmiş ve kim bilir ne gibi teknolojilerle, ne gibi bizim anlamanın kıyısından bile geçemeyeceğimiz fizik kanunlarıyla var olan bu tür için kendi kolonisini inşa eden bir karınca sürüsünden farksız olabiliriz…
Bir soru daha: Tip 3’ten daha gelişmiş medeniyetler olamaz mı?
Kardaşev’in 1964 yılında yayınlanan makalesinden sonra bu ölçeği genişletmeye yönelik pek çok bilim insanından çeşitli fikirler geldi. Bazı bilim insanları, Tip 4 ve Tip 5 olarak adlandırabileceğimiz iki medeniyet türü daha olabileceğini söylüyor. Bu iki tip medeniyetin galaksi ve süper galaksi kümelerini kontrol ediyor olabileceği ifade ediliyor. Ancak tahmin edeceğiniz üzere bu iki tipe dair de elimizde henüz bir işaret ya da uzak diyarlardan gelmiş bir selam yok.
Bu konudaki en uç fikir ise bir ‘Tip Omega’ medeniyetin varlığı. Tüm evreni hatta evrenleri kontrol eden, enerjisini kullanan, gelişen ve sürekli büyümeye devam eden bir medeniyet hayal edin. Böyle bir medeniyetin gelişmesi için ne gibi koşullar gerekirdi, bahsettiğimiz bu hayali medeniyetin biyolojik ve fiziksel olarak nasıl bir var oluşu var; yaşadıkları ‘üst evrende’ ne gibi fizik kanunları geçerli, asla bilemeyeceğiz.
Bambaşka bir açıdan bakacak olursak, ‘gelişmiş bir medeniyet’ olmayı bizim gibi tanımlamayan; yani enerji üretimi-tüketimi ve ‘gelişmiş teknoloji’ yerine bambaşka bir bakış açısıyla ‘gelişmiş’ türler bile olabilir… Bu da onları bulmanın her şeyden daha zor olacağı anlamına geliyor.