ALL QUİET ON THE WESTERN FRONT
Savaşın Tarihi neredeyse insanoğlunun tarihine kadar uzanır. Nedeni ise insanın doğası gereği savaşa meyilli bir varlık olmasındandır.
Hemen hemen her yüzyılda insanlık savaşı deneyimlemektedir. Savaş kavramı dini metinlerde, destanlarda, romanlarda ve efsanelerde sıklıkla yer alır.
Peki insanlar neden hep savaşır?
Bunun birkaç nedeni mevcuttur. Bir milletin veya kişilerin çıkarları yüzünden başka bir toprağı işgal etme, işgal edilmekte olan bir vatanı müdafaa etme, anlaşmazlıklar, katı ideolojiler gibi durumlar örnek gösterilebilir. Savaş başlı başına büyük bir kavram kısaca. (Bu konuyu daha ayrıntılı merak edenler için en aşağıya bir link bırakacağım.)
Bir konu anlatılırken sembollerin kullanılmasını önemli bulurum. Modern savaş konusu da Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (All Quiet On The Western Front) filmi ile güzel bir şekilde örneklendirilebilir. Hazır bu film Oscar Töreninde ödülleri toplarken ben de ufaktan bir incelemesini yapayım.
Zaman zaman filmin sahneleri çeşitli mecralarda karşıma çıkmaktaydı. Bir ara izlerim dedikten 2 ay sonra uzun bir otobüs yolculuğunda izleyebilmiştim filmi. Bitirdikten sonra derin bir nefes alıp verdiğimde, aklıma izlediğim en gerçekçi savaş filmi olarak kazınmıştı artık. Adeta filmin 30. dakikasında elime silah verdiler de cephe cephe filmin sonuna kadar ana karakterle beraber savaşıyormuşum gibi hissettim. Gelelim neden en gerçekçi film bulduğuma. Savaş ve tarih temalarında gerçeklik denen bir kavram vardır ve buna karşın bu gerçekliği yok eden propaganda ve manipülasyonlar da vardır. Aklınızdan iyi bildiğiniz savaş filmlerini geçirin mesela. Fury, Er Ryan’ı Kurtarmak, American Sniper gibi filmler gelirdi benim aklıma. Ne yazık ki bunlar içerisinde zaman zaman propagandalar içermektedir. Propaganda içermeyen belli sayıda filmler mevcuttur. Bu filmi izlerken herhangi bir propagandaya denk gelmedim ve film her iki tarafı da bize “burada bir farklılık yok” mesajı ile anlattı. Bir diğer neden uyarlandığı film olan ve isim olarak aynı olan 1930 yapımı All Quiet On The Western Front filmidir. Öyle ki 1930 yapımı film, ilk savaş karşıtı film olma durumunu taşımakta. Savaşın aktif olduğu yıllar böyle bir film çekilmesi de ayrı bir başarıdır. Şöyle de şaşırtıcı bir dipnot düşeyim. Bu 1930 yapımı olan film Atatürk’ün izleyip beğenmesine rağmen hakkında “Türkiye’de gösterilmesi sakıncalı” dediği ve filmin gösterime girmemesini sağladığı bir film özelliğini taşımakta. Bunun nedenlerine gelirsek o zamanlar Almanya ile Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinin yeni yeni düzelmiş olmasından ve filmin işlediği bir tarafın Almanya olmasından kaynaklıdır. Bir diğer neden ise Türk milletinin savaştan yeni çıkmış olması ve halkı etkileme imkanı olabileceği söylenebilir. Daha sonra Almanya bu filmi yasaklatınca Türkiye de buna uymuştur.Konusuna gelirsek I.Dünya Savaşı zamanı Almanya ile Fransa arası savaşın birkaç cephesini konu almakla beraber arkadaşlarıyla birlikte Alman Ordusu’na yazıldıktan sonra savaşın gerçekleri karşısında kendini risk altında bulan ve kahraman olma umutları yerle bir olan Alman asker Paul Bäumer’in hayatını işliyor. Diğer yazılarımdaki gibi tamamen spoiler odaklı gitmeyeceğim sadece bazı sahnelere değineceğim. Yine de spoiler görmek istemiyorsanız filmi izlemeden buradan devamını okumanızı önermem.
İlk sahne ile beni bayağı bağladı açıkçası film çünkü izleyici olarak direk cephenin içindeki çatışmanın ortasında gerçek bir savaş atmosferinde hücuma geçen bir asker görüyoruz.Sonrasında askerin cesedinin üzerindeki kıyafetlerini aynı birlikten diğer askerlerin çıkarıp cesedi tabuta koyduklarını görüyoruz. Bu birliktekiler tüm ölen askerleri için aynı işlemi uyguladığını ve kıyafetlerden yığınlar oluştuğunu görüyoruz. Sonrasında kıyafetlerin kadınlar tarafından yıkanıp temizlendikten sonra terzilerin hasarlı yerleri onardıklarını ve yeniden giyilebilir hale getirdiklerine şahit oluyoruz. İlk sahnede ölen karakterin kıyafetleri Paul Baumer’a veriliyor o bunun farkında olmasa da… Sonraları Paul ve arkadaşları cepheye geçtiklerinde gerçeklik ile ilk o zaman karşılaşıyorlar.
Filmin ortalarında beni belki de en çok etkileyen sahne Paul’un Fransız askeri acımasızca kalbinden defalarca bıçaklaması ve biraz aradan sonra pişmanlık duyup ona yardım etmek istediği kısımdır. Öyle ki öldürdüğü kişinin karısı ve çocukları olan bir terzi olduğunu öğrendiğindeki psikolojisini yüzünden rahatlıkla okuyabiliyoruz. Ve sonlardan da bir sahne olan yaralı olan arkadaşı Stainlaus’u sırtında uzun bir süre taşıyıp sedyeye koyduğunda doktorun “Boşuna taşımışsın. Karaciğerindeki kan vücudunu zehirlemiş” dediği sahnede birçok anlam çıkarılabilir. Doktorun bu ölüm haberini bu kadar rahatlıkla söylemesi savaş ortamındaki bir sağlıkçının ölümleri normalleştiren psikolojisinin bir yansımasıdır. Son sahnelerde ateşkese dakikalar kala Paul ölür ve savaş meydanında künye toplayan çocuğa çevrilir odak. İlk sahneleri de düşününce bunun bir döngü olduğunu ve adeta karakterlerin aynı cephede birbirlerine reenkarne olmasını görürüz. Sahne biter ve olayların gerçekleri yazmaya başlar.Esasında Batı Cephesi’nde 1914–1918 yılları boyunca siper savaşları olarak ilerlemiş ve bu 4 yılın sonunda siperler hiç kıpırdamamasına rağmen 3 milyondan fazla asker hayatını kaybetmiş.
Bu film beni en çok etkileyen savaş filmi olduğunu söylemekle beraber sanki izlerken 1917 filmi ile bağlantılı olduğunu düşündüm çünkü sinematografilerini birbirinden ayıramadım. Sanki 1917 ile aynı yerde geçiyor da cepheler farklı gibiydi. 1917 filminde olduğu gibi sahneler ve görüntüler bu filmde de muazzam.Yazımda yer verdiğim 3–4 farklı sahnesi dışında bu gibi etkileyici birçok sahne mevcut. Bir yandan hepsini yazmamamın nedeni filmde her şeyin açık olmasıdır aslında. İzleyince kolaylıkla sahneler ve genel film akışı için bir çıkarımda bulunabiliyorsunuz.
Filmi izlemeyenlerin mutlaka filmi izlemeleri ve diğer yazılarımda görüşmek dileği ile….