NEW YORK SOKAKLARINDA
NEW YORK SOKAKLARINDA
Bundan beş sene önce okuduğum Kutsal Shambhala Yolu ile ilgili kitabı, kızım 18 yaşına gelince ona vermek üzere bir kutuya yerleştirdim. Sanki hayatın tüm gerçeği ve saf mutluluk o kutunun içindeydi… Bu, ona verebileceğim en güzel armağandı.
2011’de, New York şehrinde, Shambhala Merkezi’nin kapısındayım. İlk kez Güney Afrika’da yaşarken tanıştığım Shambhala Geleneği Yolu ve öğretilerini, bir üst seviyeye taşımak için meditasyon çalışmaları ile gerekli olgunluğa ulaşmam, kendimi hayatın akışına bırakmam ve teslimiyeti denemeye hazır olmam için bu süreç gerekiyormuş.
‘We rise by kneeling, we conquer by surrendering, and we gain by giving up!’
Diz çökerek yükseliriz, teslim olarak fethederiz ve pes ederek kazanırız!
The Venerable Thrangu Rinpoche
New York’un üstü- altı
Her eğitim gününün sonunda, New York’un serin sokaklarına bırakıyorum kendimi… Birbirini kesen yüzlercesokak… Yağmur altında hızlı adımlar… New York sokaklarını arşınlarken, Shambhala Krallığı ve öğretilerini düşünüyorum. Yer altından gelen titreşimi, Metro vagonlarının eski raylar üzerinden geçerken yarattığı sarsıntıyı hissedebiliyorum anbean. Ve yerin altına iniyorum; etrafımdaki birbirinden değişik renk-ırkdan ve profilden insanları gözlemliyorum:
Metro, hızla sağa sola savrularak ilerlerken, karşımdaki sırada uyuyan pür makyajlı, üzeri rengarenk yünden atkı, şapka ve küçük yün parçacıklarıyla kaplı, güzel beyaz bir kadını ve yanında sakallı, yağmurluklu ve şapkalı zenci bir adamı izliyorum. Evsiz oldukları, sanki kendilerini birşeylerden korumak ya da gizlemek için üstüste giydikleri eski kıyafetlerden ve de üstü bir muşambayla örtülü ucundan sıkı sıkı tuttukları üç tekerlekli büyük bir bebek arabasına doldurdukları eşyalardan belli. Evsiz de olsalar, yine de birşeylere ‘sahip olmaktan’ ya da birşeylere bağlanmaktan vazgeçemiyorlar her insan gibi. Bu tabloda bana garip gelen şey; özellikle kadının, aslında bir üniversite profesörü gibi gözüküp, sanki isteyerek bu hayatı seçmiş gibi görünmesi…Bir seferinde de, her durakta metro vagonuna binenleri çizen bir karikatürist oturuyor yanımda. Hayatındaki bazı şeyleri değiştiremeyeceğine inananlar, çevrelerinde olup biteni ve etrafındakileri kendi istedikleri gibi görürler… Karikatürist de, insanları olduklarından tamamen farklı yüz ifadeleriyle çiziyor, en azından çizerken bu özgürlüğe sahip…
Yerin altında bir başka yolculukta ise, önümde ayakta duran, yüzü estetikli beyaz bir kadın, kulağında çalan müziğe göre küçük adımlar ve el hareketleriyle dans etmeye başlıyor. Arada etrafına yan gözle bakarken yaptığı bu hareketlerle, belki de bir müzikalde başrol dansçı olduğunu sanmamızı istiyor… Yakındaki üç zenci çocuk da, onun ritmiyle şarkıyı duymadan mükemmel küçük hareketlerle ona katılıyorlar muzip bir şekilde gülerek.
Meditasyonum ve ben…
Sessizliğin uç noktası hareketsizliği daha mümkün kılıyor, meditasyon yapabilmek daha ulaşılabilir oluyor… Şehrin gürültüsü bulunduğumuz odadan duyulmuyor.
Hocamız, Shambhala Geleneği’ni ilk kez Batı’ya getiren Chogyam Trungpa’nın öğrencisiymiş. 16 yıl borsacılıktan sonra, Shambhala Geleneği’yle tanışmış ve hayatı bu olmuş. İsminin başında kullanılan ‘Acharya’ Hoca anlamına geliyor. Sıradan giyinimli, öğretileri basit ve herkes tarafından anlaşılabilecek şekilde ifade eden biri… Ancak eğitim bittikten sonra, üzerimizde bıraktığı etki pek de sıradan değil. 50 kişiyle birlikte burada birkaç gün boyunca farkındalık meditasyonu yaparak bu tecrübeyi yaşamak mı, Shambhala ‘nın gizemi mi, yoksa hocamızın alçakgönüllü bilgeliği mi yaratıyor bu etkiyi tam bilemiyorum…
Acharya, meditasyon sırasında şunları söylüyor;
‘Sen ve düşüncelerin hep değişirsiniz.
Bir, çabuk kurtulabildiğimiz gelip geçici, yüzeysel düşünceler vardır, bir de kolay kolay kurtulamadığımız daha derin düşünceler vardır; hayattaki bağlarımızla, önemli şeyler, olaylar ya da kişilerle ilgili olanlar… Meditasyon sırasında, düşünceler ne çok sıkı ne de çok gevşek olmalıdırlar…’
Sırtım çok iyi, hiç ağrımıyor… Ama sağ ayağım uyuşmaya, karıncalanmaya başlıyor… Bir süre sonra, parmaklarımı oynatmaya başlıyorum, ama ayağım daha da kötü bir hisle acımaya başlıyor, yavaş yavaş hareket ettirmeye devam ediyorum… Nefesim biraz hızlanıyor, sıcak basıyor. Gözüm etrafımdakilere kayıyor, kimse kıpırdamıyor, herkes ya derin düşüncelere dalmış ya da başarıyla ‘şu anda-burada’lar…
‘Verimli bir meditasyon çalışması, tekrar tekrar buraya ve şu ana geri gelebilmekle olur. Burada ne kadar süre kaldığınız değil, kaç kez nefesinize-buraya ve şu ana-geri döndüğünüz önemlidir.
Düşünceleri ‘eğlemeden’ nefese geri dönebilmek… Ne umuda, ne de korkuya tutunmadan, herşeyi akışa bırakabilmek, hiçbir şeye bağlanmamak… Düşünceleri izlemek, onlara tutunmadan gökyüzündeki bulutlar gibi, gelip gitmelerine izin vermek…’
Dinliyorum… Hareketsiz ve huzurla nefesime dönmeyi deniyorum her uzaklaşışımda. Pozisyon değiştirmek veya büyük bir hareket yapmamakta kararlıyım. Tepkisiz değilim, sadece ayağımın beni etkilemesine izin vermemeyi seçiyorum. Nefesime odaklanıyorum, aslında halimden çok memnunum, en azından dikkatim tek bir noktada-ayağımda-ve farkındalıkla oturduğum her an benim için en mutlu zamanlardan aslında…
‘Meditasyon kendi başına yetmez, ‘yol’ da önemlidir. Yolda ilerlemek, düşünmek ve ‘dönüşüm’, sabır vezaman ister… Yol, dönüşüm ve dünyayı nasıl gördüğün aslında her insanın içinde varolan temel iyilik ve hayat sürecindeki savaşçı ruhu ile gerçekleşir… Bunun üzerinde sürekli çalışmak, kendimizi incelemek gerekir… Meditasyon; bilgelik, içgörü ve dönüşüm için ortam yaratır bizlere…
Akıl sağlığı bulaşıcıdır. Meditasyon çalışması sadece kendimiz için değildir. Ama önce kendi kendimizin kahramanı olup sonra etrafa ışık yaymalı…. Şu anki nefesinizle kalın, sadece nefesi izleyin… Nefes bile her an değişir, ve şu an, artık bir önceki nefesin bir önemi yoktur.’
Derin bir nefes alıyorum. Pranayı-hayat enerjisini- içime çekip sevgiyle parmaklarıma, ayağıma yolluyorum… Sadece ve sadece ayağımı düşünüyorum şu anda… Bekliyorum, sonun da sonuna kadar. ‘Pes edeceğimiz noktayı biraz aşsak ne olur? Aslında başarıya ulaşacağın an, tam da o pes edeceğinden hemen sonraki andır, sadece sabret’ diyorum kendi kendime… Ve geçiyor. Düşüncelerin devamlı dalgalanarak gidip gelmesi gibi, ayağımın uyuşması da bir zirve yapıp yavaş yavaş dağılıp yok oluyor… ya da bana öyle geliyor ve artık bir rahatsızlık hissetmiyorum. Acı ve rahatsızlıkları, belki de sevgiyle kabullenince dağılıp yok oluyorlar. Duyguları bastırmak ya da kaçmak aslında hiçbir işe yaramıyor. Her türlü acıyı zaman değil sevgi altediyor sonuçta.
Ve ilk yarım saatin sonunda, yürüyüş meditasyonuna başlamak için beklenen gong sesi çalıyor…
Shambhala Krallığı ve Chogyam Trungpa
Shambhala Karallığı, Tibet’in kuzeyinde, Himalayaların karlı zirvelerinin de ötesinde varolduğu düşünülen gizemli ve gizli bir krallıkmış. Shambhala’nın kelime anlamı ‘huzur, sükunet ve mutluluğun yeri’. Başkenti Kalapa olan ve adı Kalki olan bir kral tarafından yönetilmiş bu Krallık’da yaşamış topluluğun, tamamen aydınlanmış olduğuna inanılıyor. Burada, savaş ya da haksızlıklar olmamış. Shambhala geleneği ve öğretileri, kaynağını Tibet Budizm’inin spirütelliği ve öğretilerinden almış ve nesilden nesile sözlü olarak aktarılmış.
Chogyam Trungpa, Tibet’li Budist bir lama (ruhsal lider) ve meditasyon üstadı. Shambhala Geleneği’ni Batı’ya getiren ve öğretileri ilk kez İngilizce olarak anlatmaya başlayan bir öncü. Trungpa’ya göre Shambhala, temelini insan bilgeliğinden alan, Batı veya Doğu’ya ya da herhangi bir kültüre veya dine ait olmayan, aslında bunun tam tersi olarak, farklılıkları bir araya getirme olasılığı üzerinde çalışan bir yaşayış şekli. Chogyam Trungpa, Kuzey Amerika’da, Budizm ve Shambhala Geleneği hakkında eğitimler veren ilk Üniversiteyi kuruyor. Shambhala Geleneği ve öğretileri hakkında birçok kitap yazıyor ve daha 36 yaşındayken hayatını kaybediyor. Tüm yapmak istediklerini, ‘Dharma’sını- hayata gelme amacını gerçekleştirebilmiş miydi acaba?
Shambhala Öğretisi ve Temel İyilik
Shambhala öğretisi, insanlar ve toplumlar için huzura giden yolun, insanoğlunun evrensel özellikleri olan bilgelik, şefkat ve cesaretten geçtiğine dayanır. Meditasyon çalışması aracılığıyla, kadim bilgi ve prensipleri izleyerek ve ‘uyanık’ bir hayat sürerek, bireyleri, topluluk ve toplumların ‘dönüşümünü’ sağlama gücüne sahiptir. Öğretiler, sadece Budizm ile ilgili değil, daha çok hayatla ilgili bilgelik içerir. Shambhala öğretileri, hayatımızdaki olayların ve durumların neden olduğu değil, nasıl olduğunun önemini vurgular.
Shambhala Geleneği sembolü ‘Garuda’, yani kartaldır. Bir kartal gibi güçlü, cesur, kararlı, keskin gözlü olmak ve uyanık olarak yaşamak için, hayatta zorluklarla mücadele edebilecek ruhsal güce sahip olmak! Hayatı, saf iyilik ve tüm acılarıyla olduğu gibi görüp kabul edebilme cesaretini gösterebilmek…
‘Basic Goodness’ yani temel iyilikten bahsediyor Acharya… Aslında her insanın içinde, taa derinliklerde varolan, ortaya çıkması gereken saf bir hazine. Bir arkadaşımın, hayvanat bahçesinde çektiği muhteşem fotoğraf geliyor aklıma: Bir çocuğun kınalı eliyle tuttuğu yiyeceği demirlerin arasından maymunun avcuna doğru uzatış anı…
Temel iyilik, kalbin derinliklerinden gelir ve aslında kim olduğunuzu bilmenizdir. Herşeyden önce gelen, samimi, saf, duru iyilik… Bunu içimizde hissedebilmek, sonuçta şu gibi duyguların karışımına sebep oluyor: Tamamıyla apaçık ortada olmak, hassas, savunmasız, incinebilir, yumuşak olmak. Herşeye rağmen, kalp ne kadar ham, tamamen açık ve ortadaysa o kadar güçlü oluyor. Kapılar açık olduğunda ne direnecek bir durum, ne de diretecek bir kişi kalıyor ortada… Hassasiyet ve güç, üzüntü ve zevk gibi birbirinden ayrılmaz parçalar!
Dünyayı bu gözle görebilmek, hayattaki kutsal niteliği görmek, uyanık ve apaçık olduğumuz anlar… Bize dokunan bu anlar, aslında her zaman oradalar… Tekrarlayan bağımlılık ve alışkanlıkları, kalıpları değiştirmek, kargaşayı alt eden gün doğumu, aydınlanma, bilgelik, zihnimizin daha duru hale gelmesi ve dönüşümü yaşamak gerçekten kendimizi ve kalbimizi açtığımızda gerçekleşiyor….