Zennup Hanım’ın Yemekleri
Babaannem Zennup Hanım Halep'te doğmuş, Antep'te büyümüş ve Kilis'e gelin gelmişti. Bu kısacık cümleden çıkartacağımız en önemli anlam ise, babaannem Zennup Hanım'ın büyüleyici yemekleriydi.
Zennup Hanım, gerçek bir mutfak kadınıydı. Sabahın 4'ünde mutfağa girer ve evdeki telaş sabah ezanı ile başlardı. Zaman zaman havan sesiyle, zaman zaman da geceden yapmaya başladığı dil çorbasının kokusunun tüm evi sarmasının yarattığı hevesle uyanırdık. Şimdilerde mutfakla bu kadar alakamın olmasının sebebi, babaannemin evinde uyuduğum uykulardır aslında….
Babaannem için mutfak geçiştirilecek bir iş değildi, her aşamasını acele etmeden, baştan savmadan ve sevgiyle yapmak gerekirdi. Dedemin bir kilo getirdiği bamyayı ezilmesin diye iki ayrı tencerede pişirir, pirinç unu kullanacağı zaman pirinci yıkar, güneşe serer ve kuruduktan sonra saatlerce havanda döverdi. Tüm yemekleri kısık ateşte pişirir ve neredeyse her yemeğin içine bir parça zeyt eklerdi.
Bizde zeytinyağına zeyt denilirdi. Dedem Uzun Efendi'nin Kilis'te zeyt mahseresi vardı. Tüm hava durumu bültenlerinde Güneydoğu'da verilen Kilis aslında şehir merkezi olarak Akdeniz'deydi ve dedemin zeytinliklerinin tamamı da Akdeniz bölgesinde bulunurdu. Soframızdan ne zeytinimiz ne de Uzun Efendi mahseresinin zeytinyağı eksik olurdu. Tabii ki bundan 30 yıl evvelinden bahsediyoruz…
Babaannem zeyti her yemekte kullanırdı; sabah sofrada zahterin yanında, tavada kavurduğu yumurtada, kızarttığı kimyonlu domateste ya da simit aşında hep zeyt vardı. Öğlene yaptığı mücedderenin soğanı mutlaka zeytte kızarır, bulgur pilavını demlenmeye yakın zeytle tavlardı. Akşam masaya ilk gelen çorbanın nanesi de zeytle yakılır ve nasıl olursa çorbanın üstü yemyeşil zümrüt gibi olurdu. Bunu nasıl yaptığını ise yıllar sonra öğrendim.
Zennup Hanım çorbanın üstüne nane ya da kırmızı biber yakacaksa yağın çiğ olmasını istemez, yağı hafifçe ısıtırdı. Ama bunun içine atacağı nane ya da kırmızı biber kısa sürede yanacağı için naneyi ya da biberi yağı ısıttığı tavaya koymaz, bir kepçeye koyar ve çorbanın üstünde tutardı. Yağ kızdığı zaman tavayı alır ve içindeki yağı kepçeye döker, kepçenin içinde kızaran naneler çorbanın üzerine kendiliğinden dökülürdü. Kepçeden taşan yağın çorbaya döküldüğü an çıkan ses de, çorbanın lezzetinin sesiydi. Yemeklerin bir sesi olduğunu babaannemin mutfağında öğrenmiştim doğrusu.
Babaannem mutfakta mutluydu. Tüm uğraşı beraberce yenen yemeklerde suratımızda oluşan garip mutluluk ifadesi ile bize de bu mutluluğu bulaştırmaktı. Onun mutfakta hiç kızdığını, bağırdığını bilmem. Mutfağına büyük bir saygı ile yaklaşır, orada pişirdiği nimetlere yaraşır bir tavır içinde mutfakta bulunurdu. Mutfaktaki ekmeğe, tuza hürmeti hiçbir zaman bitmezdi.
Bizim evde her mevsim yemek yemek ayrı bir keyifti ama ramazan geldi mi, akan sular dururdu; hatta bu sular ramazana bir ay kala dururdu. Babaannem ramazan için ekmekler, hoşaflar, sebze kuruları, salçalar, ekşiler, turşular, tatlılar hazırlardı. Zaman zaman onun tüm bu hazırlıkları kilerden taştığında, tüm Kilis ramazanda bizde yemek yiyecek sanırdık… Her iftar sofrasına bir misafir ister, hafta sonu uzayan ramazan eğlenceleri ile sahuru da boş geçmezdi.
Onun unutulmaz yemekleri ile büyüdüm. Ne sabah bizim için yaptığı süt tiritini unuturum, ne de loğlazlı pazısını ama özellikle de ramazanda yaptıklarını. Aradan geçen onca zamana rağmen tatları hâlâ damağımda…