şebnem ferah hakkında...
Geçenlerde arabamda oğlumla birlikte yolculuk yaparken, uzun zamandır beğenerek dinlediğim bir sanatçının cd çalmaya başladığında, daha çok o yaş gurubuna hitap eden sanatçının şarkılarını duyduğunda oğlumun ilk tepkisi “iç karartan şarkılar, niye bu kadını dinliyorsun” oldu. Şaşırmamak elde değil, dediğim gibi aslında onun yani daha çok gençlerin yaş gurubuna hitap eden bu rock şarkıcısının şarkı sözleri: gerçekten dikkatli dinlendiğinde sürekli hüzün, karanlık ve sıkıntılı. Ama, öte yandan, zaten biz toplum olarak genelde öyle karamsar ve acitasyon yüklüyüz ki: müzikte de bu tür şarkılar hoşumuza gitmiyor mu, yani içimizi karartan şarkılar, bir anlamda içimizdeki duyguları yansıtıyor diye daha çok ilgimizi çekmiyormu? Çektiği kesin ki, bu tür şarkılar tutuyor, yıllarca Orhan Gencebay bunların en büyük önderlerinden biriydi ve hala seviliyor, dinleniyor. Bir de bu olayın diğer yüzü var. Örneğin: bu karanlık, karamsar ve melankolik şarkıları söyleyen rock şarkıcısının yaşamı. İnsan, bu tür şarkıları söyleyebilmesi için, bu kadar içten söyleyebilmesi için mutlaka bir anlamda, sıkıntılı bir hayatın içinde olması veya sıkıntıları yaşaması gerekir diye düşünüyorum. Yani, sıkıntılı olmayan bir insanın bu denli melankoli yaşatması mümkün mü?
Derken: ülkemizin en büyük rock şarkıcısı Şebnem Ferah’ın, yaşamına şöyle bir göz gezdirdim ve elbette karşıma yine sıkıntılı ve melankoli dolu, dramatize bir hayat hikayesi çıktı. Şarkılarında çığlık atması ve sesinin gücü ile öne çıkan bu sanatçının yaşamı tam anlamı ile dram. Orta yaşa geldiğinde, tüm ailesini, yakınlarını ve hatta kendi ifadesi ile, çocukluğunda oynadığı sokakları bile yitirmiş bu insan; bir anlamda, söylediği melankolik şarkıları yaşayarak ve hissederek söylüyor, zaten ilginç olan bu değilmi yani hislerini dinleyenlerine aktarabilmesi.
Evet, gelelim, Şebnem Ferah’ın, sevenlerinin kendisine “Şebo” olarak tanımladığı sanatçının kısa yaşam öyküsüne:
Ferah ailesi: Ali bey ve İfadet hanım, küçük kızları Aycan ile 1970 yılında, Üsküp şehrinden ayrılıp, Türkiye’ye gelirler ve Yalova şehrine yerleşirler.
Ali Bey: öğretmenlik yapmaya başlar. Bu sırada: Yalova’da 12 Nisan 1972 tarihinde, bir kızları daha dünyaya gelir ve adını “Şebnem” koyarlar. Böylece: Ferah ailesi, iki kızları ile birlikte Yalova’da yaşama devam ederler. Ancak: ailenin en büyük eğlencesi, müziğe aşırı tutkulu olmalarıdır. Evlerinde: mandolin, bağlama eksik olmaz, babası piyano çalar ama bu sırada Rumeli geleneği olarak, annesi türküler söyleyerek babasına eşlik eder. Yani: aile tam bir müzik ortamı içinde yaşamını sürdürmektedir. İşte: Şebnem: böyle bir ortamda dünyaya gelmiş ve yaşamının ilk yılları, bu müzik namelerini dinleyerek geçmiştir.
Şebnem: ilkokula başladığında: müziğe aşırı ilgisi nedeniyle: mandolin ve solfej dersleri almaya başlar.
Derken: daha iyi eğitim alacağı düşüncesiyle, ailesi kendisini Bursa şehrine gönderir ve Lise yılları: “Özel Namık Sözeri” Lisesinde yatılı olarak devam etmeye başlar. Burada, 13 kızla birlikte kaldığı yatakhanede tek mutluluğu müzik dinlemektir. Hafta sonlarında: Yalova’ya ailesinin yanına gitmektedir. Yine böyle bir tatil gününde, Lise 1. yıllarında bir akrabası ile bisikletini, gitar karşılığında değiştirir. Ardından: deli gibi gitar çalmaya ve İngilizce şarkı sözleri yazmaya başlar.
Yatılı okulda, izinli olduğu Çarşamba günleri: Bursa’da akustik gitar dersleri almaya başlar. Hafta sonları, yine Yalova’ya gider ve orada klasik gitar çalışır.
Yine, bu Lise yıllarında, bir Londra gezisinde, özellikle “Seth Riggs” cd leri ve kitapları satın alır. Çünkü: Seth Riggs: Madonna ve Pavarotti gibi birçok sanatçı yetiştirmiştir. Onun cd. Lerinden “gırtlağını” nasıl kullanması gerektiğini ve sesini kullanmayı öğrenir. (işte o çığlıkların çıkış noktası) Öyle ki, ileriki yıllarda bile konserlerden önce: sahneye çıkmadan önce, Seth Riggs cd lerindeki çalışmaları yapmayı ihmal etmez.
Lise 2. yıllarına geldiğinde: Bursa’da kiralık enstrümanlar ile stüdyo kiralayarak bir gurup kurar. “Pegasus” isimli bu gurup solisti olarak: 1987 yılında yani 15 yaşında iken Bursa’da düzenlenen bir festivalde ilk kez sahneye çıkar ve şarkılar söyler. Ancak: Pegasus uzun ömürlü olmaz ve bir süre sonra dağılır.
Şebnem: bu denemenin ardından, gurup için en iyi arkadaşlarının bir araya gelmesi gerektiğini anlar ve yeni gurup için bu kez en yakın arkadaşlarını bir araya getirir. Ancak, bu kez yine ortaya ilginç bir durum çıkar ve ülkemizde ilk defa, tamamen bayanlardan oluşan bir rock gurubu olan “Volvox” ortaya çıkar. Çünkü: 1980’lerin ortalarına denk gelen bu dönemde, Bursa’da Sedat Sarıca isimli bir müzisyenle tanışır. Sarıca çok iyi bir basgitarcıdır ve stüdyosu vardır ve gitar dersleri vermektedir. Topluluk prova yapmak için onun stüdyosuna giderler.
Bu sırada, yani okul yıllarında yine hafta sonları Yalova’ya eve gittiğinde, odasına kapanıp, yemek bile yemeden çalışır ve içinden gelen sesleri dinleyerek, gitarı ile kafasına göre bir şeyler çalar ve bunları bir teybe kaydeder. Ardından bu teyp kayıtlarını dinleyerek şarkılara İngilizce söz yazar. Ancak: yine o yıllarda da, yazdığı sözler ve yaptığı şarkılar, genel anlamda: mutsuz ve karanlık yani melankolik sözler ve yapımlardır. Bu durum kendisine sorulduğunda “ya içimden öyle geliyordu ya da dinlediğim yabancı şarkılardan kulağıma yapışanlar bunlardı” diye yorumlamaktadır.
Derken, Lise yılları biter ve özellikle matematik konusunda bir hayli zeki olan Şebnem: ODTÜ Ekonomi bölümünü kazanır ve yine Ankara’da bir üniversite kazanan ablası ile birlikte, Ankara’ya yerleşirler. Bu arada: Şebnem, gönlünce gitar çalabileceği ve sosyal aktiviteleri gayet bol olan bir okul yaşantısına başlar. Amatör guruplarda şarkıcılığa başlar, konservatuarlı Özlem Tekin ile tanışır ve onu “Volvox” gurubuna dahil eder. Ancak: bir süre sonra, gurup üyelerini, İstanbul’daki üniversiteleri kazanmaları nedeniyle, İstanbul’a yerleşirler ve “Volvox” gurubu dağılma aşamasına gelir.
İşte: bu dönemde hayatının en kritik kararını verir ve 2. sınıfta ODTÜ’yü bırakır ve İstanbul’a yerleşir. Çünkü: ekonomist değil şarkıcı olmak istemektedir.
Ardından: İstanbul macerası başlar. 18 yaşında, 4 genç kızdan oluşan “Volvox” haftanın beş günü, barlarda sabahlara kadar müzik yapmaktadırlar ve kazandıkları parayla ev kiralarını ödeyebilmenin mutluluğunu yaşamaktadırlar ve aynı zamanda sahne performansı ve sahne disiplinini öğrenmektedirler. Şebnem, yeniden üniversite sınavına girer ve bu kez İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanır.
Takip eden 2 yıllık bu yoğun süreç, onları yorar ve “Volvox”: 1994 yılında, sekiz yıllık sürecin ardından dağılır. Özlem Tekin: bireysel albümünü çıkarır. Bu sırada Şebnem de artık kendi şarkılarını söylemek istemektedir.
Yine bu sıralarda, Şebnem tarafından hazırlanan ve Şebnem’in gitar çalarak vokal yaptığı bir demo: TRT’de “Kokteyl” programında yayınlanır. Büyük bir raslantı, aynı programı izleyen Sezen Aksu: Şebnem’in sesinin gücüne şaşırır ve yardımcılarına tek bir cümle ile Şebnem’e olan beğenisini ifade eder “bulun bu kızı bana getirin”
Evet; yetenek, başarı, kalite hayatta çok şey ifade etmez. Mutlaka birilerinin sizi duyması, görmesi, keşfetmesi gerekmez mi? İşte: Şebnem: kendini bir anda, ülkemizin en büyük sanatçılarından biri ve hatta idol olan Sezen Aksu’nun ardında vokalist olarak bulur. Ancak, Sezen Aksu, diğer birçok daha sonra ünlenecek vokalistleri gibi Şebnem’e de destek olmayı sürdürür. Şarkılar hazırlanır, hazırlıklar tamamlanır ve stüdyoya girilir. Hazırlanan bu albüme çok güvenmesine rağmen, satılıp satılmayacağı konusunda büyük tereddütler yaşamaktadır ve daha önce ülkemizde hiç yapılmamış bu tür albüm ile büyük maddi risk aldığını düşünmektedir. Ama bu albüm aynı zamanda onun prestij albümü olacaktır. Stüdyoya girmelerinin ardından, 5 aylık süreç bitiminde muhteşem albüm ortaya çıkar, ilk kez davul ve bas sesi kullanılan “Kadın” isimli albüm: 15 Kasım 1996 tarihinde, Şebnem 24 yaşında iken piyasaya sürülür ve teknik anlamda bu muhteşem albüm; 400 bin gibi muhteşem bir rekor satış rakamına ulaşılır.
İlk solo konserini ise, 4 Nisan 1997 tarihinde İzmir Ege Üniversitesinde verir.
Tüm bu güzellikleri yani arzu ettiği yaşama ulaşmışken: dramatik yaşamın ilk darbesi gelir. Ablası: Aycan: ölümcül bir hastalığa yakalanır ve Yalova’da ablasının başucunda ölümünü beklerken: bir gün odasına kapandığında, 3-4 dakika içinde “Deli Kızım Uyan” isimli şarkısını yazar ve besteler. Bu şarkıyı bestelerken, bu sözleri ablasına söylediği düşünülür. Zaten: bu şarkıyı dinlediğinizde, onun yaşadığı hüznü hissetmemek mümkün değildir. Evet: 1997 yılı sonlarında ablasını kaybeder.
Sonrasında: büyük bir bunalıma giren, Şebnem, yaklaşık 2 yıl boyunca sesi çıkmaz olur. Hatta: Yalova’daki evlerinde kahkaha atmaya korkar. Çünkü: ablasının hastalığı çok uzun sürmüş ve bu durum evlerinde tamamen bir hüzün ortamının egemen olmasına neden olmuştur. Dolayısı ile Şebnem: gençlik dönemini bu olumsuzluklar içinde geçirmiştir. İçinden deli doluluk gelse de hiç bir şey yapamamanın sıkıntısı ile.
30 Haziran 1999 tarihinde: bu kez “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” isimli, melankoli ve hüzün dolu albümünü çıkarır.
Ancak; dram bununla bitmez. 17 Ağustos 1999 tarihindeki büyük depremde Yalova yerle-bir olur ve bu felakette bu kere: babası Ali bey’i kaybeder. Babası Ali bey ile birlikte: Şebnem: tüm çocukluğunun geçtiği mahalleyi, sokakları ve birçok tanıdığı insanı da yitirir. Bundan sonraki yaşamında, babasını onun çok sevdiği “Kadınım” isimli şarkı ile anımsayacaktır.
Yine, bir süre sıkıntılar ve ardından 18 Ekin 2001 tarihinde, üçüncü albümü “Perdeler” i çıkarır. Yine kendi ifadesine göre: bu sıkıntılı günleri atlatmak için müziğe tutunur. Çünkü: babası hayatında çok önemli bir karakterdir. Bir süre sessiz kalır, ne olduğunu anlamaya çalışır. Yaşadığı acıların, kendisine çok şey öğrettiğini düşünür ve yine müziğe sarılır.
6 yıl sonra üçüncü albümünü çıkarır ve müzik yaşamına devam eder.
Ancak, bu arada dram bitmez. 2 Temmuz 2011 tarihinde, bu kere annesi İfadet Ferah: Yalova’da kalp krizi geçirerek vefat eder ve yaşamda bütün ailesini, sevdiklerini kaybeder.
Evet: Türkiye’de bir bayan olarak, en iyi elektro gitar çalan müzisyen, dokunaklı ses, hüzünlü bakışlar, en iyi çığlık atan kadın sanatçıdır. Ama en önemlisi: sesinin gücünün 3 oktav olduğudur ve bu yönü ile tam bir yetenektir. Çünkü: dünya müzik piyasasında altın ses olarak kabul edilen Adele ve Beyonca, Rihanna ve Katy Perry ile aynı ses düzeyine sahiptir.
Sonuç? Sonuç: bir hasta rahatsızım diye psikiyatriste gider ve sorması üzerine, doktora yaşadıklarını ve yaşamını anlatır. Tüm bunları dinleyen doktor, hastasına: “hayır sen hasta değilsin, sadece hayatın çok boktan” der ve onu gönderir.
İşte: Şebnem Ferah bu, yani bu kadar kötümser, karanlık ve melankolik şarkıları büyük güçlü sesiyle söyleyen bu kadın: şarkılarında: yaşadığı dramı, dinleyenlerine gayet başarılı bir şekilde yansıtmayı başarıyor ve bence bu büyük bir beceri, onun büyük bir sanatçı olmasının en büyük nedeni…..