Komutan Halid Bin Velid
“Ölümden korkmanın hayata hiçbir faydası yoktur. Maksadımız cennetin bahçeleri ve dünyanın zevkleri değil Allah rızasıdır. Yürüyünüz, varsın bu sahralar İsm-i Celâl ile inlesin, insanlık huzur bulsun.” – Halid B. Velid –
İnsanların kurtuluşu için yaşamak… Yaşatmak için yaşama arzusundan feragat etmek… Varsın başkaları unutsun ahdini, kendine ayırsın tüm zamanını. Ölecek biri varsa o ben olmalıyım. Gerekirse tüm hayatım çile ve sıkıntı ile geçsin, yeter ki ilahî davet her yere gür sedasını duyursun… İdeal ufku bu kadar yüksek bir nesil. Bu mukaddes gaye için bir hayat değil, binlerce hayat feda edilse değer diyen bir nesil… Bu dava için yaşama, bu anlayışla dünyadan ayrılma ve eteklerini dünyanın tozuna toprağına bulaştırmadan, bu onurla Rabbe iltica etme… Yine yeni bir yıldız sayfamıza onur verecek. Ve onun hayatının iz düşümlerini yakalamaya çalışacağız hep birlikte.
Hz. Peygamberin, hakkında: “Ne güzel bir kul” diye bahsettiği sahabi. En büyük özelliği girmiş olduğu savaşlarda Allah’ın yardımıyla zafer kazanmasıdır. Yenilmez kılıç, bükülmez bilek olarak bilinen Halid Bin Velid, İslam’dan önce İslam’ın aleyhine çekilmiş en büyük kılıçken, İslam’dan sonra İslam’ın hizmetine çekilmiş en büyük kılıç oldu.
Halid Bin Velid, Hicrî yedinci yılda Müslüman olmuştur. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mute savaşındaki başarısından ötürü onu Allah’ın kılıcı diye övmüştür. Mekke’nin şerefli ve itibarlı ailelerinden biri olan Mahzum oğullarındandır. Ordu komutanlığı Hz. Halid’in ailesinin bir imtiyazıydı. Uhud savaşında ve Hudeybiye sulhu esnasında, Kureyş ordusunun komutanlarından birisiydi.
Hudeybiye antlaşmasından sonra Hz. Peygamber umre için Mekke’ye gittiğinde Halid’in daha önce Müslüman olan kardeşi Velid’e Halid’i sorar. Hz. Peygamber Halid gibi bir insanın müşriklerin içinde kalmasının şaşılacak bir durum olduğunu belirtir. Velid kardeşi Halid’e Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu iltifatını bildiren bir mektup gönderir. Bunun üzerine Hz. Halid Müslüman olmak için Mekke’den yola çıkar, yolda Amr Bin el-Âs ile karşılaşır ve: “Nereye kadar Amr? Az mı direndik, nereye kadar sürecek bu küfür? Hayatımız boyunca Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e savaş aştık. Gel artık Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yanında diz çökelim” demiş ve iki dost birlikte Mekke’den Medine’ye gelip Müslüman olmuşlardır.
Yılları İslam’a düşmanlıkla geçmişti Halid Bin Velid’in. Peygamberimizin huzurunda iken bir utanç sarar Halid’i. Gözlerinde hep bir mahcubiyet, kaçırır bakışlarını Rasulullah’ın gözlerinden. Rasulullah’a bakmaya hayâ eder. Kim bilir belkide Uhud’u hatırladı, Hz. Hamza’yı hatırladı. Paramparça olmuş bedenini görünce, Yüce Nebi’nin ne kadar üzüldüğünü hatırladı. Başını yere eğdi Uhud’un komutanı. Ve Rasulullah’a şöyle dedi: “Ya Rasulallah! Ben size çok zarar verdim. Sen neredeysen, önünde çekilmiş bir kılıç gibi duruyordum. Benim için dua eder misin? Allah şu günahkâr adamı affetsin.”
İlk Müslüman olduğu gün bir sefer vardı ve o arkada bırakılmıştı. Koca kumandan buna öyle içerler ki; ağlamaya başlar. Rivayetlere göre Cibril gelir bunun üzerine ve: “Ya Rasulallah! Halid çok üzülmektedir. Onu da orduya alın” buyurur.
Halid Radıyallahu Anh cihad duygusu ve şehitlik arzusu ile dopdolu bir mü’mindi. Cihad meydanları onun için Allah’a en yakın meydanlardı. Kendisi şöyle der: ‘Ben harp meydanında mücahede ve mücadeleden aldığım zevki, hiçbir zaman zifaf gecesinin keyfinden alamam.’ Halid Bin Velid ilk iman edenlerden değildi, Peygamberimizin yanında olup sıkça sohbetlerine katılan biri de değildi, genç yaşta iman da nasip olmadı belki ama öyle bir iman etti ki; geçmişteki küfür dolu hayatından hiçbir iz kalmadı geriye. Benim diğerleri gibi imkânım olmadı demedi ne yapabilirim ki demedi ne yapmalıyım sorgusuyla cihad meydanlarında boy gösterdi. İman en büyük imkândır. İman varsa eğer çaresiz değiliz, aciz değiliz. Yerine mıhlanıp kalkamayanlar hangi mazeretlerin kurbanıdırlar acaba? Hangi haklı gerekçe bunu maruz karşılar? Allah yolunda cihad etmenin lezzetine ve şerefine ulaşanlar hızla yol alırken ebedi saadete doğru, bizler hangi edna zevklerin peşinde koştuğumuzdan ötürü kaybetmenin eşiğine geldik? Şayet kaybedersek, kazanacağımız yeni bir yer yok, gidersek dönüşümüz yok, zaman hızla ilerlerken ve dünya Müslümanlarının hali tüm açıklığıyla gözlerimizin önündeyken, hiçbir mazeretimiz bizi haklı çıkarmayacak. Hayatlarını öğrendiğimiz bu güzide insanlara örnek nazarıyla bakmayacaksak, onlardaki fedakârlık ve bağlılığı kendimize şiar edinmeyeceksek, onların hayatını öğrenmeye de gerek yok. Oysa her biri kendilerince örnektir bize lisanı halleriyle…
Şimdi de Hali Bin Velid, Peygamber sevgisiyle örnek olur. Henüz yeni iman etmiş olmasına rağmen Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e öyle derin bir muhabbet ve bağlılık hisseder ki; Rasululullah’ın yerde hasırın üzerinde oturduğunu görünce, üzerindeki atlas işlemeli ziynetlerle süslenmiş hırkasını çıkarır ve ağlamaklı bir şekilde: “Ya Rasulallah! Görüyorum ki hasır üzerinde oturuyorsunuz, mübarek bedeniniz inciyor. Bunların üzerine oturun” der.
Şüphesiz hayatı boyunca başarılı bir komutan, savaş stratejisini iyi bilen bir kumandan olarak bilindi. Tarihçiler Halid Bin Velid’in katıldığı ve zafer kazandığı harplerin sayısını belirlemekte ihtilaf etmişlerdir. Bu anlamda isminin taşıdığı anlamla mutabık olarak; “tek olma, eşine az rastlanır olma” özelliğine sahip olmuştur. Bir gün düşman ordusunun komutanı Halid b. Velid’in bu başarısına hayranlığını gizleyemez yanına yaklaşır ve: “Duydum ki; senin kılıcın gökten inmiştir. Bunun için seni mağlup etmek mümkün değil” der. Başarıyı asla kendisinden bilmeyen, kendisine verilenin Rabbi tarafından verildiğinin farkında olan komutan şöyle cevap verir: “Hayır, benim kılıcım gökten inmedi. Fakat gökten vahiy alan bana bu kılıcı verdi.”
Komutanlık yaptığı savaşlar elbette çok fazla. Ancak özellikle Mute’deki başarısı, askeri dehasını daha net ortaya koymaktadır. Üç bin askeri iki yüz bin askere karşı donatmış ve orduyu kalabalık düşman karşısında bozguna uğratmadan Medine’ye kadar getirmeyi başarmıştır.
Halid Radıyallahu Anh elde edilen zaferleri her ne kadar kendisinden bilmese de bu başarılarıyla şöhret oldu. Hatta halk öyle bir duruma geldi ki; Halid’in katıldığı tüm savaşlar galibiyetle sonlanır diye düşünmeye başladılar. Bunun üzerine dönemin halifesi Hz. Ömer Radıyallahu Anh, onu zaferin doruğundayken görevden azleder. Fakat Halid Radıyallahu Anh bundan hiç rahatsız olmaz. Giderken bir camiye uğrar ve yanında olanlara: “Halife Ömer beni azletti onun için gidiyorum” der. Cemaatten biri: “Ey kumandan! Biz şimdiye kadar sana itaat ediyorduk fakat şimdi söylediğin bu söz başkaldırmalara neden olur. Sen olmazsan isyanlar başlar” dediğinde, halifeye bağlılığını gösteren ve olası fitneyi önleyen sözle karşılık verir Halid Radıyallahu Anh: “Kimse tasalanmasın. Ömer olduğu müddetçe başkaldırmalar olmaz!”
Halid Bin Velid, son kez halifenin yanına gelir. Hz. Ömer onu görünce: “Ey Halid, biliyorsun ki seni çok severim. Sen görevinden başarısız ya da hatalı olduğun için azledilmedin. Fakat halk elde ettiğin zaferleri senin şahsında buluyor. Ben biliyorum ki bize bu zaferleri ihsan eden Allah’tır. Senin, halkın şirkine sebep olmandan korktum. Onun için azlettim” der. Halid Bin Velid, kalbinde asla bir sıkıntı hissetmeden karara saygı duyar ve gönül hoşnutluğu ile kabul eder. Bundan sonrasında ise, daha öncesinde emrinde çalıştırdığı Ebu Ubeyde’nin emri altına girer ve bir nefer olarak çalışır.
En büyük arzusu cihad meydanlarında şehit düşmek olan sahabi, ölüm döşeğindedir artık. Kederlidir, sağa sola döner, bir sıkıntısı vardır kumandanın. Ve şu veciz sözler anlatır sıkıntısını: “Şimdiye kadar yüz civarında muharebede bulundum, bedenimde ok, kılıç, mızrak yarasından başka bir karış yer kalmamış olduğu halde, hamdolsun İlay-ı Kelimetullah uğrunda can veriyorum. Rahat döşeğimde öldüğüme teessüf ederim. Korkakların gözleri uyumasın!” Bu sözlerle konuşmasını tamamlayan Halid Radıyallahu Anh, ardından gözlerini kapar ve vefat eder. Yanında bulunanlar onun hakkında şöyle derler: “Herkesin sevdiği, saydığı bir insan olarak yaşadı ve İslam’ın bir yitiği olarak ölüp gitti. Öldü… Ve bir atı bir de kılıcını miras bıraktı…”