YALAN TESPİTİ

CegH...RMf9
1 Feb 2024
61



Yalan Tespiti

Yalan, insan ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Bu yüzden yalanı tespit etmek sosyal bir ihtiyaç haline gelmiştir. Yalan söylemenin doğası iki yönlüdür. Aldatmacaya karşı nasıl hissettiğimiz yalan söyleme nedenine bağlıdır. İnsanlar çoğu zaman gerçek hayatını göstermek yerine sansürü tercih ediyor. Bu durumlarda yalanı başarı ile tespit etmek oldukça önemlidir. Örneğin bir polis şüphelinin mazeretinin güvenilir olup olmadığını bilmesi gerekir. Bir klinik psikoloğun danışanının yalan söyleyip söylemediğini tespit etmesi gerekir ki tedavi sürecini doğru yürütebilsin. Yani yalanları başarı ile tespit etmek hem bireylerin hem de toplumun faydasına olan bir durumdur.

Yalanı tanımlamak basit bir görev değildir. Yalan, psikiyatri, dilbilim ve felsefe de dahil olmak üzere çeşitli disiplinlerden oluşan objektif bilim dalları vasıtası ile incelenmiş buna göre de çeşitli tanımlar önerilmiştir. Vrij ’e göre aldatmaca; kişinin gerçek olmadığını bildiği halde başarılı veya başarısız şekilde bir inanç yaratmasıdır. Yalan söylemek; doğrunun bastırılması, tutarlı bir yalanın iletilmesi, bu yalanın bağlamsal bilgisi ve davranışları, alıcının eylemlerini ikna etmek için davranışların değiştirilmesini gerektiren karmaşık bir süreçtir. Yalan söylemenin bu sade tanımı, içinde yer alan bilişsel süreçlerin bazılarını, gerçeği anlatmaktan daha farklı bir biçimde ifade eder; bu, kaçınılmaz olarak daha yüksek bilişsel yükle sonuçlanır. Bu da, yalan

söyleyen bir kişinin, “gerçeğin” in, onu başarılı bir şekilde manipüle etmek olduğunu bilmesi gerektiğidir.Hem gerçekliği hem de onunla bağlantılı aktif hafızayı engellemeli ve inandırıcılığını arttırmak için makul alternatifler üretmelidir.İnsanların aldatma tespiti deneylerinde gerçekleri yalanlardan ayırt etme şansının biraz daha iyi olduğu hem yaygın kabul görmüş hem de iyi belgelenmiştir.

Bond ve DePaulo'nun meta-analizi, aldatma tespiti deneylerinde ortalama doğruluğun sadece % 54 olduğunu ve % 50'sinin şans eseri ile elde edilebileceğini bulmuştur. Bu bulgu dikkat çekicidir, yayınlanmış çalışmaların % 90'ı çalışma sonuçları ortalamasının ±% 10'u içinde sonuç vermektedir. İnsanların neden gerçekleri tespit etmede yalanı tespit etmeye göre daha yüksek bir orana sahip olduğu ile ilgili olası bir açıklama ise; insanların yalan ve doğru söyleyenler hakkında klişeleşmiş görüşleriyle ilgilidir. Yalanları tespit ederken, insanlar, diğer şeylerin yanı sıra, ifadelerin tutarlılığı ve belirtilen ayrıntıların rehberliği ile yönlendirilirler. İnsanların içsel olarak tutarlı olan, makul olan ve doğru olan birçok ayrıntı içeren ifadeleri dikkate alma eğilimi vardır. Doğruyu en çok yansıtan ifadelerin çoğu muhtemelen bu süreçleri yerine getirir ve bu nedenle doğru olarak değerlendirilir. Ayrıca, yapılan bir meta-analize göre, sözel olmayan eğitimin ortalama olarak sadece % 4'lük bir oranla doğru tespit etmeyi arttırdığını göstermektedir. Yargıç olmak gibi bireysel farklılıklardan,mesleki ya da hakem olmaktan kaynaklanan çok az farklılık vardır. Son 40 yıla yön veren aldatma araştırması, yalan söylemenin, uyarılma, korku ya da suçluluk gibi duygular ve bilişsel yük gibi çeşitli içsel psikolojik durumlarla ilişkili olduğu ve bu psikolojik durumların nedensel olarak çeşitli açık davranışlarla ilişkili olduğu yönündedir. Her ne kadar yalancılar aldatmacaya bağlı bu davranışları bastırmaya çalışsalar da  ve davranışlarını dürüst görünmek için stratejik olarak değiştirseler de , aldatmaya karşı davranışsal ipuçları yine de sızar. Bu genellikle yalancıların aktif olarak izlenmesi ve kontrol edilmesi için daha zor olan sözsüz kanallardan oluşurç. Bu nedenle, sızıntı ve aldatma ipucu teorilerinin doğru olması durumunda, sızıntıyı tespit etme konusunda beceri sahibi olan bireyler, kusurlu olsa da, haksızlığa uğramış olsa da sızıntıya yol açan koşullar altında en azından doğruları yalanlardan ayırt edebilmelidir .Yapılan bir araştırmada gönderici davranışının ve gerçek önyargısının şüphe ve algılama doğruluğunu nasıl etkilediğini incelemek için bir ultimatom oyunu kullanılmıştır. Ayrıca, bir algılayıcının davranışının ipuçlarının sınırlı olduğu bilgisayar aracılı iletişim (BAİ) ortamlarında yalan algılama doğruluğunun gelişip gelişmediğine ve yüz yüze iletişimde (YYİ) yalanı tespit etmenin ne kadar başarılı olduğuna bakılmıştır. Yapılan çalışmada, Birleşik Devletler'de Midwestern Üniversitesi’ndeki üç yüz seksen sekiz lisans öğrencisi ve liberal sanatlar iletişim derslerinde ekstra kredi karşılığında araştırmaya katılan katılımcılar rastgele olacak şekilde iki ayrı gruba

yerleştirilmiştir. Katılımcıların eşleştiği partnerlerine bir miktar para verilmiş ve o paranın bir kısmını çalışmada eşleştikleri partnerlerine vermeleri istenmiştir. Verilecek para miktarını kendilerinin seçmesi istenmiş ve karşı tarafa toplamda kaç para aldıklarının söylenmesinin zorunlu olmadığı belirtilmiştir. Paraya sahip olan grup karşı tarafa götürdüğü para teklifini kabul eder ise, diğer taraf eşlerinin sunduğu para miktarını alacak ve paraya sahip olan taraf ise paranın geri kalanını kendi himayesinde koruyacaktır. Bu teklifi karşı taraf reddeder ise, sadece belirlenmiş tutar olan 1,50 doları alabileceği belirtilmiştir. Anlaşmayı yapmak için toplamda 5 dakikaları vardır.


Gerçeklerin tespiti için, aldatmanın saptanmasında YYİ ve BAİ arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Alıcılar, BAİ'deki doğruların % 77'sini ve YYİ'deki doğruların %79'unu doğru bir şekilde tespit edebilmiştir. Gerçek yanlılığı açısından, alıcıların %70.8'i, parayı veren tarafın verdiği bilginin doğru olduğunu düşünmüş, bu yüzden gerçek bir yanlılık oluşmuştur. Bununla birlikte, aldatıcıların % 72.3'ü aslında gerçek olduğundan, bu gerçek önyargı, yüksek doğruluğa katkıda bulunmuştur. Partnerlerinin hiçbir zaman asıl tahsisat tutarını öğrenemeyeceği gerçeğine rağmen, çoğu kişi yüz endişelerinin azalması beklenen BAİ koşullarında bile karşı tarafı aldatmayı seçmemiştir. Bu sonuç, Mazar ve Ariely  tarafından yapılan araştırmayı da desteklemiştir. Çoğu insanın yakalanma olasılığının olmadığı durumlarda bile yalan söylemediği tespit edilmiştir. Ancak, alıcılar aynı zamanda güçlü bir gerçek önyargısına sahiptir. Bu nedenle düşük aldatma oranları ve güçlü bir gerçeklik yanlılığı kombinasyonu, yüksek doğruluk oranının (% 68) olmasını sağlamıştır. George ve Carlson (2004, 2010) insanların YYİ’i yalanlar için birkaç farklı senaryoda tercih ettiklerini, muhtemelen YYİ'in yalanlarının daha kolay olduğunu düşündüklerini keşfetmişlerdir. Her ne kadar alıcılar YYİ'den ziyade BAİ'in yalanlarını saptamış olsalar da, tespit seviyeleri şanstan daha iyi bulunmamıştır. Yalan söyleme ya da doğruyu söyleme seçeneği verildiğinde sadece yetenekli yalancıların YYİ koşulunda yalan söylediği görülmüştür .

Serota, Levine ve Boster : “Üretken yalancıların özellikle olağandışı dürüst tavırları olduğunu, saydam yalancıların ise yalan söylemekten kaçınmasının muhtemel olduğunu düşünüyoruz. En çok da laboratuvar ortamı dışında ve inandığı kişiler tarafından bir yalan söylenirse,tespit oranları rastgele deneylerde gözlemlenenlerden daha düşük olacaktır.” Böylelikle,YYİ’de gözlemlenen düşük yalan tespit etme oranları, kişinin kendi aldatma kabiliyeti

hakkındaki bilgisine dayandığında, başkası tarafından kolayca yönlendirilebilir. Ayrıca,yetenekli bir yalancı için inandırıcı bir yalanı YYİ'de söylemek daha kolay olabilir;çünkü inandırıcı bir gerçeklik yaratmak için kişinin elinde daha fazla ipucu vardırç. Bu ipuçları alıcıların yalandan şüphelense bile kafalarının karışmasını sağlayabilir. Spesifik olarak, alıcıların YYİ koşulundaki hatalı tavır ipuçlarını, BAİ koşulundan daha fazla kullanmaları daha muhtemeldir. Çünkü bu işaretlerin, özellikle sözel olmayan ve vokal tonundaki yükseklik gibi ipuçları YYİ yoluyla elde edilebilir. Aldatmacayı tespit etmede doğruluğu azaltan faktörlerden biri, gönderenin dikkatinin mesajlarının doğruluğu ile yakından ilişkili olmamasıdır. Levine ve diğ. (2011), gönderenlerin dürüst ve dürüst olmayan tavırlarının nasıl ortaya çıktığının varyansları olduğuna dair kanıtlar buldular. Bu dürüstlük veya sahtekârlık görünümünün çoğunlukla gerçek dürüstlüklerinden bağımsız olduğu görülmüştür.

Levine ve diğ. “Çoğu insan, diğerleri yokken samimi değildir, yani; gerçekten dürüst ya

da yalan olup olmadıkları ile hiç bir ilgisi yoktur” demiştir. Levine ve diğ. (2011), bir gönderenin yalan davranışının, algıyı etkilemek için, gerçeklerden daha güçlü etkileri olduğunu bulmuşlardır. Bu demek oluyor ki gönderenin hareketleri yalan ve doğru algısını güçlü şekilde etkiliyor. Bir katılımcı, tipik bir aldatma deneyinde yalan ya da gerçeği söylemek için rastgele bir şekilde görevlendirildiğinde, genellikle %50'si yalan söylemeye ve %50'si doğru söylemeye atanır. Dürüst olduğu gözükmeyen bir tavır sergileyen biri, gerçeği söylemek için atanabilir. Böylece gönderenin tavrı karışıklık oluşturabilir. Çünkü çoğunlukla gerçek, dürüstlükle ilgisizdir ve bu da geçerli aldatma ipuçlarını tanımlamanın zorluğunu artırır . Levine ve meslektaşları, yalan ve doğru kasetlerini izleyen katılımcılarla yapılan röportajlar aracılığıyla, dürüst bir tavrın karakteristiklerini (kendinden emin, hoş ve arkadaş canlısı, ilgili ve akla yatkın açıklamalar verir) ve dürüst olmayan tavırları belirlemiştir (gözlere temas etmekten kaçınır, tereddüt eder ve cevap verirken yavaştır) belirsiz vokal tonu, gergin görünen, tavırlarda tutarsızlık ve kelimelerle ilgili belirsizliği iletir. Yalan tespiti için sözlü ve sözsüz ipuçlarını takip etmek önemlidir.


Bilimsel dergilerde aldatmacanın sözlü ve sözsüz ipuçları ile ilgili makalelerin genel

görünümleri yayınlanmaktadır. Araştırmacıların aldatmaya yönelik sözsüz ve sözlü ipuçlarını inceledikleri çalışmalarda, çoğunlukla bu konuda eğitim alan araştırmacılar video görüntüleri izlemekte ya da gerçek veya yalan söyleyenlerin oluşturduğu görüntülerin transkriptlerini analiz etmektedir. Araştırmacılar, gerçeki ve yalan söyleyenlerin gösterdikleri çeşitli sözsüz (örneğin; her tür hareket, göz teması, gülümseme, duraklama, ayrıntı miktarı, ayrıntı türü, çelişki) ve sözlü ipuçlarının ortaya çıkma sıklığını belirli kodlama sistemleri ile analiz eder. Doğru ve yanıltıcı cevapları karşılaştırır . Bazen sadece bu gözlemlere dayanarak bir yalanı yakalamak zordur. Karşıdaki kişi oldukça iyi yalan söylüyor olabilir. Bu durum yalan tespitini zorlaştırır. Bir araştırma iyi bir yalancının sahip olduğunu düşündüğü özellikleri şöyle belirtmiştir; (a) şüpheleri giderecek doğal davranışlara sahip olması, (b) bilişsel olarak iyi yalan söylemekte zorlanmayan, (c) yalan söylerken korku, suçluluk, ve zevk gibi duyguları yaşamayan, (d) görünüşte dürüst tavır sergileyen iyi birer oyuncu, (e) cazibesinin erdem ve dürüst görünmesini sağlayabildiği, ve (e) iyi bir psikolog. Yalancılar (gerçekleri söyleyenlerin aksine) karmaşık bir dizi sözel olmayan ipucu yayarlar. Araştırmalar, birçok aldatma ipucunun varlığında bile, algılayıcının hangi sözel olmayan işaretlere güveneceğine dair doğru olmayan inançlara sahip olduğunu gösterir (Global Deception Research Team, 2006). Dahası, aldatıcıların kalıplaşmış davranış biçimleri ile uyum içinde olmaları ya da davranmaları zorunlu değildir. Bazı araştırmalara göre, yalan söylerken yapılan fazla el kol hareketinin yüksek kaygıdan olduğu düşünülse de, yeni çalışmalar, özellikle yalancıların yüksek motivasyona sahip olduğu durumlarda, aldatmanın el, ayak ve bacak hareketlerindeki azalmayla ilişkili olduğunu bulmuştur. Ses ve konuşma bozukluklarının artması duygusal çerçeve ile açıklanabilir. Bu çerçeve, aldatmanın yüksek tansiyon, artmış kalp hızı ve artan solunum hızı gibi fizyolojik reaksiyonlara neden olduğunu öne sürmektedir. Fizyolojik reaksiyon, aldatma ile ilişkili uyarılma sonucudur. Uyarılma, aldatma sırasında yaşanan duyguların sonucudur. Aldatma; suçluluk, korku veya heyecan gibi üç farklı duygu türüyle sonuçlanabilir. Konuşma bozukluklarındaki artış, bilişsel çerçeve çalışmasıyla da açıklanabilir. Bu çerçeve duraklamaların artması, el, bacak ve ayak hareketlerinde ise azalma olmasına bir açıklama getirir. Bilişsel çerçeve, aldatmanın bilişsel olarak karmaşık bir görev olabileceğini vurgular. Gözlemcinin bildiği her şeyle tutarlı olan, makul ve ikna edici bir yalan üretmek çoğu zaman daha zordur. Kanıtlar bilişsel olarak karmaşık görevleri olan kişilerin daha fazla konuşma bozukluğu yarattığını, daha yavaş konuştuğunu ve bir cevap vermeden önce daha uzun süre beklediklerini göstermiştir. Ayrıca bu durumda daha az el ve kol hareketi yaparlar. El ve kol hareketlerindeki azalmanın, daha büyük bir bilişsel yükün vücut dilini ihmal etmesiyle sonuçlandığı ve genel hareketleri azalttığı düşünülmektedir .

Hareketlerdeki azalma, kontrol edilmeye çalışılan kontrol çerçevesiyle de açıklanabilir. Bu çerçeve, yalancıların hem aldatmacasının sözel olmayan göstergelerini vermekten kaçınmak hem de başkaları üzerinde yarattıkları izlenimin güvenilirliğini arttırmak için davranışlarını kontrol etme eğiliminde olduklarını vurgular. Paradoksal olarak, aldatıcıların davranışlarını kontrol etmeye yönelik birçok girişimleri,aldatmacanın ipucu işlevini görür. Yapılan uzun dönemli bir araştırmada, gönderenler kendi cinsiyetindeki yargıçlara bir ay ve altı aylık ilişki süresince doğru ve yalan bilgiler verdi . Hakimler hikayelerin doğru mu yoksa yalan mı olduğunu karar vermek için ipuçlarını takip ederek bir tahminde bulundular. Bu ipuçları sözel, görsel ve paralinguistik niteliklere göre ayrılmıştır. Yargıçlar hikayelerin doğru olduğunu düşündüğü zamanlarda daha çok sözel ipuçlarına dikkat ederken, yalan söylenildiğini düşündüğü durumlarda daha çok görsel ve sözel olmayan ipuçlarına dikkat etmişlerdir. Bu nedenle algılayıcıların ipucu hakkındaki inançları, aldatıcılık konusundaki açık kararları vermese de yalanlardan daha çok gerçekleri ayırt etmişlerdir.


Yapılan çalışmada bir aylık ve altı aylık süre boyunca ilişkide olan kişilerin yalanı tespit etmede birbirinden farklı ipuçları kullanmadıkları görülmüştür. Yani birbirlerini tanıyan insanlar yalanı tespit ederken kurdukları bireysel ilişkiden faydalanacak ipuçlarına değil, tanımayan insanlar ile aynı ipuçlarını kullanarak yalanı tespit etmeye çalışmıştır. Birlikte daha fazla zaman geçiren ve daha çeşitli aktivitelere katılanların,sözel olmayan davranışlar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaları beklenirken elde edilen verilerde buna dair bir sonuç bulunmamıştır. Bu araştırmada görülüyor ki algılayıcılar yaşanmamış hikayeleri duyduklarında öykünün doğru olup olmadığını anlamak için görsel ipuçlarına daha çok dikkat ediyorlar. Doğru hikayeyi duyduklarında ise daha çok sözel ipuçlarına odaklanıyorlar. Bu iki önemli bulgu ile elde edilen sonuç,algılayıcılar, gerçekleri yalanlardan daha çok tespit edebiliyor. Bu bulgu, özellikle algılayıcıların aldatmacayı tespit etme konusundaki açık teşebbüslerinin (yani, her bir hikayenin bir gerçek mi yoksa bir yalan mı olduğu hakkındaki tahminlerinin), şanstan daha doğru olmadığı gerçeği düşünüldüğünde, ilginç bir sonuçtur. Araştırmanın bir diğer sonucu ise algılayıcıların, yalanı duyduktan sonra, dilötesi yani sözel olmayan ipuçlarından bahsedenlerin yalanı tespit etmede daha başarılı oldukları görülmüş. Ekman (1992), bu kanalın (dilötesi), iletişimin içeriği ve gorsel yüz ifadeleri gibi kanallarla karşılaştırıldığında, kontrol edilmesi daha zor olanlardan biri olduğunu belirtmektedir. Hocking ve Leathers (1980) da, bu ipuçlarının

aldatma sırasında sızıntı yaptığını bulmuşlardır.

Bazı davranış kalıpları dürüstlük ve hoşnutluk ile ilişkilendirilir. Bu tür davranış kalıpları; gülümseme, baş sallama, ileri doğru eğilme, direkt vücut yönelimi,duruş yansıtma, ılımlı konuşma oranları ve vokal çeşitliliğini (azalma ve artma) içermektedir. Bazı insanlar yalan söyledikleri halde doğal olarak bu tavrı sergilerler. Yalancı, yalan söylerken duygularını farklı kılabilir. İş başvurusu yapan biri niteliklerini abartırken suçlu veya endişeli olabilirken başka biri olmayabilir. Şüpheli biri, sahte bir olayı anlatırken yüksek bir kaygı seviyesi yaşarken, başka bir şüpheli sakin kalabilir. Bir öğrenci, öğretmeninin geç kalması için mazereti olduğuna inandığını

gördüğünde heyecan duyabilir (diğer bir deyişle, bir başkası küstahlık ve suçluluk hissedebilir). Yalancılar, kendilerine izin verilmeyen şeyleri yapmanın farkında olarak suçlu hissedebilirler; ya da yakalanmaktan korkuyor olabilirler. Sonunda, birini kandırma fırsatına sahip olarak heyecanlı da hissedebilirler. Fakat yalancı; suçluluk, korku veya zevk hissi yaşamazsa başkalarını aldatmak daha kolay olur; çünkü bu durumda herhangi bir duygusal davranış bastırılmaya ihtiyaç duyulmaz. Aldatma sırasında duyguların yokluğu, (a) spesifik bir olayla ilgili pişmanlığın olmaması (örneğin, zengin bir şirketin dolandırılması), (b) yalan söyleyerek kendine güven duygusu ya da (c) genel olarak duygu eksikliği ile açıklanabilir. Örneğin, psikopat bireylerin duygusal zayıflıkları çok fazladır ve bu nedenle, büyük bir yalancı, yalan söylerken bile çok az korku ya da pişmanlık duyar. Fiziksel görünüş unsurları da, yalan söylemede etkin bir rol oynar. Örneğin,yüzlerin çekiciliği ve özellikleri, yalancıların başarısını kolaylaştıran güvenilirlik çıkarımlarına yol açabilir . Buna örnek olarak, Theodore Robert Bundy (Ted Bundy)

verilebilir. Ted Bundy, “Bebek Yüzlü Katil” lakabı ile Amerika’nın ilk seri katili olarak literatüre girmiştir. “Yakışıklı, zeki ve eğitimli bir avukat olan tanımlanan Ted Bundy,kurbanlarını genelde kendini muhtaç durumda göstererek yardım için yanına gelen kadınlardan seçerdi.” Uzun süre kimse kendisinden şüphelenmedi. Çünkü böyle niteliklere sahip olan birinin tehlikeli bir seri katil olabileceği kimsenin aklına gelmez.Virginia Üniversitesi’nde Psikolojiye Giriş sınıfındaki öğrenciler iletişime geçerek, yarıyıldan önce bilmedikleri bir hemcins arkadaşla yapılacak, sözel olmayan davranış ve arkadaşlık üzerine bir çalışmada yer almaları için kaydolmaları istenmiştir.Başvuruyu yapan ve deneyin kriterlerini karşılayanlar (dönem başlamadan önce

birbirlerini tanıma ve birbirini arkadaş olarak tanımlama da dahil olmak üzere) ile iletişime geçilerek çalışmanın ilk oturumu planlanmıştır. Yaklaşık 5 ay sonra ikinci bir seans için tekrar temasa geçilmiştir. Aynı cinsiyetteki 52 çiftin toplamı (29 kadın, 23 erkek) her iki seansı da tamamlamıştır (İlk seansa katılan bir çift ikinci kez geri dönmemiştir.). Her iki oturumun başında, gönderenler ve alıcılar, birbirlerine yakınlıklarını ölçen ölçekleri tamamlamışlardır. Öznel Yakınlık Endeks  katılımcıların iki soruya verdikleri yanıtların ortalaması: "Diğer tüm ilişkilerinizle ilgili olarak, bu kişiyle ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?" ve "Diğer insanların yakın ilişkileri hakkında bildiklerinizle ilgili olarak, bu kişiyle ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?" Her ikisi de (diğerlerinden çok daha az yakın) 9'a (diğerlerinden çok daha yakın) değişen ölçeklerde cevaplandırılmıştır. Her iki oturumda her iki arkadaş için puanların ortalaması 6'ya eşit ya da eşitse, arkadaşlar özellikle yakın sayılmış. Puanlarının ortalaması ikinci görüşmede 4'ten düşük ise, artık arkadaş sayılmamışlar. Diğer çiftler arkadaş olarak kabul edilmiş, ancak özellikle yakın gruba göre daha az yakın bulunmuştur. Bu Öznel Yakınlık ölçümüne göre, özellikle yakın

arkadaş çifti, 21 çift yakın arkadaş ve arkadaş olmayan 7 çift varmış. Davranış yakınlığı veya karşılıklı bağımlılık İlişki Yakınlık Envanteri (İYE) ile değerlendirilmiş (Berscheid, Snyder ve Omoto, 1989). Eğer her iki seansta çiftin puan ortalaması 17'den büyükse ve her iki kişinin puanı 16'dan az değilse, arkadaşlar özellikle yakın olarak sınıflandırılmıştır. Her iki katılımcı da ikinci seans sırasında 11’in altında skor aldıysa,ikisi artık arkadaş olarak kabul edilmemiştir. Diğer katılımcılar arkadaş olarak düşünülmüş, ancak ilk gruba göre daha az yakın arkadaş olmuştur. Bu davranışsal yakınlık ölçütüne göre, 23 çift yakın arkadaş ve arkadaş olmayan 5 çift bulunmuştur.


Faktör olarak yakınlık (her iki türden) kullanarak yapılan analizlerde, sınıflandırmaya göre artık arkadaş olmayan çiftler, bu kategorideki az sayıda çiftin analizinden çıkarılmıştır. Bu durum araştırmada ya 45 (Öznel Yakınlık Endeksi için) ya da 47 çift (İlişkisel Yakınlık Envanteri için) bırakmıştır. Yakınlık içermeyen analizlerde, 52 çiftin tümü dahil edilmiştir. Arkadaşların çiftleri ayrı ayrı test edilmiştir. Çeşitli iletişim görevlerini ve kendi kendine rapor ölçümlerini tamamlamışlardır. Anahtar görevde,arkadaşlar dört hayat hikayesinin her birinde tartışmıştır. Arkadaşlardan biri, hikayeyi anlatan gönderen, diğeri ise soru sorulan alıcı olarak görevlendirilmiştir. Öykülerle ilgili sorular sorulmuş ve gerçek hikayeler olup olmadığını belirlemeye çalışmışlardır. Her konuşma başlamadan önce, alıcıya konuşulacak hikayenin konusunu belirten yazılı talimatlar verilmiştir (örneğin, bir ilişki hakkında bir hikaye, bir aile hikayesi, bir zamanlar birinin yaptığı bir şey hakkında bir hikaye). Hakem, gönderenden bu konu hakkında bir hikaye anlatmasını istemiştir. Yazılan talimatlarda, hakemin, gönderenin ilgili bir hikaye hakkında düşünmesine yardımcı olması için kullanabileceği ipuçları ve alıcının sohbeti devam ettirmesini sağlayabilecek sorular için öneriler yer almıştır.Alıcının görevi, konuşmanın seyri boyunca, gönderenin gerçek bir hikaye anlatıp anlatmayacağını belirlemektir. Hakemlere gönderenin tüm gerçek hikayeleri, yapılan tüm hikayeleri ya da her seansta gerçek ve uydurma hikayelerin herhangi bir kombinasyonunu söyleyebileceği söylenmiştir. Göndericiye tüm hikayeleri ikna etme talimatı verilmiş, öyle ki hikayeleri duyan herkes onların doğru olduğuna inanacak şekilde ayarlanmıştır. Her oturumda, her gönderenin iki gerçek hikayeyi ve iki hazır hikaye anlatması için talimat verilmiştir. Hakim talimatlarını okuduktan ve başlamaya hazır olduktan sonra, hakem ve gönderenin hikayeyi tartışırken yüz yüze oturması

sağlanmıştır. Her konuşma için dört dakika kadar süre verilmiştir. Her konuşmadan sonra, gönderen ve alıcı birbirleriyle yüzleşirken, konuşma hakkında kısa bir anketi cevaplandırmıştır. Mevcut rapora ilişkin olarak, hakemler tarafından cevaplandırılan iki soru vardır. İlk olarak, hakemler, göndericinin söylediği hikayenin gerçek bir hikaye mi yoksa göndericinin mi oluşturulduğuyla ilgili tahminlerini belirtmiştir. Sonra, kendi sözleriyle, alıcılar şu soruyu cevapladılar: “Arkadaşınızın yalan söylediğini ya da doğruyu söylediğini (hangisini) seçtiniz?”. Çalışmanın sonucunda, aldatma ipuçlarıyla ilgili anlattıkları inançta neredeyse hiç farklı değildi. Ayrıca, profesyonel yalan dedektörleri gibi grupların aldatıcıları tespit etmede sıradanlardan daha doğru olmadıkları da gösterilmiştir. Sorun, hem profesyonellerin hem de görevlilerin, aldatma ile ilgili aynı, muhtemelen güvenilir olmayan bazı ipuçlarına güvenmeleri olabilir ve

bu, her iki grubun da aldatmacayı tespit etmede etkileyici bir doğruluk göstermemesinin

bir nedeni olabilir. Ayrıca geçmiş çalışmalardaki algılayıcıların gerçekleri ve yalanlarını tespit etmeye çalıştıkları kişi ile kişisel bir ilişkiden asla faydalanmadıklarını görülmüştür.


KAYNAKÇA
http://www.eiconsortium.org/pdf/baron_model_of_emotional_social_intelligenc e.pdf
Social Psychology, 91, 780-795.
Kaygusuz, C. ve Sardoğan, M.E. (2006). Antisosyal Kişilik Bozukluğu tanısı almış ve almamış olan bireylerin duygusal zeka düzeyleri açısından incelenmesi. Ege Eğitim Dergisi, 7(1), 85–102.

Get fast shipping, movies & more with Amazon Prime

Start free trial

Enjoy this blog? Subscribe to Mrcelik77

16 Comments