İnsan ırkının istikbâli neye benzeyecek?
İnsan ırkının istikbâli neye benzeyecek?
Yıldızlara gitmek mi kaderimizde yazılı?
Yoksa toprağa mı?
İnsanoğlu bir kırılma noktasında. Yaşamın mazisinde daha önce hiç görülmemiş bir şekilde hızlanan bir değişimin kavşağında duruyoruz. Gelecek iki yöne de gidebilirmiş gibi duruyor:
Ütopyaya yahut kıyamete.
Karşı karşıya olduğumuz riskler epey iç karartıcı. Fakat geleceğimize yönelik bu yaygın karamsarlığın altında insan oğlunun gelecek asırlarda sadece sağ kalmakla kalmayıp çok başarılı bir şekilde gelişeceğine yönelik kanıtlar da bulunmakta.
Gelecek neler getirecek kimse bilemez ancak istikbâlimizin izleyebileceği üç ana istikamet bulunuyor:
SENARYO I: ÇÖKÜŞ
Uygarlığın çöküşüne ve hatta insan ırkının yok oluşuna işaret eden büyük bir felaket.
SENARYO II: DÜZLÜK
İnsanoğlunun çöküşünün önlediği ancak ilerlemenin bir üst sınıra vardığı olasılık.
SENARYO III: AŞKINLIK
İnsanoğlunun tam potansiyeline ulaştığı nüfusunun trilyonları bulduğu ya da bu yolda akıl almaz bir forma dönüştüğü olasılık.
Bu gelecekleri düşünmek gezegenimiz ve kendimiz için öngörülemez yeni bir çağa adım atarken karşılaşacağımız riskleri ve sahip olduğumuz umutları aydınlığa kavuşturacaktır.
BEŞERİN İSTİKBÂLİ BEŞERİN İSTİKBÂLİ
ʙiʀ iʏiᴍsᴇʀʟiᴋ ᴅᴀᴠᴀsı
ı. ᴋısıᴍ ÇÖKÜŞ
İnsanoğlu felaketlere yabancı değildir.
Atalarımız asteroit çarpmalarından buzul çağlarından süper volkan patlamalarından
ve ölümcül salgınlardan sağ kurtuldular ve her defasında daha da geliştiler.
Fakat en büyük tehditlerimiz artık doğal yaşamdan değil doğrudan kendimizden gelmekte.
Nükleer silahların ortaya çıkışından bu yana kendi kendimizi yok etme tehdidi diğer tüm tehditleri gölgede bırakır hâle geldi. Bazı tahminlere göre kendi kendimizi yok etme riski doğal nedenlerle yok olma riskinden 300 kat daha fazla.
Yaşamın Geleceği Enstitüsü, kurtuluşumuza ilişkin 4 ana tehlike tanımlamakta:
Nükleer savaş iklim değişikliği biyoteknoloji ve yapay zekâ.
Bu tehlikelerin ciddiyetini anlamak için olası en kötü sonuçlarını düşünmeliyiz.
Büyük ölçekli bir nükleer savaştan kaynaklanan is küresel sıcaklıkları yaklaşık 10 derece kadar düşürebilir ve nüfusun %63'ünü yok edebilir.
Nükleer stokları azaltma konusunda büyük adımlar atmış olsak da hâlâ yaklaşık 10,000 savaş başlığı mevcut.
Şu anda, 2100'e kadar Dünya'yı yaklaşık 2.7 derece ısıtmaya doğru gidiyoruz ve bu, 1 milyardan fazla insanı yurdundan edebilir.
Ancak en kötü olasılıkla CO₂ devrilme noktalarını tetikleyebilir ve önümüzdeki asırlarda 12 dereceye kadar varan ısınmaya neden olabiliriz.
Biyoteknoloji, besin kıtlığı ve hastalıklar gibi büyük krizleri çözme gücüne sahip. Fakat küçük bir grup insana, geniş çaplı felaketlere neden olma gücünü verebilir.
Teorik olarak, genetiği değiştirilmiş bir patojenin serbest bırakılması dünya çapında bir nükleer savaştan bile daha yüksek ölü sayısına neden olabilir. Ancak ölçülmesi en zor risk yapay zekâdan gelmekte. Zekâmızla alt edemeyeceğimiz ilk tehdit bu olabilir.
Sağlam bir müttefiğimiz olabilir ya da en sonunda Dünya'nın kaynakları için bizi alt ederek insanoğlunu unutulmuşluğa itebilir.
Bu riskli yeni ortamda yolumuzu bulmak şimdiye dek karşılaştığımız en büyük zorluk olacak. Üstelik biz ilerledikçe, bilinmedik yeni tehditlerin çıkması da kaçınılmazdır.
Ancak büyük ölçekli insani trajedilerin ihtimaline rağmen bu risklerin çok azı tek başına bizim külli yok oluşumuza neden olabilir. Hatta biz, dünya üzerinde nesli en az tehlikede olan türlerden biri olabiliriz.
Sayıca çokluğumuz ve geniş dağılımımız bize yok oluşa karşı coğrafi bir korunma sağlamıştır. Dünya'nın her köşesinde yaşamaktayız. Çöllerden tutun da tundralara ve küresel bir felaket durumunda doğal bir karantina olabilecek ufak tenha adalara kadar.
İnsanların %99.9'u bir felakette yok olsa bile 8 milyonumuz kurtulur. Ki bu, tarihin çoğunda var olandan daha fazla sayıda insan demek.
Ayrıca üreme konusunda yavaş olsak da artık adapte olmak için doğal seçilimin aşırı yavaş hızına bel bağlamıyoruz.
Teknoloji bize, yaşamın tarihindeki diğer tüm türlerden binlerce kat daha hızlı adapte olma gücünü vermekte. Son olarak hepçil diyetlerimiz, bize besin kaynakları açısından geniş bir esneklik sağlamakta. Bu özellik, geçmişte olmuş kitlesel yok oluşlardan kurtulanlar için çok kritikti.
En nihayetinde, çöküş tehdidi tek bir soruya bağlıdır:
Uygarlık ne kadar dirençlidir?
Ne kadar büyük bir darbeyi kaldırabilir ve ilerleyebiliriz?
1347'deki Kara Ölüm (veba) Avrupa nüfusunun yarısını ve dünya çapında insanların onda birini öldürdü.
Ancak bu bile insanoğlunun ilerlemesini durduramadı ve bundan sadece 200 yıl sonra bilimsel devrim meydana geldi. Bugün aynı büyüklükte bir darbe birbirine bağımlı küresel ekonomimiz üzerinde çok büyük hasara yol açardı. Ancak altyapımız ve bilgi birikimimiz hasar görmediği takdirde toparlanıp ilerlemeye devam edebilirdik.
Eğer küresel sanayiyi yok edecek kadar büyük bir çöküş yaşasaydık bu çok daha uzun ve tehlikeli bir toparlanma sürecine neden olurdu.
Ve eğer bir şekilde tarım kabiliyetimizi kaybetsek ve avcı toplayıcı yaşam tarzına geri dönseydik dünya yalnızca 10 milyon kişiyi destekleyebilirdi yani 10,000 yıl önceki sayımızı.
Gezegeni başarılı bir şekilde yeniden doldurmak için en az 100 ila 5000 kişinin hayatta kalması gerekirdi. Bu seviyenin altında, darboğaz çok sıkı olur ve bir daha toparlanamayabilirdik. Neyin tehlikede olduğunu anlayabilmek için yok oluşun gerçekten ne anlama geleceğiyle yüzleşmek zorundayız. En büyük tehdidimiz, tek bir felaketten değil üst üste gelen ve tahmin edilemeyen şekillerde birbirine karışan felaketlerin toplu etkilerinden gelir.
2009 yılında iki araştırmacı insanlığın külliyen yok olması için ne gerektiğini görmek amacıyla bir düşünce deneyi gerçekleştirdi. Aşama I'de, küresel savaş ve küresel sanayi ile tarımın çöküşü nedeniyle insan nüfusunda hızlı bir düşüşe rastlandı. Aşama II'de, Dünya'da kalan doğal kaynakların gelecek iki asır içinde tükeneceği öngörüldü.
Aşama III'de ise, geriye kalan son insanları artık yaşama tutunamayacak hâle getiren
bir süper volkan patlamasıyla sonlanan keskin bir ekosistem çöküşü öngörüldü.
Böyle bir sonuç, yalnızca şu anki yaşamın kaybı açısından değil gelecekte oluşacak olası yaşamın kaybı açısından da trajik olurdu.
Milyarlarca hatta trilyonlarca olası torunumuz var olmazdı. Uzak gezegenler keşfedilmezdi. Bu, galaksimizin bizim köşesinde ve belki de evrenin tümünde müziğin, şiirin ve sanatın sonu anlamına gelirdi.
On milyonlarca sene sonra bizden arta kalan tek şey gelecekteki bir kayanın yüzeyinde ince bir tabaka olurdu. Medeniyetin heybetli kükremesi, zamanın rüzgârında bir fısıltıya dönüşürdü. İşte bu, ne pahasına olursa olsun kaçınmamız gereken gelecektir.
Ancak uzun vadede yok olmak korkulacak bir şey değildir. Hiçbir tür sonsuza dek var olamaz. Hiçbir tür sonsuza dek var olamaz. Zaman, bizi yeni bir forma sokacaktır. Yok olmanın en görkemli yolu doğal yollarla evrimleşerek daha üstün bir türe dönüşmek olacaktır.
Akıllıca davranarak uzun vadede hayatta kalışımızı güvenceye almaya başladık.
Norveç'te bulunan Svalbard Küresel Tohum Bankası şu anda 4000'den fazla bitki türünden gelen 1 milyondan fazla tohum numunesi barındırmakta. Bunlar, bir gün uygarlığın yeniden inşası için önemli bir kaynak işlevi görebilir.
Ancak böyle bir mahzen yapmak için daha da iyi bir yer bulunuyor.
Bazı kişiler, genetik numuneleri Ay yüzeyinin altında bulunan lav tünellerinde saklayacak
Ay sığınakları yapmayı önermiştir. Burada küresel felaketlerden, erozyondan, mikro meteoritlerden ve güneş radyasyonundan korunurlar. Ancak uzun vadede hayatta kalışımızı güvenceye almanın en iyi yolu başka hiçbir yaşam formunun yapmadığı bir sıçramayı yapmaktır:
Çok gezegenli bir tür hâline gelmek. Başka bir gezegende kendi kendine yetebilen bir uygarlık kurulunca yok olma ihtimalimiz birden düşecektir. Kusurlarımızı da yanımızda götüreceğiz ve Dünya'dan uzaklaştıkça yeni ve bilinmez risklerle karşılaşacağız ama buna değecek. Kendi kendini idare edebilen gezegenler arası bir uygarlık
uzun vadeli ve müreffeh bir istikbâlin temeli olacaktır.
Peki bu üstün geleceğe gerçekten varabilir miyiz? Yoksa gücümüzün zirvesinde miyiz?
Ne kadar uzağa gidebiliriz?
ıı. ᴋısıᴍ DÜZLÜK
Teorik olarak uygarlığın gelecekte belirsiz bir süreliğine statükoyu koruması epey muhtemeldir. Ne çöküşe ne de dönüşüme uğramayabilir. Bizi sıkıntılı bir durağanlıkta tutan görünmez engeller olabilir.
Ancak gerçekte, düzlük olsa olsa gelip geçici bir evre olacaktır. Kısa vadede, teknoloji ve Dünya'nın iklimindeki çok büyük değişimler uygarlığı yeni rotalar çizmeye zorlayacaktır ve gelecekte ne kadar uzağa gidersek karşılaşacağımız bozulmalar da o denli büyük olacaktır. Önümüzdeki birkaç yüz bin yılda süper volkan patlamaları ve yeni bir buzul çağı ile yüzleşeceğiz. Hem de fosil yakıtları son damlasına kadar yakıp Dünya'yı pişirsek bile.
Etkin bir iklim yönetimi olmazsa buzullar intikamlarını alacak ve km'lerce kalınlıktaki buz tabakaları Kuzey Amerika ve Avrupa'nın büyük bölümünü ezip geçecektir.
Yaklaşık her 27 milyon yılda bir Güneş'in, galaksimizin asteroitlerle dolu orta bölgesinden geçmesi nedeniyle dünya'da döngüsel bir kitlesel yok oluş yaşandığına inanılıyor.
Günümüzden yaklaşık 1 milyar yıl sonra Güneş'in parlaklığının artması, Dünya'yı fotosentez için çok sıcak hâle getirecek ve okyanuslar yavaşça buharlaşarak gezegenimizdeki tüm yaşamı sonlandıracaktır. Muasır medeniyetimiz, büyük çaplı bir dönüşüm geçirmediği taktirde bu olacaklardan kurtulamayacaktır. Seçeneklerimizden birisi, doğanın Dünya'yı devralmasına izin vererek Dünya dışı yaşam alanlarına taşınmamız olacaktır.
“Bishop halkaları” 1 milyardan fazla insanı barındırabilecek dairesel dev yapılardır.
3 milyon km²den fazla alan sağlayabilirler yani yaklaşık Hindistan veya Arjantin kadar.
Hafif karbon nano tüplerle inşa edilebilirler ve dönüşleri, kendilerine ait bir atmosferi tutmak için yeterli yerçekimini oluşturabilir. Ancak Dünya'ya bağlı kalmayı seçersek gezegenimizin merhametine kalmak zorunda değiliz. Onun geleceğini yazma gücüne sahibiz. Karşı karşıya olduğumuz tüm tehlikelere rağmen ütopik gelecekler erişebileceğimiz mesafede ve düşündüğümüzden çok daha yakında.
ııı. ᴋısıᴍ AŞKINLIK
Şu anki güçlerimiz atalarımıza tanrısal görünürdü.
Ancak bugüne dek başardığımız her şey bundan sonra olacakların yanında sönük kalabilir. Sanayi Devrimi'nden bu yana teknolojik ilerleme, insanoğlunun hayatını her açıdan köklü bir şekilde iyileştirmiştir.
Dünya genelinde hayat kalitesi tüm zamanların en yüksek seviyesinde.
Olumsuz bilgilere karşı daha dikkatli olmamız amacıyla evrimleşen olumsuzluk önyargımız nedeniyle bu olumlu eğilimleri net olarak algılayamıyoruz. Ancak ilerleme inkâr edilemez.
Sürdürülebilir bir uygarlığa dönüşmemiz artık durdurulamaz görünüyor.
Güneş ve rüzgâr enerjisinin maliyetleri uzman tahminlerinden daha hızlı düşüyor
ve bu da onları fosil yakıtlardan daha ucuz hâle getiriyor. Aynı zamanda YZ ve biyoteknoloji alanındaki birbirine yaklaşan ilerlemeler insan refahının köklü bir biçimde geliştirileceğine işaret ediyor.
AlphaFold gibi projeler şimdiden patojenlerin yapılarını ve kanser tedavilerini
insanlardan çok daha hızlı keşfetmekte. Tek gen mutasyonlarının neden olduğu 10,000'den fazla hastalık bulunmakta ve CRISPR gibi gen düzenleme araçları bunların hepsini tedavi etme potansiyeline sahip.
Bu yükseliş eğilimleri, insanoğlunun potansiyelini kat be kat arttırmakta.
Bizler, şimdiye dek yaşamış en sağlıklı en varlıklı, en özgür, en eğitimli ve en gelişmiş insan nüfusuyuz.
Bu eğilimler devam ederse uzuvlarımızı yenileme tüm hastalıkları ortadan kaldırma ve yaşam süremizi sonsuza dek uzatma gücünü elde edebilir ve tarihimizdeki en kökten dönüşümün eşiğine gelebiliriz.
Bu çığır açıcı buluşları yapmak insan aklının tek başına yapamayacağı teknolojik sıçramalar gerektirecektir.
Ancak daha şimdiden NASA, yapay zekâyı kullanarak uzay misyonu malzemelerini tasarlamaya başladı ve yapay zekâ, insanlardan üç kat daha iyi iş çıkardı. Ayrıca temiz biyoyakıtların ve kuraklığa dayanıklı mahsullerin geliştirilmesine de öncülük etmekte.
Bunlar, iklim değişikliğiyle mücadelede çok büyük öneme sahip olabilirler.
Üstelik bu daha başlangıç. İnsanlığı zorlayan karmaşık sorunların üstesinden kolaylıkla gelebilecek ve insan kapasitesini büyük ölçüde aşacak bir "süper yapay zekânın" doğuşuna yol açacak bir zekâ patlamasına tanıklık etmekteyiz.
Bunu insani değerlerimizle uyumlu bir hâle getirmek yeni ve büyük bir zorluk olacaktır.
Ancak bu, çok gerekli bir adımdır. Yalnızca bize sağlayabileceği müthiş düzeyde refah için değil ayrıca zararlı yapay zekâların tehdidine karşı koymak için de.
Güvenli şekilde programlanmış bir süper zekâ insanlığın ilerlemesi için ana hedef olmalıdır.
Eğer yapay zekânın gücünü insanlığın iyiliği için güvenli bir şekilde kullanabilirsek atalarımızın hayal dahi edemeyeceği ütopik bir gelecek çizebiliriz.
Hastalıklar ve açlıktan arınmış biyoteknolojinin iklimi ve biyoçeşitliliği dengelediği
bol miktarda temiz enerjinin yapay zekâ ile uyum içinde geliştirildiği roket ve malzeme bilimindeki çığır açıcı gelişmelerin insanları uzak gezegenlere ve uydulara götürdüğü müzikal ve sanatsal dışavurumlar için tasarlanan yeni araçların güzelliğin, deneyimin ve anlayışın sınırlarını genişlettiği bir gelecek.
Üstelik tüm bunlar, daha da görkemli bir geleceğin sadece başlangıcı olabilir.
Enerji kullanımımız katlanarak artmaya devam ederse bir zaman sonra Dünya'ya gelenden daha fazla enerjiyi kontrol edebilir ve “Tip I” bir uygarlık olabiliriz.
Yakın zamanda yapılmış bir araştırma bunun 2371 yılı gibi kısa bir süre sonra olabileceğini göstermekte. Yıllık %3'lük büyümeyi sürdürürsek de sadece birkaç bin yıl içinde Tip II seviyesine ulaşabilir ve Güneş'ten gelen tüm enerjiyi kontrol edebiliriz.
Türümüz, 5 milyar yıl sonra Güneş'in ölümüne kadar ayakta kalabilirse bu, 600 katrilyon insanın doğumuna neden olabilir!
Üstelik uzayı kolonileştirirsek çok daha fazlası doğabilir: Samanyolu'nun her yerine yayılmış yüz bin trilyon trilyon (10²⁹) insan! Ancak uzay ve zamanda ne kadar uzağa yayılırsak o kadar farklılaşacağız. Her biri değişime karşı farklı toleranslara sahip olan
birden çok türe ayrılmamız muhtemeldir.
Kimileri, makinelerle birleşerek yeni bir melez tür oluşturmayı seçebilir ve doğal seçilimi reddederek teknolojik evrimi benimseyebilir. Diğerleri ise tamamiyle biyolojik kalmayı seçebilir.
Bu ayrışma, Neandertallerden bu yana tarihte ilk defa birden fazla insan benzeri türün Dünya'da gezinmesi anlamına gelirdi. Ve eğer bilincimizi dijitalleştirebilirsek insan kimliği sonsuz çeşide ayrılabilir.
Yeni ve daha güçlü formlara evrildikçe er ya da geç derin bir soruyla yüzleşmek zorunda kalacağız:
Kâinattaki nihai gayemiz nedir?
Galaksinin tümünü kolonileştirerek Tip III bir medeniyet olmak ve Samanyolu'nu kendi zevkimize göre yeniden düzenlemek gibi azametli bir hedefe yönelebiliriz.
100 trilyon sene falan sonra, yıldızlardan bile daha uzun yaşamayı amaçlayabiliriz!
Ancak bu uzak hayaller bizim kavuşabileceğimiz hayaller değildir. Eğer bunlar, günün birinde gerçekleşirse insan kökenlerinin çok ötesine evrilmiş uzak torunlarımız tarafından gerçekleştirilecektir. Bunun yerine insanoğlunun nihai gayesi belki de daha şahsî bir şey olmalıdır:Dünya'yı her şeyin başladığı o ufak gezegeni kurtarmak gibi.
Dünya'yı, genişleyen Güneş'ten uzaklaştırarak yaşamın oyununu milyarlarca yıl uzatabiliriz.
Bu, Ay'ın karanlık yüzüne devasa bir iletken karşı ağırlık inşa edilerek gerçekleştirilebilir.
Bunu yapması milyonlarca yıl sürerdi fakat sebep olduğumuz tahribatı telafi etmek
ve yaşamın çağlar boyunca gelişimine destek olmak için çok kıymetli bir amaç olurdu.
İnsanoğlu için son bir kefaret. Hiçbir gelecek kesin değildir. En iyimser gelecekler bile büyük adaletsizlikleri ve acıları beraberinde getirecektir. Ancak geleceğimiz hakkında umutsuzluğa kapılmak tarihimizi ve istisnacılığımızı göz ardı etmek anlamına gelir.
Direncimiz bizi koruyacak; zekâmız ise bizi ileriye taşıyacaktır.
İyimserlik yalnızca makul değil, İyimserlik yalnızca makul değil, aşkın bir istikbâl için önemli bir araçtır da. Bizi yalnızca en kötü ihtimaller durdurabilir. Eğer bunlardan kaçınabilirsek Dünya'yı da aşarak kâinatın dört bir köşesine yayılacak yeni bir yaşamın tohumlarını ekebilme potansiyeline sahibiz. Tarihimizin bize verebileceği bir ders varsa oda, insan ırkını asla hafife almamaktır.