NIKOLA TESLA’NIN HAYATI VE KARDEŞLİK İLİŞKİLERİ
Çoğumuzun işittiği bir cümledir; “Hayatımı yazsam roman olur”. Hayatta ne kadar çok badire atlattığımızla ve karşılaştığımız durumlarla bağlantısı kesin değildir elbette bu sözün. Fakat her insanın belli bir yaşa gelince ağzından çıkabilecek bir ifade biçimi olarak görülebilir. Bu ifadenin destansı bir yanı da vardır. Yani bu söz gerçekçiliğin destansı olaylarla karşılaştığı kavşakta ifade edilmiş gibidir. Düşük paydaya sahip destansılıkla birlikte roman türü gerçekçiliğin gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. Bu gerçekçiliğin yanındaki destansılık romanların kurmacasındaki gerçekliği ifade etmekte ve romanın kendi içindeki gerçekliğe tekabül etmektedir. İfade ettiklerimizin toplamında; roman kendi yarattığı dünyanın gerçekliğini de kendi eliyle kurmaktadır.
Tesla: Maskelerle Çevrili Hayat ise yukarıdaki paragrafta bahsi geçen “kurmacanın gerçekliği” meselesinin en uç noktası olarak karşımıza çıkıyor. Yani kitabın biyografik bir roman olması tıpkı romandan uyarlama dizilerin, filmlerin çekilmesi kadar aslına bağlı olmasını da beraberinde getiriyor. Aslına bağlı kalmak çeşitli çerçeveleri en baştan kurarken aynı zamanda bir sorumluluk da yüklüyor yazara. Yüklenen bu sorumluluk bizi “etiğin filozofu” diye anılan Levinas’ın en önemli kavramlarına kadar götürüyor:“ötekinin sorumluluğu.” Kitabı değerlendirirken, “ötekinin sorumluluğu” kavramı, yazarın bir başkasının hayatını aktaracak derecede önemli bir sorumluluğu üstlendiğini hatırlatmış olacak. Bu bağlamda, asıl meselenin Tesla ile Vladimir Pištalo arasındaki ilişkiye üçüncülerin ve daha fazlasının, yani okurların katılması olduğunu görebiliriz (Karabağ, 2014). Fakat buradaki çoğalma pathosları içermeyen matematiksel bir artışla ifade edilemez. Son olarak varacağım nokta; otobiyografik roman yazmanın sorumluluğu öncelikle “ötekinin sorumluluğu” konusuyla değerlendirilmelidir.
Gerçekçilikten ötekinin sorumluluğuna geçişte biyografik roman yazarının belirli sorumluluklar üstlendiğini dolaylı yoldan ifade ettim. Tüm bu bilgileri ise üzerinde fikir yürüteceğim zeminin sağlamlaşması amacıyla, Vladimir Pištalo’nun aldığı sorumlulukları hatırlatmak için geri çağırdım. Pištalo aldığı tüm sorumluluğun sonucunda bir bakıma “ölülerin sözcüsü” de olmuştur. Şimdi ise ölülerin sözcüsü Pištalo’nun yazdıklarını inceleyelim.
Romanı okumadan önce Tesla’nın Olvido Kitap’tan çıkan siyah kapaklı Hayatım, Buluşlarım, Düşüncelerim adlı çeviri otobiyografisini okudum. Romanı okurken sık sık iki kitap arası gidip geldiğimi, bağlantıları ve izledikleri hayat yollarını takip ettiğimi söyleyebilirim. Önceki paragraflarda ifade ettiğim şekliyle romanın biyografisine benzeme sorumluluğu konusuna da bu iki kitap arası paralellikten vardım. Vladimir Pištalo’nun, kitabın ilk bölümlerinde, sanki Tesla’nın hayatının ilk dönemlerinin geri kalanını belirlediğini neredeyse hissedercesine otobiyografiye daha da sadık kaldığını söyleyebiliriz. Hatta bir ara bu bağ öyle kuvvetli göründü ki, cümleler dahi epey benzemekteydi.
Kitap Tesla’nın iki yönünü araştırıyor diyerek bir genellemeye gitmek hata olmaz. Pištalo romanda Tesla’nın deha ve mucit yönünü incelerken kişisel problemlerine, sosyal ilişkilerine de ışık tutuyor. Pištalo, Tesla’nın bu iki yönünü 471 sayfaya sığdırmış. Burada sayfa sayısını yazmamın ve “sığdırdı” diyerek ifade etmemin sebebi kapağında “yılın en iyi romanı ödülü” yazılı bu kitabın eğer bir kusuru varsa bu da tam 127 bölümden oluşması olduğunu ifade edebilirim. Kitabın her bölümü akıp giden bir videoyu değil, teker teker çekilmiş fotoğrafları andırıyor. Bunun zaman zaman okuyucuyu rahatsız edebilecek düzeyde “Yahu şimdi neredeyiz?” sorusunu sorduracak potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Ortalama üç sayfada biten bölümler, okuyucuya sık sık bir bölümün bitmesinin verdiği ilerliyor olma düşüncesinin yanında yarıda kesilmişlik hissini daha yoğun yaşatıyor. İleriki paragrafta bahsedeceğim kardeş ölümü olayında bunu ciddi derecede yaşayarak önceki sayfalara sık sık geri döndüm ve önemli olduğunu düşündüğüm konuda malzeme toplamada zorlandım diyebilirim.
Tesla’nın Ağabeyleri: Dane Tesla ve Edison
Tesla’nın hikâyesini okuduğumda beni üzerinde düşündürdüğü en önemli kavramlardan biri de “yüceltme”dir. Psikanalitik çerçevede okunan bu kavram, yaşadığımız çatışmaların sonucunda var olan çatışmayı bir kaynak, bir yakıt olarak kullanmak ve ilerleme kaydetmekle alakalıdır (Hart, 1948). Nicola Tesla da kendi çatışmalarını fayda alanına büyük ölçüde sokabilmiştir. Bu savunma mekanizmasının tetiklenmesi N. Tesla için ağabeyi Dane Tesla’nın ölümüyle gerçekleşmektedir. Nicola Tesla’nın ağabeyi oldukça yakışıklı, çok başarılı biridir ve Tesla’yı gölgede bırakacak özelliklere sahiptir. Aralarındaki ilişki ise yoğun kıskançlık ve gerginlik içermektedir. Bir gün yüksekçe bir yerden merdiven boşluğuna düşen ağabey Dane oracıkta ölür. İlginç olanı ise ölürken orada olmamasına rağmen Dane parmağıyla Nicola’yı işaret eder. Bu parmak işareti hem o an hem de sonrasında Nicola’nın çevresi tarafından suçlanan bakışlara maruz kalmasına sebep olmuş ve haber her yere yayılmıştır. Bu olaydan sonra tabut Nicola’nın odasında beklerken Nicola’nın açık tabutta bulunan cenazeye bakışı onun yüzünü bembeyaz eder. Ağabeyinin ölü ama canlı gibi yüzüne dokunan Nicola ağlamaya başlar. Bu onu çok zorlar ve ağabeyinin kulağına “bırak gideyim” diye fısıldar. Nicola’nın karşılaştığı bu görüntü onun için çok önemli olacak ve sürekli kovmak istediği bir görüntü olarak zihninde yer edecekti. Ve bu tabut görüntüsünden sonra annesinin “Çivi çiviyi söker” öğüdü de onun bu görüntüyü kovmak için kullanacağı yüceltmelerin önemli bir parçası olacaktı. Ağabeyinin ölü hali ona sürekli işkence edecek, rüyalarını kabusa çevirecekti. O da gözünün önündeki bu kuvvetli fotoğrafı silmekte sık sık zorlanacaktı. “Bırak gideyim” sözüne yakışır biçimde ülke ülke dolaşacaktı Tesla.
Hayalgücü, duyusal hassasiyeti ve takıntıları
Kitabı okuyanlar görecekler ki Nicola bir icat üzerinde çalışırken öncelikle onu gözünün önüne getiriyor. Gözünün önüne getirdiği nesne o kadar gerçekçi oluyor ki, geriye sadece hayal ettiği biçimde malzemeleri birleştirmesi kalıyor. Aynı şekilde bazen düşündüğü ve hayal ettiği nesneler o kadar kuvvetli gözünün önünde beliriyor ki, Nicola eliyle onları kovmaya çalışıyor. Bu durum Nicola Tesla’nın gördüğü ve onu travmatize eden kardeş görüntüsünü silmek için defalarca kuvvetli imgeyi gözünün önüne getirmesiyle kendini belli etmektedir. Gözünün önündeki görseli kovamayan Tesla sürekli onu kovmak için farklı bir şey düşünüyor ve annesinin “Çivi çiviyi söker” öğüdünü yerine getiriyor. Ağabeyiyle yaşadığı problemi kitabın ana teması olarak okumamın bir başka sebebi de, öncelerde karşılaşmakta can attığı Edison ile arasındaki ilişkidir. Her zaman popüler olmuş bu ilişki üzerinde durmayacağım fakat Edison ve Nicola Tesla’nın ilişkilerinin onun ölen ağabeyinin gölgesi altında olduğunu düşünüyorum. Bu paragrafı sonlandırmak için kitabın içinden bir örnek çok açıklayıcı olacak:
“Gecenin bir yarısı, gündüzü görmeye can atar ve görürüm. Gün soluma, gece sağıma düşer bazen. Tayfları fetheden İskender’im ben. Şimdi kendi düşüncelerimi seçebilir, onları Helios’un arabasını sürdüğü gibi sürebilirim. Hayal ettiğim şeyi görebilir, onları istediğim kadar gözlerimin önünde tutabilirim. Kendimi korumayı öğrendim. Ölüm gibi büyük bir hadiseyle başa çıkmayı öğrendim.”
Buraya kadar olan bilgileri sulandırmak adına kitabın içindeki farklı alıntılardan bahsetmekte fayda var. Kitabın içerisinde Platon’dan Don Kişot’a, Andrew Carnegie’den Wallace Stevens’a, filmlerden, müziklerden, Yunan mitolojisinden, politikadan ve tarihten pek çok alıntı var. Roman bu açıdan şaşırtıcı derecede zengin.
Tesla’nın gördüğü nesneler üzerindeki hâkimiyetinden bahsettik. Fakat Nicola Tesla’nın duyularındaki gariplikler görme duyusuyla sınırlı değil. Biyografisinde de dikkat çeken özellik ise bir dönem kulaklarının yaklaşık on üç kat daha hassas olduğu. Nicola Tesla belirli dönemlerde yaşadığı bu ilginç deneyimi Budapeşte’de kaldığı otelde üç oda uzaklığındaki bir saatin tik taklarını duyabiliyor olmasıyla ve odasında masaya konan sineğin onu sersemletebilmesiyle örnekliyor. Bu olayların Tesla’nın günümüze kadar bıraktığı ize katkıları nelerdir acaba? Aynı zamanda Tesla’nın günlük hayatını ve kadınlarla ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen birçok takıntısı da mevcut. Çok klasik bir takıntı örneği olan el yıkama, yani kirden ve pislikten arınma ritüelleri Tesla’nın sahip olduğu ve onu etkileyen özelliklerinden yalnızca birkaçı.
“Şimşekler” kitabı
Şimdi de Tesla’nın hayatı üzerine yazılı bir başka kitaptan, Şimşekler’den, bahsedelim. Jean Echenoz da kitapta yaklaşık üç sayfada bir bölümbaşı yaptırıyor okuyucuya. Pištalo’dakine benzer olarak bölümlerin üç sayfa tutması aslında bize “Tesla’nın hayatı biyografi yazarlarına niçin akışa imkân vermeyen ve parça parça olan bilgiler sunuyor?” diye bir soru sordurabilir. Yani burada vardığımız sonuç ilginç, fakat şu an bir sezgiden ibaret. Echenoz kitapta genel olarak Tesla’nın Edison ile ilişkisini ve temel olarak da başarısını nasıl kazandığını, çeşitli şirketler arasında nasıl gezdiğini anlatıyor. Yani Tesla’nın ailesi Şimşekler kitabında epey geri planda kalıyor. Fakat bu Tesla’nın hayatına yön verirken ailesinin etkisini yitirdiği anlamına gelmiyor. Özellikle de Edison ile ilişkisinde ölen ağabeyiyle olan rekabeti önemli bir noktada duruyor. Peki bu sefer de Tesla mı öldürüyor ağabeyini, yoksa Edison buna izin vermeyerek onu müthiş akıllı ama icatlarını tam anlamıyla sahiplenemeyen bir mağdur konumuna mı itiyor? Tesla’nın önceleri görmekte can attığı Edison ile ilişkisi bir ağabey kardeş ilişkisine fazlasıyla benzemektedir. Birikim dergisinin “Abilik” sayısında Tanıl Bora, ağabeyliğin yalnızca sosyal olmanın dışında politik birtakım anlaşmaların kurulduğu ilişki biçimi olduğunu ve sosyalleşmenin de ağabeyler nezaretinde gerçekleştiğini söyler. Ağabeyler, idol bellenir. Tesla’nın Edison’la ilişkisiyle paralel olarak Tanıl Bora devam eder; onların sohbetine katılmak kitap okumak kadar öğreticidir. Yani ağabey, nakli bilgidir. Burada bahsedilen ağabeylik tanımları yerelin ağabeylik biçimleri üzerine kuruludur; fakat Tesla’nın Edison ile yaşadıkları da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Eğer Tesla’nın hayatı üzerine psikanalitik bir biyografi yazılsaydı, kardeşlik ilişkilerini temel almak zorunlu olurdu. Ben de kitapları olabildiğince bu ilişki üzerinden okudum. Psikiyatr Alfred Adler doğum sırasının kardeşlik ilişkileri üzerine nasıl bir etki bırakacağı üzerine düşünen ilk teorisyenlerdendir. Kitabı okuyanlar Adler’in söylediklerine kısaca göz atarsa kitap daha verimli olabilir. Çünkü Tesla’nın hayatının belirleyicileri kendi kardeşlik ilişkileri üzerine kurulu halde görünüyor. Vladimir Pištalo romanını bunun farkında olarak yazmış, fakat Şimşekler kitabı için aynı durumun geçerli olduğu söylenemez.
Batuhan Saç
Bilim ve Gelecek